Sosyalist İşçi 227 (19 Kasım 2004)

 

Sayfa 8-9: Orta sayfa

Filistin direnişi

Siyonisler ilk saldırıya geçtiklerinde Filistinliler hemen hemen hiç bir ciddi direniş gösteremediler. Ço daha güçlü silahlara sahip, eğitilmiş siyonist silahlı örgütler Filistin topraklarını işgal etmeye başladı ve Filistinli halk panik içinde kaçtı. Bölgede yaşayan 1 milyon 300 bin Filistinliden 1 milyonu Batı yakasına ve Ürdün’e kaçtı.
Daha sonra İsrail Başbakanı olan Golda Meir o günlerde "Filistinli diye bir şey yoktur" diyordu.
Gerçekten de bir yıl içinde Siyonist katliam Menahem Begin'in ifadesi ile İsrail'i "iki ayaklı hayvanlardan", yani Filistinli Araplardan, temizlemişti. Geriye kalan Araplar ise 50 yıl boyunca defalarca temizlik hareketlerine muhatap olmanın yanı sıra sistemli bir baskı altında kaldılar.
Ne var ki İsrail’in yayılmacılığı ve Filistin topraklarına el koyması burada bitmedi.
İsrail ilerki yıllarda Gazze ve Batı Yakası’nı daha sonra ise Suriye’nin Golan tepelerini ilhak etti. İsrail bugün hala bu bölgeleri işgal etmeye devam ediyor.
Filistin kurtuluş hareketi 1960’ların ortasında şekillenmeye başladı. Bu örgütlerin içinde en büyüğü olan El Fetih 1 Ocak 1965’de İsrail sınırları içindeki ilk eylemini gerçekleştirdi.
El-Fetih/FKÖ bu ilk eyleminin ardından 40 yıl boyunca Filistin halkının mücadelesini dünya kamuoyunun gündeminde tutmaya çalıştı ve bunda başarılı oldu. Dünya halkları fakat asıl olarak Ortadoğu halkları FKÖ sayesinde Filistin hareketi hakkında bilgilendi. Mücadeleye ilgi gösterdi.
Ne var ki, Filistin Kurtuluş hareketi hemen hemen hiç bir askeri-politik başarı elde edemedi.
Bunun başlıca nedeni Filistin hareketinin liderliğinin mücadelelerini sınırlamasıdır.
İsrail’in işgal ettiği bölgelerden kaçan Filistinliler başta Ürdün ve Lübnan olmak üzere bir dizi Arap ülkesine yerleştiler.
Ürdün’de, Lübnan’ın bazı bölgelerinde Filistinliler çoğunluk. Aynı şekilde Körfez’deki Arap şeyhliklerinde de işgücünün çok büyük bir kısmı Filistinlilerden oluşmakta.
FKÖ hemen hepsi krallar ya da diktatörler tarafından yönetilen Arap ülkelerinin yöneticilerini daima destek güç olarak gördüler. Bu ülkelerden para ve askeri destek sağlamaya çalıştılar.
Arap ülkelerinin yöneticileri ise Filistin hareketine parta verdiler ama daima kendilerinden, kendi ülkelerindeki politik gelişmelerden uzak tuttular.
Oslo süreci ile birlikte Filistin hareketi için yeni bir süreç başladı. ABD önderliğinde İsrail yönetimi ile masaya oturan Filistin liderliği büyük tavizler verdi ve bir karış toprak üzerinde kurulacak bir Filistin devletine razı oldu. Ancak, siyonist İsrail bu kadarına bile razı olmadı. Oslo anlaşması birinci intifadayı bitirirken Şaron Mescidi Aksa’ya yanında silahlı bin kişi ile yaptığı “ziyaret” ile ikinci intifada’nın tetiğini çekti.
Şimdi Filistin halkı bir kere daha yoğun saldırı altında. İsrail uöakları, helikopterleri, tankları her gün Filistinlileri çoluk, çocuk demeden katlediyor. Halkın direnme olanakları ise çok zayıf. Ama İsrail ne denli çok terör kullanırsa kullansın direnişi kıramıyor. Ve Filistin direnişi şimdi Irak direnişi ile birleşmiş durumda.
Filistin sorununun çözümü hiç bir biçimde İsrail’den geçmiyor. İsrail’in Filistin hareketi tarafından askeri olarak yenilmesi mümkün değil. İsrail dünyanın en büyük askeri güçlerinden birisi ve elinde nükleer silahlar var.
İsrail halkının Filistinlilerden yana tutum alması ve sorunun politik bir çözümle bitmesi de bazı koşullar oluşmadan mümkün değil.
İsrail siyonizm temelinde kurulmuş bir devlet. Bu devlette siyonizmi benim-semediğiniz takdirde yaşama alanı ve hakkı bulamazsınız.
İsrail’deki barış hareketi dahi savaşa karşı olmasına rağmen siyonizm temellidir yani İsrail devletinin varlık hakkını tanır. Bu ise yeni katliamlar, yeniden savaş demektir.
Filistin sorununun çözü-mü Ortadoğu’dan geçiyor. Ortadoğu ülkelerinde gerici Arap rejimlerinin yıkılması, bu ülkelerde güçlü emekçi hareketlerinin doğması, işçi sınıfı iktidarlarının kurumaya başlaması kaçınılmaz olarak İsrail’de de siyonizmin yıkılması anlamına gelecektir.
Siyonizmin yıkılması ise yeni bir birleşik, laik Filistin’in kurulmasını mümkün kılacaktır.
Özgür, laik bir Filistin ise bütün Ortadoğu için yeni bir başlangıç demektir.

Ariel Sharon bir süre önce Sabra ve İatila kamplarında olanlar için üzüldüğünü söyledi. Kendisine özür diler misiniz diye sorulduğunda “Ne için özür dileyeceğim” diye cevap verdi.
Sabra - Şatila kampları katliamı
Lübnan'ın Kuzeyindeki Hıristiyanlar arasındaki faşist Falanj örgütlenmesi uzun yıllar
boyunca İsrail'in desteğini aldı. Lübnan iç savaşı boyunca Falanjlar İsrail desteği sayesinde ayakta kalabildiler. Falanjlar için Filistinli düşmanlığı en önemli birleştirici konuydu. Bu ırkçı hareket FKÖ güçleri Beyrut'tan çekilirken İsrail tanklarının himayesinde daha önce FKÖ kontrolünde olan bölgelere girdi. 3 Eylül günü İsrail ordusu Beyrut'un Sabra ve Şatila mülteci kamplarını çevirdi ve ardından Falanj birlikleri kamplara girerek herkesi katletmeye başladı.
Katliam sürerken bir İsrail tankçı subayı bir falanjiste "kadınları ve çocukları niye öldürüyorsunuz" diye soruyor. Cevap şöyle: "Kadınlar çocukları doğurur. Çocuklar büyüyüp terörist olur!"
BBC'nin net bir şekilde kaydettiği gibi İsrail Ordu Radyosu Sabra ve Şatila kamplarındaki "temizlik" hareketinin İsrail Ordusu tarafından değil Falanjist birlikler tarafında yapılacağını duyurmaktaydı. Öte yandan Falanj lideri Beşir Cemayel ile katliamın başlıca sorumlusu ve o günlerde İsrail Savunma Bakanı olan Ariel Şaron birçok kez buluşmuşlardı.
Katliamın sonucunda 3 bin sivil Falanjlar tarafından soğukkanlılıkla katledilirken İsrail birlikleri ise tam anlamı ile katliama gözcülük yapmaktaydılar.
Şaron Sabra ve Şatila kampları katliamının sorumlusu olarak İsrail'de yargılandı ve suçlu bulundu. Hakkındaki bir başka dava ise halen Belçika'da sürmekte.
Katliamdan birkaç gün önce öldürülen faşist lider Beşir Cemayel şöyle diyordu: "Filistinliler çok fazla. Her gerçek Lübnanlı en az bir Filistinli öldürmedikçe rahat etmeyeceğiz." Falanjistlerin Sayda'da dağıttığı bildiri de ise şöyle denmekteydi: "Yakında Lübnan'da tek bir Filistinli kalmayacak. Onlar imha edilmeleri gereken mikrop-lardır."

