Ankara’da beş ay içerisinde gerçekleşen üçüncü büyük bombalı saldırı sonucu (gazetemizin baskıya hazırlandığı şu an) en az 37 kişi yaşamını yitirdi, onlarca kişi yaralandı. Saldırı, Türkiye’nin başkentinin en merkezi yerinde, Kızılay’a gerçekleştirildi ve siviller hedef alındı. AKP’nin liderleri, saldırıdan sonra 4 saat boyunca ortalıkta gözükmedi. Gelenekselleşen “güvenlik” zirvesinin ardından gelen açıklamalar ise her zamankilerle aynıydı: saldırganları lanetleme, millî birlik ve teröre karşı mücadelede birlik mesajları.

Patlamadan hemen sonra, yine gelenekselleşmiş bir uygulama olarak basına yayın yasağı getirildi. Gerek Kürt illerinde gerekse Suriye’ye yönelik savaş politikalarıyla şiddetin tırmanmasının birinci dereceden sorumlusu olan, üstelik istihbaratından sözde güvenlik güçlerine saldırıları önlemek ve yurttaşların can güvenliğini korumak konusunda hiçbir maharet gösteremeyen hükümet, yine ölümlerle ilgili hiçbir sorumluluk üstlenmedi.

“Lanetleme” başbakanı

Ankara’da bir önceki saldırının ardından Genelkurmay Başkanı’nın gözetiminde açıklama yapan Başbakan Davutoğlu, ilk açıklamasında saldırıyı “lanetledi” ve sorumluların açığa çıkarılacağını söyledi. Herhangi biri, sivilleri hedef alan böylesi bir saldırıyı lanetleyebilir. Ancak Davutoğlu’nun, ülkeyi yöneten hükümetin başı olarak görevi, bu tip saldırıları engellemek, insanların can güvenliğini sağlamak, bunları yapamadığında ise sorumluluğundan dolayı hesap vermek. Başbakanlığı döneminde üç kez Ankara’da, bir kez İstanbul’da, bir kez Diyarbakır ve bir kez de Suruç’ta gerçekleşen saldırılar sonucunda iki yüzden fazla insanın hayatını kaybettiği Davutoğlu ve hükümeti, pişkin pişkin aynı açıklamaları tekrarlamaya devam ediyor.

Hangi “demokrasi”, hangi “özgürlükler”, hangi “kardeşlik”?

Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ise Twitter üzerinden yaptığı açıklamada "Şiddetin hedefi, gelecek umudumuz, kardeşlik bağımız ve demokratik hak ve özgürlüklerimizdir" ifadelerini kullandı. AKP’nin 7 Haziran seçim sonuçlarını tanımadığı, Tayyip Erdoğan’ın AYM kararına uymayacağını beyan ettiği, Kürt vekillerin dokunulmazlıklarının kaldırılmaya çalışıldığı bir ortamda Kurtulmuş’un hangi “demokrasiden” bahsettiği; MİT TIR’larını haber yapan gazetecilerin hapse atılıp birçok insan hakkı ihlalinin yaşandığı Türkiye’de hangi “özgürlüklere” işaret ettiği; devlet Kürt illerini yakıp yıkarken Başbakan Davutoğlu’nun “Silopililerin yüzü gülüyor” diye yalan attığı, Sur ve Cizre’nin duvarlarında PÖH-JÖH çetelerinin ırkçı yazılamalarının durduğu günlerde kimlerle “kardeşlik bağı” kurduğu anlaşılamadı.

Erdoğan’a göre sebep “istikrarsızlık”!

Tayyip Erdoğan ise patlamadan ancak 5 saat sonra yazılı bir açıklama yayımladı, Türkiye’nin saldırıların hedefi olmasının sebebini “bölgede yaşanan istikrarsızlık” olarak saptadı. AKP, 1 Kasım seçimleri öncesinde “istikrar” vaadiyle oy toplamıştı. Ancak tek başına iktidara geldikten sonra kan, ölüm ve gözyaşı getirdi. İstikrarı sağlayamadı. Üstelik Türkiye devleti, Suriye’ye yönelik agresif savaş politikalarıyla bölgedeki istikrarsızlığın oluşmasının da sebeplerinden biri.

“Terörle mücadele” ve “meşru müdafaa” yalanları

Erdoğan’ın açıklamasında, “güvenlik güçleriyle yaptıkları mücadeleleri kaybeden terör örgütlerinin masum vatandaşları hedef almaya yöneldiği” iddia edildi ve devletin her türlü “terör” tehdidi karşısında “meşru müdafaa” hakkını sonuna kadar kullanacağı belirtildi. Kürt illerinde sokağa çıkma yasağı ilan edip, evinde kahvaltı yapan kadınları öldürüp, cenazelerin yol ortasında günlerce beklemesine yol açıp, her şehirde yüzlerce kişiyi katledip duvarlara “Kurdun dişine kan değdi” yazmak, Erdoğan’a göre “meşru müdafaa” imiş. Oysa Kürt sorununda çözüm sürecini buzdolabına kaldırıp 2 bin kişinin ölümüne yol açacak süreci başlatan bizzat Erdoğan’ın kendisiydi.

Çözüm barış politikalarında

Erdoğan-Davutoğlu liderliğinin kurmaya çalıştığı “millî ve yerli” eksen, içeride ve dışarıda savaş politikalarıyla, doğuda Kürt halkına devletin saldırılarıyla, batıda ise patlayan bombalarla ölüm olarak dönüyor. Ergenekoncu katillerle ve darbecilerle ittifak kuran, 90’ların kirli savaşının bir benzerini bölgede yeniden başlatan, İncirlik Üssü’nü ABD emperyalizminin kullanımına açarak Ortadoğu halklarına bomba yağdıran, Suriye sınırında IŞİD’den değil de PYD’den rahatsız olan ve Kürtlere saldıran AKP hükümeti, Ankara’da patlamalara yol açan politik iklimin sorumlusudur. Batı’da kitlesel bir barış hareketi inşa edilebilirse, bu savaş politikaları tersine çevrilebilir. Patlayan bombaların, akan kanın durmasının tek yolu budur.

Savaşı kışkırtanlar

AKP’nin ideologları, her seferinde, patlamayla ilgili hükümetin suçlanmaması için binbir takla atıyorlar. 2015 yılı sonunda Paris’te IŞİD katliam yaptığında, “Gördünüz mü, Paris’te de oluyor” diye sevinmişlerdi. Fransa’da basının olayı yansıtmadığı, hükümetin suçlanmadığı gibi gerekçeleri öne sürerek AKP’yi aklamaya çalışmışlardı. Artık bu yüzsüzlüğü yapamıyorlar, çünkü Türkiye başka bir “Batılı büyük” ülkenin örnek gösterilemeyeceği kadar sık bu saldırıların hedefi oldu. Bir diğer akıl almaz argüman ise hükümeti eleştirmenin “bombacıların istediği şey” olması. Yani AKP hem bombalara uygun ortamı hazırlayacak, hem bombaları engelleyemeyecek ama hem de eleştirilere karşı dokunulmazlık zırhı kazanacak. Sebebini bilmiyoruz. Abdülkadir Selvi ise açık açık “Bir süre bombalarla yaşamaya alışacağız” diyerek AKP’nin politikalarının mantıksal sonucuyla ilgili itirafta bulunmuş oldu.

Güvenlik dediler, halkı koruyamadılar

İstihbaratıyla, emniyet teşkilatıyla, valisiyle, jandarmasıyla, içişleri bakanıyla, Türkiye devletinin “kamu güvenliği” ile ilgilenen hangi birimi varsa, bir kez daha rezil oldu. Bütün bu makamların ve yapılanmaların, halkı korumak değil, devleti ve egemen sınıfı halktan korumak için örgütlendiği bir kez daha ortaya çıktı. En küçük protesto eylemine, demokratik gösteri hakkına azgınca saldıran ve insanları öldürenler, başkentin merkezinde bir bombalı saldırıyı daha engelleyemediler. Böylelikle, AKP’nin bütün “güçlü Türkiye” yalanı, devlet mekanizmalarının bir kez daha iflas etmesiyle son buldu. Her bombalı saldırı sonrası büyük kentlerde yapılan GBT kontrollerinin, operasyon ve tutuklamaların, “onlarca saldırıyı engelledik” açıklamalarının yalan olduğu ortaya çıktı. 34 kişinin yaşama hakkını korumayı beceremediler.

Artık Yeter!

28 Aralık 2011 - Roboski: 34 kişi hayatını kaybetti

11 Mayıs 2013 - Reyhanlı: 54 kişi hayatını kaybetti

5 Haziran 2015 - Diyarbakır mitingi: 5 kişi hayatını kaybetti

20 Temmuz 2015 - Suruç: 33 kişi hayatını kaybetti

10 Ekim 2015 - Barış mitingi: 100 kişi hayatını kaybetti

12 Ocak 2016 - Sultanahmet: 10 kişi hayatını kaybetti

17 Şubat 2016 - Ankara: 28 kişi hayatını kaybetti

13 Mart 2016 - Ankara: 34 kişi hayatını kaybetti

Bütün bu saldırılarda yüzlerce insan öldü. AKP hükümeti hiçbirinde sorumluluğu üstlenmedi, hesabını vermedi. Tüm katliamların ardından yayın yasağı getirildi. Devletin güvenlik teşkilatlarının bürokrasisinden veya bakanlardan tek bir kişi dahi istifa etmedi. Her seferinde savaş politikaları “terörle mücadele kararlılığı” adı altında yeniden piyasaya sürüldü, hepsinin sonunda daha da çok insan öldü.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası