Soma’daki katliam gözleri yine iş cinayetleri ve katliamları dışında nadiren gündeme gelen maden işçilerine ve onların çalışma koşullarına çevirdi. Maden işçilerinin durumunu özel kılan şey, ölümlerinin, patronların ve onların adına hareket eden hükümetlerin sorumluluğu altında gerçekleştiğinin hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde gerçekleşmiş olması.

Maden işçilerinin yenilgisinin acı sonuçları

1980’li yıllardan itibaren bütün ülkelerde adım adım uygulanan neoliberal politikaların merkezinde işçi sınıfı örgütlülüğünün dağıtılması yer alıyordu. İşçi sınıfı hareketlerinin görece güçlü olduğu ülkelerde hareketin bazen öncü gücünün, sıklıkla da “tutkal” işlevini üstlenen maden işçileri örgütlülüğünün dağıtılması egemen sınıf açısından büyük önem taşıyordu. En dirençli, en isyancı kesiminin yenilgiye uğratılması ile işçi sınıfını bir bütün olarak yenilgiye uğratmak mümkün olacaktı. Egemen sınıf bu yolla bir kuş daha vuracak, örgütlülüğün dağılmasıyla ucuzlayacak olan işgücü sayesinde, sanayinin omurgasını oluşturan enerji ve demir-çelik sektörünün en önemli hammaddelerinden biri olan kömürün maliyetini de düşürecekti. Saldırının temel argümanı “işletmeleri zarardan kurtarmak” oldu. Zararın nedeni olarak “verimsiz çalışma” ve “yüksek ücretler”, zarardan çıkış yolu olarak ise işçi sayısının azaltılması, ücretlerin düşürülmesi ve bu sayede özelleştirmeye alan açılması gösterildi. Ve ardından tehditler yükseldi:

“Sendikalar bu kararlara karşı çıkmamalı, aksi takdirde işletmeler hepten kapatılacak.”

Egemen sınıfın bu zorlaması maden işçilerinin büyük direnişi ile karşılaştı. 1984-85 yıllarında İngiltere’de, 1990-91 yıllarında Türkiye’de ve hemen hemen aynı zaman diliminde pek çok ülkede maden işçileri devasa grevler ve kitlesel yürüyüşler örgütledi. Hükümetler, maden işçilerinin diğer sektörlerdeki işçilerle bir araya gelmesini engelleyecek önlemleri alarak başarılı oldu ve ne yazık ki kahramanca direnen maden işçileri yenilgiye uğradı. Eğitimden sağlığa, iş güvenliğinden çalışma sürelerine dek işçilerin gündelik yaşantılarını ilgilendiren pek çok kazanılmış hak, maden işçilerinin yenilgisinden sonra gasp edildi.

21.yy’da 19.yy zihniyeti

Hükümetlerin çalışma alanının bütününe yönelik saldırıları maden işkolunda, geçmiş mücadelelerin intikamını alırcasına özel bir biçim altında sürdürüldü. Diğer sektörlerde göstermelik de olsa yapılan iş güvenliği ile ilgili yatırımlar, madencilik alanında hiçe sayıldı. Kana bulanmış verimlilik-maliyet hesaplamaları ile kaza önleyici ekipmanlara hiç ama hiç yatırım yapılm adı. Maden bölgelerinde başka bir sektörde çalışma seçeneğinin bilinçli olarak ortadan kaldırılması ve işçilerin 20.yüzyılın başında uygulanan ilkel teknikler aracılığıyla üretime zorlanması ile çalışma ve yaşam hakları hiçe sayıldı.

Korkunç tablo

Sonuçta, birbiri ardına gelen iş cinayetleri ve katliamları sektörün temel göstergesi haline geldi. Neoliberal politikaların uygulamaya geçtiği 1980 yılından sonra ortaya çıkan tablo korkunç:

7 Mart 1983: Armutçuk (103 ölü).

10 Nisan 1983: Kozlu (10 ölü).

31 Ocak 1987: Kozlu (8 ölü).

31 Ocak 1990: Amasra (5 ölü).

7 Şubat 1990: Yeni Çeltek (68 ölü).

3 Mart 1992: Kozlu (263 ölü).

26 Mart 1995: Yozgat-Sorgun (37 ölü).

22 Kasım 2003: Karaman-Ermenek (10 ölü).

8 Eylül 2004: Kastamonu-Küre (19 ölü).

2 Haziran 2006: Balıkesir-Dursunbey (17 ölü).

10 Aralık 2009: Bursa-Mustafakemalpaşa (19 ölü).

24 Şubat 2010: Balıkesir-Dursunbey (13 ölü)

17 Mayıs 2010: Zonguldak (30 ölü).

8 Ocak 2013: Kozlu (8 ölü).

13 Mayıs 2014: Soma (301 ölü)

Yukarıdaki rakamlar, 12 yıllık AKP iktidarı döneminde durumun nasıl vahim bir hale büründüğünü de gösteriyor. ANAP ve DYP ile karşılaştırıldığında, egemen sınıfın neoliberal politikalarını uygulamak konusunda çok daha kararlı ve kıyas götürmez ölçüde güçlü bir siyasal parti olan AKP, işçi sınıfı örgütlülüğünü minimize etmek konusunda çok başarılı oldu. Özellikle taşeron sistemi ile örgütlü işçi sınıfına ağır darbeler vururken, örgütsüz işçileri kendi oy deposu haline getirmeyi ve bu yolla sendikaları denetim altına almayı başardı. Bu başarısını gözü dönmüş bir şekilde işçi sınıfına karşı kullanmayı hiç ihmal etmedi.

 

Enerji Bakanı neden istifa etmelidir?

Enerji Bakanı Yıldız’ın 2010 yılında Tes-İş Genel Kurulunda yaptığı konuşma, AKP hükümetlerinin ve kendisinin bu katliamlardan neden sorumlu olduğunu gösteriyor:

“Hangi sektörde çalışıyor olursak olalım mutlaka verimli olarak çalışmak zorundayız. Verimli çalışmayı kendi içimizde yapamıyorsak, bu mutlaka bir düzenlemeye tabi olarak belirlenecektir. Sistem bunu affetmez, sistem bu boşluğu götürmez. O yüzden sendikalarımızla bu iç verimliliğimizi arttırmamız lazım. Verimsizlik ile ilgili çalışmaları mutlaka giderebiliyor olmamız lazım. Ben biliyorum ki benim işçim işini bitirmeden çıktığı direkten inmez. O direkte sorunu 8 saatte çözerse 8 saat 18 saatte çözerse 18 saat çalışır. O yüzden biz uzlaşı içerinde bütün emeklerimizi beraber ortaya koyarak Türkiye’yi geliştireceğiz”.

Yani işçiler ölene kadar çalışmalı bakana göre patronlar da ölümüne zengin olmalı!


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası