Sosyalist İşçi 224 (23 Eylül 2004)

 

Sayfa 14: Not Defteri

YENİ BİR SOL ÜZERİNE TARTIŞMALAR
Gelme Bush kampanyası ve "soldan eleştiriler"

BAK’ın yürüttüğü "Gelme Bush" kampanyası politik etkileriyle hala gündemde. Türkiye'de yapılan NATO Zirvesi'ne yönelik tüm tepkilere damgasını vurdu. Bu kampanya ve Küresel BAK politik etkileri nedeniyle tartışılmakla birlikte, aynı zamanda bazı solcuların örgütlenme ve mücadele yöntemleri üzerine yaptıkları tartışmalara da konu oldu.
Son dönemde özellikle Birgün gazetesinde ve internet üzerindeki bazı forum ve mail gruplarındaki bazı tartışmalarda Gelme Bush gibi kampanyaların "solun intiharı" olacağı iddiasından, kökenini pek bilmediğim ama bana çok uydurma gelen "Pop Solculuk" nitelemesine kadar ilginç yorumlar var. Bu yazılarda kullanılan "jargon" ve klişe ifadelerden "radikal sol" veya "sosyalist" bir tavırla yorumlar yapıldığı anlaşılıyor. Temel iddialardan biri şu anladığım kadarıyla:
"Sosyalistler 'Gelme Bush' gibi bir sloganla emperyalizmi ve kapitalizmi örtbas eden ve kitleler üzerinde yanılsama yaratan bir propaganda yapıyorlar. Bu da mücadelenin devrimcileşmesini (ya da sistem karşıtı hale gelmesini) engelliyor". Bu arkadaşlar kitlelerin karşısına geçip kapitalizm ve emperyalizm analizleri yaparak, sonra çözüm yolunun ne olduğunu onlara en devrimci tarzda anlatarak, sonra en devrimci sloganlarla onları yanımıza çekerek, savaşı böyle durdurup, yeni bir dünyayı böyle kurabileceğimizi düşünüyorlar herhalde. Böyle düşünüyorlarsa gerçekten dehşet!
1917 Devrimi "Ekmek İstiyoruz" sloganıyla başladı
Dünya tarihine damgasını vuran bazı büyük devrimleri hepimiz biliriz. Bunlardan birisi 1917 Ekim Devrimi'dir. Bu devrime yol açan hızlı olaylar dizisinin ana halkası olan 1917'nin başındaki Şubat Devrimi "Ekmek İstiyoruz" sloganıyla yürüyen işçilerin hareketinin kitleselleşmesi sonucu ortaya çıktı. Sol örgütler ise bu talebe burun kıvırmadan hareketi tüm güçleriyle desteklemeye başladılar. Yani bu devrim Lenin'in üyesi olduğu Bolşevik Parti veya herhangi başka bir partinin sol, sosyalist propagandasıyla başlamadı. "Ekmek İstiyoruz" sloganları kitlelerin hayati ve öncelikli bir talebi olduğu ve ilk ayaklanmanın ana sloganı olduğu için sanırım hiçbir aklı evvel devrimci "bakın ama, mesele sadece ekmek meselesi değil, kapitalizm var, emperyalizm var vs. vs." gibi bir nutuk atma şansı bulamamıştır. Düşünsenize, sosyalistin biri ekmek için Çar aleyhinde öfkeli sloganlar atılırken "Ya, bakın Çar nedir ki, o sistemin bir parçasıdır" diyor. Komik ama yani mantık gerçekten buraya gidiyor. Kitle gösterilerinde, savaş karşıtı eylemlerde çıkıp Komünist Manifesto veya Kapital cümleleri kuracak değiliz herhalde.
Devrimci slogan - reformist slogan
Sorun kullanılan sloganların basitliği, popülerliği vs. değil, politik süreçler içindeki anlamıdır. Bazen çok keskin ve devrimci görünen sloganlar gerici bile olabilir, en basitinden işe yaramaz olabilir. Ama bazen çok basit görünen bir slogan devrimci olabilir. Bugün küresel kapitalizmin küresel saldırısının en keskin, en yıkıcı saldırısı ABD tarafından gelmektedir. ABD'nin bu saldırısı dünyadaki her bir bireyi ayrımsız bir şekilde öncelikli olarak ilgilendirmektedir. ABD saldırısı durdurulmadığı, engellenmediği, yavaşlatılmadığı takdirde bu yıkıcı saldırının genişlemesi her türlü ekonomik, demokratik, yaşamsal hakkımızın elimizden gitmesine sebep olacaktır. Bu yüzden bu büyük yıkıcı gücü durdurmak günün en devrimci görevidir. Bu yıkıcı politikaların mimarı ve en büyük sembolü olan ABD Başkanı George W. Bush önemsiz bir şahsiyet değildir. Çok çok önemlidir. Onu yıpratmak, onu alaşağı etmek, onu gittiği her ülkeden kovmak, onun hakim kılmaya çalıştığı fikirleri alay konusu haline getirmek çok devrimci bir iştir. "Gelme Bush" sloganı bu yüzden çok devrimci bir slogandı. NATO zirvesine karşı alternatif olarak önerilen diğer sloganlar, örneğin "NATO'ya Hayır" sloganı neden daha sosyalist veya devrimcidir? Yani bu slogan şöyle daha ciddi, daha büyük hedefli, daha ne bileyim, iri bir slogan olduğu için mi? Aksine bu slogana kolaylıkla "reformist" denilebilir. NATO'yu durduracaksın da ne olacak? ABD yönetimi granit gibi yerinde kaldığı sürece istemezse BM'yi iplemez (ki bunu gösterdi), isterse NATO'yu genişletir, isterse yeniden yapılandırır. Bu yüzden soğuk savaşın stalinist sol döneminden genlerinde kalmış reflekslerle NATO'ya karşı çıkmayı esas öncelik olarak görenler asıl reformist gibi göründüler bize de.
"Gelme Bush" sloganına iki kesim karşı: ABD'li Muhafazakarlar ve bazı Türk solcuları!
Bazıları ise sırf Küresel BAK'a çamur atma vesilesi oldu diye Küresel Barış ve Adalet metnini imzalayan bazı kişilerin ABD seçimlerinde Bush'a karşı Kerry'yi desteklemesinden yola çıkarak, sırf “Gelme Bush” diyenlerin "biz ne ettik?" demelerine yol açacağı için seçimleri Kerry'nin kazanmasını istediğini yazabiliyor açık açık (Bu da sendika.org sitesinden bir yazı!). Yani ABD seçimlerini Kerry kazansın da bizim “Gelme Bush”cuların aklı başına gelsin!.. Niye? Çünkü Bush'la uğraşmak savaş karşıtı hareketi sistem dışı ve sistem karşıtı olmaktan alıkoyuyormuş. Aynı mantıkla bu arkadaşların da desteklediği 12 Eylül karşıtı kampanyayı da eleştirebiliriz: Darbeciler yargılanacak da ne olacak? Kenan Evren de kimdi, sistemin bir piyonuydu sadece. Gitsin Kenan Evren, gelsin Turgut Özal… Öyleyse Sendika.org yazarı Kenan Evren’i desteklemeli.
Pop solculuk
Söz konusu "radikal" yazıların ikinci ana vurgusu “Gelme Bush” kapmayası ve diğer kampanyalarda kullanılan sloganların, logoların, dövizlerin, atılan sloganların, kortej şeklinin, kortejde yürüyüş şeklinin "pop" olması (bazıları böyle ifade ediyor gerçekten). Barışarock hakkındaki bir yazıda da "Cenova'dan kalkan tren Türkiye'den geçmez" gibi bir şey denmişti. Yani deniliyor ki, böyle sevimli olacağız diye uğraşırsanız, devrimci söylemi eğip büker, kitlelerin politikayı algılayış biçimini burjuva popüler kültürünün, onun medyasının ve sairesinin etkisi altında bırakırsınız.. Bir de tabi, "bunlar Türk kültürüne uygun değil" hikayesi.
Bu tür eleştiri sahipleri de yine stalinist, popülist ve milliyetçi solun tüm olumsuz geleneğini hala yaşamaya devam etmektedirler. Tüm bu sol gelenek hep "devrimci milliyetçilik", "devrimci ciddiyet", "devrimci keskinlik" gibi aslında sosyalizm geleneğinde olmayan kavramlar ve alışkanlıklar üretmiştir. Hangi devrimde veya büyük halk hareketinde görülmüştür sadece ve sadece ciddi ve sert olan sloganlarla, sadece ve sadece sert yazı tipleriyle yazılmış tuğla gibi pankartlar taşıyan, sadece devrimci marşlar söyleyen "beşerli kortej" halinde yürüyen kitleler? Böyle bir şey yoktur. Ne geçmişte ne de günümüzde. Böyle şeyler eski solun resmi tarihinde vardır sadece. Son yılların en büyük hareketlerinden biri olan Arjantin'deki isyanda Devlet Başkanını helikopterle kaçmaya zorlamak, otoyolları kuşatmak, fabrikaları, marketleri ele geçirmek gibi "ciddi" işler yapan insanların yürüyüş kortejlerindeki düzensizlik ve karmaşa (!) onların yaptığı işlerin ciddiyetini mi azalttı?
Türkiye'deki “Gelme Bush” kampanyası veya benzer diğer çalışmaları yapanların kullandıkları yöntemler ve araçlar ABD emperyalizmine karşı mücadelenin kitleselleşmesini sağlayan yöntemler ve araçlardır. Bu yüzden ne kadar çeşitlendirilseler azdır.
"Cenova'dan kalkan tren" meselesi ise dar görüşlülüğün ve milliyetçiliğin bir ifadesidir. Bu sol böyle kaldıkça Cenova'dan, Seattle'dan, Londra'dan, Buenos Aires'ten, Brezilya'dan, Bağdat'tan… İstanbul'dan kalkan trenler, neşeli şarkılarıyla başka bir dünyayı kurarken, bu solcuların da üzerinden geçmek zorunda kalacaktır maalesef.
Erkan KARA


Türk solunun harakirisi!!!
Sol kapitalizmi yok etmeye kararlıysa, harakiri yapmayıp da kılıcıyla burjuva ilişkilerine, sermayenin egemenliğine karşı mücadele edecekse, anti kapitalist hareketten öğrenmek zorunda. Öğrenmek için de bu hareketin anti kapitalist olduğunu öğrenerek işe başlamak zorunda.
Seattle'da başlayan hareket anti kapitalisttir. Sadece bir çok aktivistin kendisini bu terimle tanımlamasından dolayı değil üstelik. Eylemlere katılanların ezici çoğunluğu, kapitalizmi bir bütün olarak yerinden etmenin mümkün ve hatta belki de arzu edilir olduğunu düşünüyor. Yani, çevre sorunları, Üçüncü Dünya borçlanması, serbest ticaret vs gibi tek tek konularla ilgili kampanyalar örgütlese de zaman zaman çok daha genel kampanyalar da örgütlüyor. En önemlisi, kampanyaların aktivistleri farklı adaletsizliklerin ve küresel tehlikelerin birbiriyle bağlantılı olduğunu farkında. Bu yüzden, anti kapitalistler kapitalist sistem hakkında, köklü gelenekleriyle hareket eden dev gibi sol örgütler kadar keskin bir bilince sahip. (Aleks Collinicos, Anti-kapitalist Manifesto, sf.15-16, Literatür Yayınları, Ocak 2004.)
Hareketin sol eleştirmenleri, kapitalizmin Marksist analizini yapmadığı için hareketin niteliğini tartıştıklarında, akla, bu eleştirmenlerin kapitalizmi ne kadar analiz edebildiği geliyor hemen.
Anti kapitalist hareketin tekrar tekrar ders çıkartılması gereken bir önemli özelliği de kampanyalarında kapsayıcı olmayı "tercih" etmesi. Savaşa karşı 2003 yılında doruğa çıkan hareketlilik, bu yaygınlığını, savaş karşıtı organizasyonların, savaşa hangi nedenle olursa olsun karşı çıkan tüm kesim, örgüt ve bireyleri kapsamak konusundaki kıskançlığına borçluydu. Hareket bu kıskançlığında ısrarlı. Ama sol bunu anlamak istemiyor ve harakirisini devam ettiriyor. Irak'ın işgalinden sonra, savaşa karşı kampanyanın Bush'a odaklanması, aktivistlerin, savaşın kapitalist sistemle ilişkisini kuramamak gibi bir basiretsizliğinden kaynaklanmıyor. Tersine, bunun nedeni, Bush ve kabinesi, dev şirketler, sermayenin rekabeti, ABD emperyalizminin hegemonya girişimleri gibi bir dizi bağlantıyı büyük kitlelerin daha rahat kurabilmesi ve işgale ve emperyalizme karşı bir kampanyanın kitleselliğini sağlamada Bush isminin birleştirici bir odak olarak işlev görmesidir. Savaş karşıtı aktivistleri çok saf görmemek gerek, Bush'un tecavüzcü Coşkun'dan daha farklı bir rolü olduğunu, anti kapitalistler Bush'un skandal seçim zaferinden hemen sonra teşhir etmeye başlamışlardı. Sistemden kopuk bir Bush olamaz, Bush'un katilliği ve aptallığını teşhir etmek de hiçbir kampanyanın tek başına amacı olamaz. Bush sadece bir figüran olmamakla kalmıyor, emperyalizmin küresel hegemonya sorununa yanıt olan "Yeni Amerikan Yüzyılı projesi"nin kurumsal temsilcisi olarak öne çıkıyor. Bush'a karşı yaygın ve birleşik bir kampanya yapma becerisini "sistemi eleştirmiyorsunuz" diyerek eleştiren sol, eski solun geleneksel, soyut ve tek başına sistem eleştirisinin hiçbir sistem karşıtı bilinç geliştirmediğini görmeyerek harakirisine ısrarla devam ediyor.
Son olarak, anti kapitalistlerin eylemlerinde farklı eylem biçimlerini tercih etmesi, kortejlerde zıplanması ve ritmik sloganlar atılması da eleştirilerden nasibini alıyor. Bir çok eylemde bu kortejlerde bulundum ama hiçbir zaman zapt ettiğimiz alanı geçici olarak özgürleştirdiğimizi, bir anti iktidar yaratmayı hedeflediğimizi düşünmedim. Bu konuda savaş karşıtı aktivistlerden Memet Ali Alabora'nın dediği gibi, "Bizim buradaki meselemiz 'şenlikli siyaset yapacağız' deyip olayı bir reklam kampanyası hâline getirmek değil. Ama şu doğru; evet bu işin içinde şenlik de var, şölen de var. Biz aynı zamanda sokakta çok da eğleniyoruz. Ama bu, yaptığımız işin eğlenceli bir iş olduğu anlamına gelmez. Ciddi bir iş yapıyoruz; ama asık suratlı bir iş yapmıyoruz."
Buna şu fikri de ekleyebiliriz: askeri nizam yürüyüşler değil, soyut sloganlar değil, isteyen her savaş ve kapitalizm karşıtının içine girebileceği ve caydırıcılığı ve militanlığı kitlesellikte gören, somut sloganlar atarak öfkesini ve coşkusunu ifade eden bir kortej anlayışı. Bu türden kortejleri anti iktidar alanları olarak görenler, kortejlerin sloganlarının somutluğuna ve dile getirilen taleplerin güncelliğine bakmayanlar dörtlü sıra askeri kortejlerle soyut sloganlar atarak solun harakirisini derinleştirmekte serbestler. İktidar alanlarının sosyal devrimlerle yaratılabileceğini bilen bizler ise "Biz anti, anti kapitalistiz, kapitalizm öldürür, kapitalizmi öldürelim" demeye devam edeceğiz.
Şenol KARAKAŞ