Can Irmak Özinanır 
Türkiye solunda mevcut politikanın temel eksenleri konusunda tavır almamayı salık veren bir politik çizgi mevcut. Bu çizginin bir tarafında yer alanlar gerçekten tam bir "sol sapma" içinde düzenin içindeki değişikliklerin işçi sınıfını, ezilenleri, sosyalistleri ilgilendirmediğini söylüyorlar.

Benzer söylemler kullanan bir kesim ise "düzen içi reformlar veya çatışmalar bizi ilgilendirmez" lafını kendisine paravan yapıyor ancak düzen içi çatışmada tutum alıyor üstelik bu tutum mevcut olanın korunması biçimini aldığı için aslında sağ bir tutum olarak karşımıza çıkıyor. İki çizgi benzer söylemlerle farklı yollardan ilerleseler de birbirlerini besliyor ve Lenin'in de dediği gibi sol sapma özünde sağ sapmaya dönüşüyor.

Reformlar bizi ilgilendirmez mi?
Düzen içi çatışmaların biz sosyalistleri ilgilendirmediği argümanına marksist gerekçeler sunmak gerçekten güç. Evet, marksistler sistem içi reformlarla sistemin köklü bir değişim geçirebileceğine inanmazlar. Sistemin köklü bir değişimi ancak bir toplumsal devrimle, iktidarın burjuvaziden işçi sınıfına geçmesiyle mümkündür. Ancak işçi sınıfı iktidarı dediğimiz şey, çizgi filmlerdeki gibi bir anda işçilerin kafasında bir ampul parlayıp, "evet, bu sistemi yıkıp yerine kendi kolektif iktidarımızı kuralım" demesiyle gerçekleşmez. İşçi sınıfı ve ezilenler sistem içinde hayatlarının daha iyi olması için mücadele ederler, ancak bu mücadele içinde sistemin gerçek doğası görülebilir ve mücadele deneyimi edinilebilir. Bunun anlamı sosyalistlerin gündelik politikayı reddetmesi değil tersine gündelik politikaya uygun olarak sürekli yeni strateji ve taktikler geliştirmek zorunda olmasıdır. Devrimci mücadele saf, çizgisel bir mücadele değil baştan aşağı politik bir mücadeledir.

Bu sebeple Marx, "üç vakte kadar ulaşacakları" komünizmin değil içinde yaşanılan sistem olan kapitalizmin analizini yapmıştır. Bu sebeple; Fransa üzerine yazdığı muhteşem üçlemesinde (Fransa'da Sınıf Savaşımları 18481850- Louis Bonaparte’ın 18. Brumaire- Fransa’da İç Savaş) sınıfların durumlarını incelemiş, içinde yaşanılan durumda sınıf çatışmalarının, uzlaşmaların, devletin rolünün ele almış, işçi sınıfının eylemine bir kılavuz oluşturmaya çalışmıştır. Bu sebeple işçi sınıfı ücret artışı gibi ekonomik taleplerle de, genel oy hakkı gibi siyasal taleplerle de mücadele etmiş, sosyalistler bu mücadelelerin en ön saflarında yer almıştır.

İşçi sınıfı mücadelesi tarihi boyunca taktik ve stratejiyi reddeden akımlar, düzen içi reformların sosyalistleri ilgilendirmediğini dillendirenler olmuştur. Marx ve Engels, kendi dönemleri içinde bu türden bir tavrı savunan Blanqui'ye karşı mücadele vermişlerdi. Blanqui, bir grup komünistin iktidarı ele geçirmesiyle "proletarya diktatörlüğü"nün hayata geçirileceğini savunan bir elitistti. Blanqui'ye göre taktik ve stratejiler, ara aşamalar ve uzlaşmalar zaferi geciktirmekten başka bir işe yaramamaktadır. Engels, bu tavrı çok sert bir şekilde mahkûm eder:

"Kendi sabırsızlığını teorik iddia olarak öne sürmek ne çocukça bir saflık!"

Rusya'daki 1917 Ekim Devrimi'nin liderlerinden Lenin de Ekim Devrimi'nin ardından yazdığı ‘Sol' Komünizm Bir Çocukluk Hastalığı adlı kitabında, taktik ve stratejilerden uzak durmayı salık veren komünistlerle hesaplaşır. Lenin, Bolşeviklerin hem sağ sapma içindeki oportünistlere yani II. Enternasyonal çizgisindeki refomistlere hem de kendi partileri içinde yer alan, burjuva parlamentolarda ve gerici sendikalarda çalışmaya karşı çıkan 'sol' komünistlere karşı mücadele verdiğini anlatır. Üstelik, çeşitli uzlaşma ve taktikler Ekim Devrimi ile son bulmamıştır. Lenin'e göre sınıfların ortadan kalkması bir anda gerçekleşecek bir şey değildir.

Bolşeviklerin deneylerinden yararlanarak, kitlelerin hayatını gündelik olarak etkileyen her şeyin sosyalistleri doğal olarak ilgilendirdiği sonucuna varmak zor değildir. Sosyalistler, oturup devrimin gelmesini bekleyen idealistler değil, gündelik politikaya sürekli olarak müdahale eden, özgürlük alanının genişlemesini ve egemen sınıf arasındaki çelişkilerin derinleşmesini sağlamaya çalışan aktif devrimcilerdir.

"Yiyin Birbirinizi"den, "Anayasa'ya Hayır"a
Son yıllarda politikadaki hızlı değişim, Türkiye solunda 'sol' komünist tavrın nerelere savrulabileceğini göstermeye yetti. İklim değişiminin Ayşe Teyze'yi ilgilendirmediğini söyleyerek bu alanda mücadele eden sosyalistleri eleştirenler, bir süre sonra Ergenekon davasının ezilenleri ilgilendirmediğini savunmaya başladılar. Bu tavır en net biçimde Birgün gazetesinin başlığında dile getirilmişti. Ergenekon davasını bütünüyle düzen içi bir çatışma olarak okuyan Birgün; "Yiyin Birbirinizi" diye başlık atmıştı. Zaman içinde bu tavrın salt bir Anti-AKP'ciliğe dönüştüğünü dolayısıyla "sol" sapma olarak görünen şeyin nasıl hızla sağ savrulmaya dönüştüğünü hızla gördük. O gün, "yiyin birbirinizi" diyenler, bugün 12 Eylül anayasasının değişmesine, bu değişikliği AKP yaptığı gerekçesiyle karşı çıkıyorlar.

Bu çizgiye benzer başka bir örnek de TKP'nin eski genel başkanı Aydemir Güler. Aydemir Güler diyor ki: "Başından beri burjuva siyasetinin ortaya attığı seçenekler arasında seçim yapmayı reddediyoruz. Başından beri objektif açıdan tek gerçekçi ve sübjektif açıdan bizim tek inanabileceğimiz seçeneğin sosyalizm olduğunu dile getiriyoruz". Bu "seçim yapmama hâli" tüm devletin bilgisi dahilinde öldürülen Hrant'ın cenazesine katılmamaktan, "memurların siyaset yapma hakkı" bakımından askerin siyasete müdahalesini savunmaya kadar uzanıyor. Aynı Aydemir Güler'in bugün "gericiliğe karşı", "AKP anayasası"na "Hayır" çağrısı yapması seçenekler arasında seçim yapmamak anlamına mı geliyor? Güler'in tarafı başından beri belli!

Elbette bir de daha saf bir "sol" komünist çizgiyi benimseyenler var, bu kesim boykot diyor ancak bu koşullar altında boykotun politikasızlık anlamına geldiğini göremiyorlar. Bugüne kadar "üçüncü cephe" adı altında yapılan politikaların tümü saf bir Anti-AKP'ciliğe çıktı. Bir üçüncü cephenin olmadığı pratikte kanıtlandı. Bugün Kürt hareketi dışındaki tüm kesimler açısından boykot politikasız kalmak anlamına gelir.

Ergenekon davasını düzen içi çatışma olarak görenler, bugün çatışmanın sadece bir tarafına yani AKP'ye karşı mücadele veriyorlar. Oysa bu kesimlerin sıkça eleştirdiği darbe karşıtı hareket içinde yer alan devrimci marksistler, hem askeri vesayete hem de AKP'nin neoliberal yüzüne karşı mücadele ediyorlar. Bunu bir "üçüncü cephe" mantığı içinde yapmıyorlar. Bir yandan statükoya zarar veren, 12 Eylül zihniyetinin tarihe gömülmesi için devrimcilere, işçilere ve ezilenlere bir kapı aralayan anayasa değişikliğine "Evet" derken, bir yandan da toplumun çoğunluğunun politize olduğu bu dönemde "yetmez" diyerek geniş kitlelerin taleplerini sokakta dile getiriyorlar.


Dijital sayı 27 - 11 Mayıs 2021 (pdf)

Dijital sayı 26 - 27 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 25 - 6 Nisan 2021 (pdf)

Dijital sayı 24 - 23 Mart 2021 (pdf)

Dijital sayı 23 - 16 Mart 2021 (pdf)

Abone olun

Dostlarımız

Marksist.org

Marksizm 2013

dsip
















Su Hakkı Kampanyası