Canan Şahin

15 Mayıs’ta, Soma katliamından iki gün sonra yapılan genel grevin bir gösteri ya da bir uyarı grevi olmanın ötesinde nasıl bir anlam ifade ettiğini tartışmak zorundayız. Çok değil sadece Tekel direnişine kadar gidip ve yapılmış genel grev çağrılarına katılım oranını 15 Mayıs’la kıyasladığımızda muazzam bir fark olduğunu görebiliriz. Türk-İş Kocaeli Temsilcisi Adnan Uyar, Kocaeli’nde 100’ün üzerinde fabrikada üretimin durduğunu açıklamıştı. Türk Metal sendikasının örgütlü olduğu Ford Otosan’da, Tüpraş’ta, Mitaş’ta, Türk Traktör gibi büyük fabrikalarda da üretimin durduğu söyleniyordu. 1989 Bahar eylemlerinin arkasından 1990’da Maden kazalarını protesto etmek için Ankara’ya 100.000 kişi yürüyen ve Bolu’ya varmadan hükümeti dize getiren Zonguldak maden işçileri de 1 gün iş bıraktı. Kozlu, Kadaron, Armutçuk ve Amasra’da maden ocakları durdular. Afşin-Elbistan Linyit İşletmeleri’nde çalışan işçilerden Erzurum Şeker Fabrikası’na birçok yerde iş bırakıldı. Türk-iş merkezinden yapılan açıklama, hükümetin kontrol etmekte hiç de zorlanmadığı sendika bürokrasisinin tabandan yükselen öfkeyi nasıl mecburen ifade etmek zorunda kaldığının göstergesi: “Maliyet düşürmek için işçilerin hayatına kast edenler, onlara cesaret verenler, daha önceki madenci katliamlarını sözleriyle ve icraatlarıyla aklayanlar, İş Güvenliği Yasası’yla işyerlerindeki denetimleri bile özelleştirenler Soma katliamının failidir ve hesap vermelidir.”

Sınıf öfkesi

Soma katliamının arkasından gelen bu sınıf öfkesi AKP tabanını da içine alarak AKP’nin esas temsil ettiği mülk sahibi sınıflara yönelmiş durumda. Bugün kamuda çalıştığı söylenen 600 binin üzerindeki taşeron işçi için de özel sektörün istihdam ettiği sayısı 700 binin üzerinde taşeron işçi için de siyasi iktidarın taşeron patronlar ağıyla kurduğu ilişki çok net. Yürütülecek ekonomik, demokratik ya da siyasi mücadelenin bu bilinçten beslenmeden büyümesi ve birleştirici olması imkansız.

Sendikaların görev savmak için yaptıkları işyeri temelli mücadeleler taban için sendika bürokratlarından farklı bir anlama geliyor. Sendika liderliği sadece tabandan gelen baskıyı deşarj etme derdindeyken tabandaki işçiler iş cinayetlerine, taşeron sisteminin yarattığı amansız sömürüye, düşük ücretlere isyan ediyorlar. O yüzden sınıf hareketinin bu yaygın öfkesinin burada duracağını düşünmek sendika bürokratları ile aynı zihniyette olmak demektir.

Aynı gemide değiliz

Son iki yıldır irili ufaklı sınıf eylemleri gördük. THY grevleri, Mersin Liman İş grevi, İsdemir ve MMK grevleri, Kazova direnişi, Greif işçilerinin fabrika işgali ve en son Yatağan işçilerinin özelleştirme karşıtı mücadelesi. Bu direnişler önemli olmakla birlikte daha genel bir mücadelenin gücüne yaslanmaksızın tekil ve egemen sınıf açısından alt etmesi kolay izole mücadeleler olarak görüldüler. Küçük kazanımlar elde edildi ama ne sektörel ne de sınıfsal genel bir eylemliliğin tetikleyicisi olamadılar. Soma katliamının dumanı ise AKP iktidarının arzu ettiği gibi sınıf çelişkilerini örten bir sis perdesi değil, ‘aslında aynı gemide değiliz’ fikrinin öfke ile harmanlanmasını sağlayan bir katalizör işlevi gördü.

