Esra Gem

Brezilya’da 2014’te ikinci kez seçilen İşçi Partisi (PT) lideri Dilma Rousseff, başkanlık koltuğuna oturduğu günden beri sağ muhalefetin giderek artan baskısıyla karşı karşıya. 2015’in son aylarından beri bu baskıların, doğrudan PT’yi iktidardan düşürmeye yönelik saldırılara dönüştüğünü söyleyebiliriz. Üstelik sadece Brezilya’da değil, sol popülist hükümetlerin iktidarda olduğu diğer Latin Amerika ülkelerinde de sağ muhalefet, sol iktidarların meşruiyetini zayıflatmak için bir “yıpratma savaşı” veriyor. Arjantin’de merkez sağın adayı Mauricio Macri, böyle bir sürecin sonunda başkanlık seçimlerini kazandı. Venezuela’da Maduro hükümetinin son genel seçimlerde aldığı yenilgi de benzer bir sürecin ürünü. Bugün Brezilya’da seçim olsaydı, muhtemelen solun lehine bir sonuç çıkmayacaktı. Anketlere göre Dilma, bugüne kadarki devlet başkanları içinde en düşük popülariteye sahip olanı. Ancak Brezilya sağının 2018 genel seçimlerini beklemek gibi bir niyeti yok. Dilma’nın görevden alınması ve hükümetin düşmesi için bir yandan Brezilya’nın en büyük televizyon ağına sahip grubu Globo öncülüğünde medyada PT karşıtı geniş bir kampanya yürütülüyor, diğer yandan Petrobras’taki yolsuzluk skandalı, yine bu yolsuzluğa bulaşmış kişilerce PT’ye karşı bir silah olarak kullanılıyor.

Protestolar

Geçtiğimiz günlerde, 13 Mart Pazar günü gerçekleşen PT karşıtı eylem, ülke tarihinin en büyük protestolarından biriydi. Sadece São Paulo’da yaklaşık bir milyon, ülke genelindeyse üç milyon insanın sokağa çıktığı tahmin ediliyor. Brezilya bayrağının yeşil sarı renklerine bürünen protestocuların talebi çok netti: Dilma azledilsin, Lula bakan olmasın. Bununla birlikte protestoya katılanlar içerisinde Dilma’nın gitmesini isteyen ancak azledilmesine karşı olan önemli bir kesim de vardı. Sosyal medya araçlarında azledilmenin demokratik bir yol olmadığını sıkça belirten bu kesim, protestonun Dilma’yı iktidardan düşürme sürecini destekleyen (pro-impeachment) niteliğine rağmen yine de sokağa çıkmayı tercih etti.

Diğer yandan 18 Mart Cuma günü PT, tabanını büyük ölçüde mobilize etmeyi başardı ve sokaklar bu defa “Darbe olmayacak!” sloganlarıyla kırmızıya büründü. Benzer şekilde PT yanlısı bu eyleme katılan solcuların hepsi bizzat Dilma’yı desteklemiyordu. Onları sokağa çıkaran temel motivasyon, seçimle iş başına gelmiş bir hükümetin devrileceği kaygısıydı. Dolayısıyla sokakları “darbe isteyen” kitleye bırakmamak ve “demokrasi isteyen” toplumsal güçler olarak kendilerini göstermek istediler. Bu tablo en azından şunun açık bir göstergesi: Brezilya, 1985’te demokrasiye geçiş sürecinden bu yana ilk kez bu kadar derin bir siyasi kutuplaşma yaşıyor. Sokağa çıkanların farklı sağ/sol eğilimleri olabilir ancak ülkenin içinde bulunduğu siyasi kriz onları “taraflardan biri” olmaya zorluyor ve gerekçeleri ne olursa olsun şu sloganlardan birini atarken buluyorlar kendilerini: “Dilma gidecek”/ “Dilma kalacak”.

Son protestoları tetikleyen olaylar, 4 Mart’ta eski Devlet Başkanı Lula da Silva’nın evine baskın düzenlenmesiyle ve yolsuzluk iddiaları kapsamında ifade vermesi için gözaltına alınmasıyla başladı. PT yanlılarına göre esas mesele, Dilma’nın ardından PT’nin başkan adayı olması beklenen Lula’yı itibarsızlaştırmaktı. Bu süreçte Lula ve Dilma arasındaki telefon konuşmaları basına sızdırıldı. Dilma’nın Lula’yı alelacele kabinesine bakan olarak atamak istemesi, muhalefetin büyük tepkisine yol açtı. 17 Mart’ta Lula, Hükümet Genel Sekreteri olarak atandıysa da hemen ertesi gün Yüksek Mahkeme yargıçlarından Gilmar Mendes, bunu Lula’yı yargının elinden kurtarmak için yapılan bir hamle olarak değerlendirdi ve atamanın askıya alınmasına karar verdi. Şimdi Lula’nın atanmasıyla ilgili son kararı vermesi için, Yüksek Mahkeme üyesi 11 yargıcın toplanması bekleniyor.

Ancak belirtmek gerekir ki, Lula’nın hükümet üyesi olmasıyla ilgili muhalefetin esas endişesi, yargı sürecinin sekteye uğramasından ziyade PT iktidarının güçlenmesiyle ilgili. Hükümet üyesi olsa bile Lula, yine Yüksek Mahkeme’nin onayıyla yargılanabilir. Ancak Lula PT hükümetinin Genel Sekreteri olursa, Dilma’nın azledilmesine dair muhalefetin planları suya düşebilir. Zira devlet başkanının azledilmesi için mecliste üçte iki oy oranı gerekiyor ve sağ muhalefet, hükümetin en büyük ortağı olan Brezilya Demokratik Hareket Partisi’yle (PMDB) anlaşarak bu orana çok yaklaştı. Başkan yardımcısı olan PMDB lideri Michel Temer’in koalisyondan çekilmesiyle PT hükümeti mecliste çoğunluğu kaybetti ve Dilma’nın azledilmesi çoğu siyaset yorumcusuna göre an meselesi haline geldi. Buna karşın Lula, PMDB’nin desteğini tekrar kazanabilecek ve PT’yi eski gücüne kavuşturabilecek tek isim olarak görülüyor.

PT’nin krizi

PT, 13 yıllık iktidarı boyunca sol açısından büyük hayal kırıklığı yaratmış bir parti. Elbette bugüne kadar Latin Amerika’nın en büyük sosyal yardım programı olan Bolsa Família’dan yararlananların sayısının 50 milyonu geçtiğini ve böylelikle gelir dağılımında en düşük gelirli kesimin lehine önemli gelişmeler sağlandığını kabul etmek gerek. Bugün PT iktidarına karşı gelişen sağ muhalefetin temelinde de, gelirin yeniden dağılımını hedefleyen bu politikalara yönelik orta ve üst sınıfların tepkisi yatıyor. Brezilya’da son yıllarda gelişen kitlesel protestolarda öne çıkan orta ve üst-orta sınıfın kullandığı dil, açıkça PT’ye oy veren alt sınıfları hedef alıyor. “PT’yi iktidara getirenler, okuma yazma bilmeyenler” ve “Komünistler Küba’ya” gibi elitist söylemler, eski bir işçi olan Lula’nın kesik parmağına gönderme yapan alaycı ifadeler siyasi kutuplaşmanın temelindeki sınıf kutuplaşmasını gözler önüne geliyor.

Ayrıca protestolarda orduyu göreve çağıran çok sayıda darbe yanlısı pankart görmek de mümkün. Buna karşın PT, sadece kendi tabanını değil tüm solcuları olası bir darbe girişimine karşı mobilize etmeye ve sokakları kazanmaya çalışıyor. Ancak söz konusu olan yıllardır aşağıdan gelişen hareketlerle ilişki kurmamış, Topraksızlar hareketinin talep ettiği tarım reformunu söz verdiği halde gerçekleştirmemiş, daha fazla söz hakkı isteyen toplumsal muhalefetin öznelerini karar alma süreçlerinden dışlayarak sosyal politikaların alıcısı konumuna indirgirmiş bir iktidar olunca sol mücadele açısından ciddi bir ikilem doğuyor.

Brezilya, aşağıdan yukarı gelişen toplumsal hareketlerin biriktirdiği deneyimlere dayanan güçlü bir mücadele geleneğine ve müzikten edebiyata, sinemadan spora, siyasetten dine kadar hayatın her alanında kendini gösteren zengin bir direniş kültürüne sahip bir ülke. Brezilya’da ayrıca darbenin ne demek olduğuna dair canlı ve güçlü bir hafıza var. Bu açıdan 18 Mart’taki eylemlerde öne çıkan “darbeye hayır” ve “demokrasi için mücadele” söylemleri çok önemliydi. Bedeli ne olursa olsun iktidarı devirmeyi hedefleyen bir muhalefet karşısında PT’yi zor bir süreç bekliyor. Bu süreç Brezilya solu açısından da zor bir demokrasi mücadelesi anlamına geliyor.