Sosyalist İşçi 219 (26 Mayıs 2004)

 

Sayfa 10:

Egemen sınıfın 20 yıldır arayıp bulamadığı,
Büyük sermayenin yeni partisi AKP

Tayyip Erdoğan'ın Yunanistan ziyaretinin ardından uzun uzun tartışılan konulardan biri de eşi Emine Erdoğan'ın ayakkabıları oldu. Yunanistan Başbakanının eşi spor ayakkabı giymişken tesettürlü bayan Erdoğan'ın uzun ince topuklu ve sivri burunlu ayakkabı giymiş olması medyada çeşitli tartışmalara konu oldu. Örneğin, Hürriyet yazı işleri müdürü Ertuğrul Özkök bütün bir başyazısını buna ayırdı; ayakkabıları çok beğendiğini, fakat kıyafetin geri kalanından memnun olmadığını belirtti.
AK Parti iktidara geldiğinden beri, İmam Hatip Liselerinden YÖK'e, Kıbrıs meselesinden Emine Hanım'ın ayakkabılarına, önemli önemsiz her konu İslamiyet'le ilgisi, laiklikten verilmiş bir ödün olup olmadığı, AKP'nin takkiye yaptığını gösterip göstermediği açılarından tartışılıyor. Hükümetin her siyaseti, her uygulaması 'laik cephe' tarafından AKP'nin aslında Türkiye'de bir İslam Cumhuriyeti kurmak istediğinin kanıtı veya ipucu olarak değerlendiriliyor, eleştiriliyor, yaylım ateşine tutuluyor.
Bu konuların, siyasetlerin ve uygulamaların laiklik-İslam dışında ne anlama geldiği, sınıfsal anlamı, emekçiler açısından anlamı ise hiçbir şekilde tartışma konusu değil. Hürriyet için bu doğal bir şey. Ama CHP için, herhangi bir muhalif için bu anlamsız ikilemin içine girmek, AKP'yi sadece laiklikle ilgili konularda eleştirmek aslında muhalefet etmemek anlamına geliyor. Dahası, egemen sınıfa daha iyi bir hizmette bulunmak zor olsa gerek: hükümetin her yaptığını bir laiklik-İslam toz bulutu ardına saklamak, uygulanan siyasetlerin gerçek niteliğini gözlerden saklıyor - yani egemen sınıfın işine yarıyor.
Sermayenin partisi
Oysa, AK Parti'nin Müslümanlıkla, İslam'la, dinle, ahretle hiçbir ilişkisi yok. AKP bugün egemen sınıfın 20 yıldır arayıp da bulamadığı, büyük sermayenin çıkarlarını eksiksiz bir şekilde temsil eden parti konumunda. Bunun Kemalistler hariç hemen herkes farkına vardı. En başta da, bu durumdan memnun olmayan gerçek siyasi İslamcılar ve çok memnun olan büyük sermaye farkına vardı.
Gerçek siyasi İslamcılar geçen genel seçimde Saadet Partisi'ni terk ederek İslamcı sandıkları AKP'ye oy vermişlerdi. Geçen Mart ayındaki yerel seçimlerde ise, artık uyanmış oldukları için, önemli bir kısmı Saadet'e geri döndü, bu partinin oyları %2'den %4'e yükseldi. Erbakan'ın 1960'lardan beri aldığı oy, yani Türkiye'deki gerçek şeriatçı oy, zaten her zaman %4 ile %6 arasında olmuştur. Sadece bir kez, 'Adil Düzen' programıyla şeriatçı oyun ötesine geçip tüm kent yoksullarını temsil etmeyi başardığı zaman, Erbakan bu oy oranını aşabilmiştir.
Erbakan geleneksel olarak şeriatçı tabana hitap etmiş ve küçük sermayenin, taşra sermayesinin, Müslüman sermayenin sözcülüğünü üstlenmiştir. Erdoğan ve AKP ise, baştan itibaren, büyük sermayenin temsilciliğine aday olmuştur ve bunu çok büyük ölçüde başarıyla yürütmektedir. Aynı zamanda, derin devletle ve silahlı kuvvetlerle itiştiği için (itişmek istediğinden değil, onu itişmek zorunda bıraktıkları için), cezaevine girip çıktığı için, bugüne kadar İstanbul sermayesini temsil etmemiş (edememiş) olduğu ve ister istemez "muhalif" bir kimlik kazanmış olduğu için, geniş yoksul kitlelerin desteğini kazanabilmiştir. Bu çelişkili durum, yoksul seçmen tabanı ile temsil ettiği büyük sermaye arasındaki çelişki, çok uzun süremez. Ama şu anki durum budur.
Bunu belki de en iyi anlayan büyük sermaye. Turgut Özal'ın başbakanlıktan cumhurbaşkanlığına geçtiği günden beri doğru dürüst bir hükümet bulamayan, her an devrilmeye aday koalisyon hükümetleriyle bir türlü kendi programını uygulayamayan, siyasi ve ekonomik istikrarsızlıktan kurtulamayan büyük sermaye ta 1980'lerin başlarından beri ilk kez parlamentoda rahat bir çoğunluğu olan, güçlü ve egemen sınıfın her isteğini hayata geçiren bir hükümet buldu.
İslam değil, sermaye
Bu hükümet, her şeyden önce, kendisini İslamcı zanneden ve devirmek için her şeyi yapmaya hazır olan Kemalistlerle ve orduyla gereksiz yere kapışmayacağını, istikrarsızlık yaratmayacağını gösterdi, egemen sınıfın güvenini kazandı.
Ardından, egemen sınıfın en temel amaçları olan iki konuda emin adımlar atmaya başladı. Birincisi, yıllardır sorun olan, aksayan, topallayan İMF siyasetlerini tıkır tıkır uygulamaya başladı: özelleştirme, orman yasası, geçmek üzere olan Kamu Reformu Yasası, vs, vs. İkincisi, Avrupa Birliği'ne girme konusunda tüm sorunları tıkır tıkır çözmeye başladı. Bugüne kadar hiçbir hükümetin üstüne gitmeye bile cesaret edemediği Kıbrıs sorunu bir çırpıda çözülüverdi, anayasa değişiklikleri yapılıverdi, ulusal sorunda gerginlik azaltılmaya çalışıldı.
Üstelik, bütün bunlar, Kemalistleri, tüm milliyetçileri, askerleri çılgına çeviren, bir kısmı onyıllardır tabu olan bu uygulamalar çok fazla maraza çıkartmadan, kimseyle fazla kavgalaşmamaya çalışarak, büyük bir ustalıkla uygulandı. Hemen hemen tüm grevler ertelendi, yoksul taşralı çocukların eğitimini etkileyecek olan yeni YÖK yasası geçirildi.
Bu siyaset ve uygulamaların hiçbirinin İslamla, şeriatla, perilerle, cinlerle hiçbir ilişkisi yok. Bire bir büyük sermayenin çıkarlarının uygulanması, sermayenin önündeki engellerin kaldırılması.
Laiklik değil,
sınıf muhalefeti
AKP, 'laik cephe'nin saldırısı altında kaldığı için daha demokrat, devlet güçlerine daha 'muhalif' görünüyor ve halkın gözünde tam da bu nedenle prestij kazanıyor. Bu prestij sayesinde, egemen sınıfın tüm taleplerini hiçbir direnişle karşılaşmadan uyguluyor.
Uyguladığı siyasetlere muhalefet etmesi gerekenler ise, hâlâ Emine Hanım'ın ayakkabılarıyla, bilmem kimin bilmem nereye çarşaf giyerek girip girmediğiyle uğraşıyor.
AKP egemen sınıfın partisidir. Buna karşı sınıf muhalefeti yapılmalıdır. Hayalî bir şeriatçılığa karşı yapılan laik muhalefet hayalî bir muhalefettir, hiçbir başarı şansı yoktur. AKP'nin tabanı yarın sınıfsal nedenlerle AKP'den koptuğu zaman, bu partiye sınıfsal nedenlerle muhalefet edenlerin yanına gelecektir, laiklik yaygaraları koparanların yanına değil.

Koç ailesi AKP’ye oy vermiş
Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, her projelerini anlayışla karşılayan Kadir Topbaş'ın başkan seçilmesine sevindiklerini belirterek, 'Biz de oyumuzu kendisine verdik' dedi
Koç Holding Şeref Başkanı Rahmi Koç, yerel seçimlerde oylarını aile olarak Kadir Topbaş'a verdiklerini söyledi. Rahmi Koç, oğlu Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç ile birlikte dün Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş'a tebrik ziyaretinde bulundu. Topbaş, yaptığı konuşmada, ülkede ciddi anlamda istihdam alanı oluşturan ve birçok sektörde imzası olan Koç Grubu'nun yeni yatırımlara adım atmasını arzu ettiğini kaydetti.

Roni Margulies

BİZE GÖRE

Keriz yok! Kriz var!
Hükümet geçenlerde bir iktisat kongresi düzenledi. Usulden olsa gerek, sendikalar da dinlendi. Sonuç ne peki? IMF ile yola devam: Koca bir sıfır yani. Bir de sağolsunlar, işsizlik ve istihdamın önemli sorunlar olduğunu açıkladılar. Sorunlar, uyguladıkları politikaların sonuçları değilmiş gibi sanki!
Türkiye ekonomisi 9 Nisan ile 9 Mayıs tarihleri arasında yüzde 15'lik bir devalüasyon yaşadı. Satın alma gücümüz bu oranda azaldı yani. Cari açık, tarihi seviyeye ulaştı. İlk dört ay için 5.5 milyar dolar olarak açıklandı. Dolar ve faiz tırmanışa geçti, sıcak para apar topar gitti, üstüne üstlük, dünyada petrol fiyatları son 10 yılın en yüksek düzeyine yükseldi, yetmedi, ABD faizleri artıracağını bildirdi. Yönetenler ne dedi? Ekonomi vekilleri, televole ekonomistleri ve tabii IMF direktörleri "Ekonomi tıkırında" demeye devam etti.
2003 yılında, cari, yani kabaca alacak verecek hesabındaki açığın tamamı 6.8 milyar dolardı. Bu yılın ilk dört ayında bu rakam 5.5 milyar doları buldu. IMF'nin öngörüsü, açığın yıl sonunda 12 milyar doları bulacağı. Açığın kapatılabilmesinin birkaç yolu var. Sıcak para girişi veya dış borçlanma! Ya da hedeflerlin gözden geçirilerek ekonominin küçülmesinde karar kılınması. Sıcak para beklenmiyor. Diğer iki ihtimalin faturası açık: artan işsizlik ve yoksullaşma.
Zaten fabrikalar kapanıyor, durmadan işçi çıkarılıyor, üretim zaten geriliyor. Parasal politikalarla kur kontrol ediliyor, ithalat vs. artıyor ama borç da artıyor. Yani ekonomi kağıt üzerinde 'hormonlu büyüyor!'. DİE, kişi başına dağılan milli gelirin 3 bin 500 dolara çıktığını açıklıyor ama kimseye 3 bin 500 dolar düşmüyor; çünkü gelir dağılmıyor! 13 milyon işsizin olduğu bir ülkede bu tür rakamların hepsi yanıltıcı. Hükümet, kaptırmış kolunu IMF'ye, maval okuyor. Emekçiler bal gibi krizi yaşıyor.
İnsanın aklına, makyajının bozulmasını istemeyen hükümetin YÖK krizine yol açarak, başarısızlığını siyasi bir nedene bağlamak isteyebileceği geliyor!

Cem Hire