AKP analizinde AKP liderliğini AKP tabanından ayırmayanlar yine greve burun bükerek bakıyorlar. Sendika bürokrasisi ile sendika tabanını aynı siyasi manevranın parçası olarak gördüklerinden büyüyen çatlağın farkında değiller. AKP ile mücadelenin Gezi gibi görece büyük sokak-meydan patlamaları ile yetinemeyeceğini, AKP’ye oy veren işçilerin de parçası olduğu bir mücadele olmaksızın eskimiş, sırtını orta sınıf yaşam tarzcılığına, milliyetçiliğe ve pragmatik bloklara dayayan siyasetin hegemonya kazanmakta zorlanmadığını seçimlerde gördük.

O yüzden ihtiyacımız olan şeyin tüm diğer siyasi tartışmaların zeminini oluşturan sınıf karşıtlığının derinleşmesi olduğunu kavramak zorundayız.

Mücadele genelleşmeli

15 Mayıs grevi Rosa Luxemburg’un 1905 Rus Devrimi’ne bakarken gördüğü şeyden tabii ki uzağız. Yüzbinlerce işçinin ekonomik taleplerle başlayan, bir yıla yakın bir süre grev ve fabrika işgalleriyle geri çekilmeyen ve yenildiğinde bile monarşiyi parlamento açmak zorunda bırakmış devrimci bir dalga yok önümüzde. Ama Taner Yıldız’ın ağzına pelesenk olmuş ‘şeffaflık’ kelimesinin bugün işçi sınıfı için başka bir anlam ifade etmesinin eşiğindeyiz. Berrak bir sınıf düşmanlığının AKP liderliğinin siyasi üslübuna dönüştüğünün, hesap vermeme alışkanlığının ucuz gösterişlerle telafi edilmeye çalışıldığının, ‘patrondan’ hesap sormaya kararlıymış gibi yapanların aslında bu patronları yaratanlar olduğunun çok transparanlaştığı bir iklimden geçiyoruz.

AKP öncesi sınıf hareketinin en kitlesel grevini 1999’da mezarda emeklilik yasa tasarısına karşı 400.000 kişinin Ankara’ya yürümesiyle görmüştük. Ecevit hükümeti 17 Ağustos depremini fırsat bilip yasayı geçirmişti. 2000’ler ise sınıf hareketinin özelleştirme ve emeklilik yaşı gibi konularda kazanım elde edemediği, moralsizleştiği, 1990’larda büyüyen kirli savaşın istismarı ile milliyetçi fikirlerle bölündüğü, kafasını genel sağlık sigortası için kaldırdığında ise laik-Müslüman bölünmesiyle pazifize edildiği bir geri çekiliş yaşadı. Şimdi işçi sınıfı sadece küçük direnişlerle değil daha genel bir mücadele dalgası ile bu durağanlıktan çıkabilir.

Rosa kitle grevlerinin mekanik anlayışın iddia ettiği gibi her zaman tedrici bir biçimde ekonomik mücadeleden politik mücadeleye evrilmediğini, kimi zaman tersinin yaşandığını ve ekonomik talepler ile politik talepler arasına zamanında Alman sosyal demokratlarının sağ kanat reformist liderliğinin yaptığı gibi yapay çizgiler çekilemeyeceğini anlatıyordu. Bugünkü sınıf hareketinin sadece göstermelik veya sadece ekonomik olduğunu düşünenler her bir işyerinde, fabrikada işçilerin taşeron amirlerinden farklı bir algı ile Soma’yı izlediklerini es geçmiş olurlar. Zaman, AKP’nin göbekten ve organik bağlarla bağlı olduğu asalak sermayedarların teşhir olmuşluğunu politik bir yarılmaya doğru ittirecek siyasi araçları yaratma zamanı.

Sınıf öfkesini sadece militan basın açıklamaları ile açığa çıkaracaklarını düşünenler Alman SDP’nin yaptığının bir benzerini yapıyorlar. İşçi sınıfının içinde bulunduğu manevi-moral değişimi es geçip kendi devrimci liderliklerinin rolünü abartıyorlar.

Bugünden itibaren görevimiz patronların AKP’sinden oraya ait olmayanları koparacak sekter olmayan işler örgütlemektir. Türkiye ekonomisini dünya genelinde 20. sıradan 17. sıraya yükseltmekle övünenlerin alınterimize ve cesetlerimize basarak zenginliklerine zenginlik katmalarına izin vermeyeceğiz.

1999 depremi mezarda emeklilik yasası için can simidi uzatmıştı sermayeye. Soma ise o simidi boynunuzdan çıkaracak ikinci bir deprem olacak.