Roni Margulies

İşçi sınıfı şaha mı kalktı?

Şöyle bir bakınca, sınıf mücadelesinde bir hareketlenme, işyerlerinde bir kıpırdanma var diye düşünmek mümkün sanki.

Beltaş, Halkalı inşaat işçileri, ŞişeCam, Kocaeli’de ağaç işçileri, Greif, maden işçilerinin Soma sonrasında irili ufaklı direnişleri, Adliye çalışanları, Kent Gıda işçileri...

Ve bu ayın 24’ünde KESK ve Kamu-Sen’in eğitim sendikaları birlikte bir günlük grev yapacak.

Hepsinin koşulları birbirinden farklı: Greve katılan işçi sayısı; greve katılan işçilerin işyerindeki toplam işçi sayısına oranı; sendika olup olmaması ve, varsa, sendikanın gücü; kazanma ihtimalinin küçüklüğü veya büyüklüğü...

Hepsi farklı, bazıları küçük ve başarısız, ama iki üç ay gibi bir sürede bu kadar işçi eylemi olması bir şeyleri işaret ediyor olmalı. Veya olabilir.

Olup olmadığını önümüzdeki dönemde göreceğiz.

Eğer olursa, işyeri temelli mücadelelerde önemli bir yükseliş yaşanmaya başlarsa, işçi sınıfının ciddi kazanımlar elde etme şansı ne kadar?

Geleneksel kahramanlık edebiyatını bir kenara bırakırsak (ve lütfen bırakalım), işçi sınıfı böylesi bir mücadele dönemine çok büyük sorunlar ve dezavantajlarla giriyor. Bunları görmezden gelmek, üzerlerine eğilmemek kazanım şansını azaltacaktır.

En temel sorun, örgütlülük düzeyinin belki de tüm zamanların en düşük düzeyinde olması. Sendikalı işçi oranı yüzde 10’un altında.

Dahası, bu yüzde 10 da en az yedi ayrı konfederasyona bağlı sendikalarda örgütlü. Yani birlikte davranma yeteneği, bir işkolunun bütünü kapsayan eylemler yapma olasılığı çok düşük.

Demek ki, her eylemde, sağcı solcu demeden herkesi dahil etmek, konfederasyon farkı gözetmemek, herkesi sendikaya üye yapmaya çalışmak gerek.

İkinci sorun, mücadele düzeyi çok uzun zamandır çok düşük olduğu için, işyerlerinde deneyimli sendikalı işçilerin, büyük mücadelere girmiş ve kazanmış işçilerin, ne yapmak gerektiğini bilen işçilerin az olması.

Bu sorunun bir unsuru da, şu anda orta yaşlı olan bir işçinin tüm çalışma hayatı boyunca tanık olduğu hemen hemen tüm grevlerin çaresiz, kazanma şansı olmayan, işyeri çalışanlarının küçük bir azınlığını kapsayan grevler olması. Grev denilince beş kişinin sekiz ay boyunca kahramanca sesler çıkarıp aç kalmasını anlayan bir işçi, belli ki mücadele çağrılarını çok da heyecanla karşılamayacaktır.

Bu sorun, ancak mücadele sürecinde aşılacak. Yeni ve genç bir kuşak öne çıkacak, işyerlerinde yeni işçi önderleri, yeni sendika temsilcileri yetişecek.

Bu süreç boyunca, memleketin bütün sosyalistleri ellerinden geldiğince sürece dahil olmaya çalışacak. Elbette olacaklar ve olmaları gerekir.

Ama nasıl olacaklar?

Bir greve yardıma giden sosyalistin ilk işi, temel işi, en önemli işi, o grevin kazanması için çabalamaktır. Para toplamak, greve katılmayan işçileri ikna etmeye uğraşmak, başka işyerleriyle ilişkiler kurulmasına çalışmak, başka işyerlerinde dayanışma eylemleri örgütlemeye çalışmak.

Sosyalistin işi, sendika yönetimini ele geçirmek, sendikayı bölüp solcu bir sendika yaratmak, işçilerin abartılı, radikal, sosyalizan ve kazanılma şansı olmayan talepler ileri sürmesini sağlamak, küçük bir işyerinde sosyalizme doğru adım atmak değildir. Bir an önce polisle çatışmak ve böylece hükümeti teşhir etmek değildir.

Grevin kazanması için çabalamaktır.

Çünkü yenilen her grev, aylar boyu eziyet çekip sonra da işsiz kalan her grup işçi, bir sonraki grevin çıkmamasına ya da zorlaşmasına yol açar. Moral bozar. Mücadele azmini köreltir.

Hükümeti teşhir edecek, zayıflatacak olan, işçilerden başka herkesin katıldığı,çatışmalı küçük gösteriler değil, yükselme ihtimali olan grev dalgasıdır. Gözlerimiz orada olmalı.