Filistinlinin yoksulluğu
Sürdürdüğü sürekli askeri işgal sayesinde israil Filistin Otoritesi’ndeki tüm ekonomik yaşamı kontrol ediyor.
Bu askeri-ekonomik kontrolün sonucunda 257 bin Filistinli işsiz kaldı.
Filistinliler arasındaki işsizlik oranı yüzde 57.
Filistin ekonomisi İsrail’de çalışanların işlerini kaybetmeleri yüzünden her gün 3.6 milyon dolar kaybediyor. Kişi başına düşen gelirde ise yüzde 53’lük bir kayıp oluştu.
Siyonistlerin son saldırısı ile bütün bu kayıplar katlanarak artmakta.

Barış süreci Siyonist yayılmayı hızlandırıyor
Oslo süreci başlamadan önce Batı yakasında 32 bin 750 konut vardı. Oslo süreci başladığından beri 20.371 konut daha yapıldı. Yani Batı Yakasına Siyonist yerleşim yüzde 62 oranında arttı. Bu konutlarda 110 bin kişi vardı bu sayı şimdi 195 bine çıktı.
Doğu Kudüs'e 150 bin kişi yerleşti.
Gazze şeridinin etrafı ikinci bir sıra dikenli tel ile çevrildi.
Filistinlilere ait 50 bin ağaç söküldü. Binlerce dönüm toprak askeri nedenlerle ve yol yapılacağı gerekçesi ile istimlak edildi. 2000 ev yıkıldı.

Ain El Helweh katliamı
Lübnan'ın işgalindeki tek katliam Sabra ve Şatila katliamı değil. İsrail'in işgalindeki Galile bölgesinden kaçan Filistinliler Lübnan'da Sayda kenti yakınında bir çadır kent kurdular. Bu çadır kent zamanla minyatür bir Galile biçimini alırken 80 bin Filistinli buraya yerleşti.
6 Haziran 1982'de İsrail uçakları sabah saat 5.30 Ain El Helweh'yi bombalamaya başladılar. Bombardıman 10 gün sürdü. Sonunda İsrail'den getirilen buldozerlerle bu minyatür Galile kenti dümdüz edilerek yıkıldı.

Bir kasabın portresi
Ariel Şaron. Bugünlerde İsrail Başbakanı. Daha önce çeşitli bakanlıklarda bulundu.
14 yaşında Siyonist terör örgütü Haganah'a katıldı. Haganah içinde Filistinli sivillere dönük çeşitli terör eylemlerinde yer aldı. Ünlü 101. Birlik'in komutanlığını yaptı.
101'inci Birlik Şaron'un komutasında 1953'de Batı Yakası'ndaki Kibya Köyüne saldırdı. Bu saldırıda yarısı kadın ve çocuk olan 69 sivil öldürüldü 45 ev yakıldı. 26 Ekim 1953'de ABD Dış İşleri Bakanlığı bu katliamda öldürülenlere baş sağlığı diledi ve sorumlularının yargılanmasını istedi!
1956'da Sina Yarımadası'nda savaştı. 270 savaş esirini öldürdü. Bu öldürülenlerin bir kısmı Mısır'da çalışan Sudanlı yol işçileri idi.
Şaron'un birliğindeki bir yüzbaşı olayı şöyle anlatıyor:
"Hepsini öldürdük. Biri yaralı bir biçimde kaçtı. Sonra dizlerinin üzerinde geri döndü. Susamıştı. Onu da ölü yoldaşlarının yanına gönderdik."
1971 Ağustos'unda Gazze'de 2 bin konutun yıkılarak 12 bin kişinin evsiz kalmasını sağladı. Bu yıkıma direnen yüzlerce genç erkek tutuklanarak Ürdün'e yollandı. 104 Filistinli öldürüldü. 600 Filistinli aile zorla Sina çölüne yollandı.
6 Gün savaşında İsrail Ordusu'nun Güney Komutanıydı.
Daha sonra Savunma Bakanı oldu. Onun bakanlığı sırasında (4 Temmuz 1982 - 15 Ağustos 1982) 29.500 sivil İsrail Ordusu Tarafından öldürüldü. Bunun yüzde 40'ı çocuktu.
Sabra ve Şatilla kamplarına Ketayibin (Lübnan faşist örgütlenmesi) saldırısını örgütledi. Faşist liderlerle defalarca görüştü. Kızıl Haç'a göre Sabra ve Şatila kamplarında 2 bin 400 kişi öldürüldü. Ertesi gün 350 ceset daha bulundu. Ölü sayısı 2.750'ye çıktı. İsrail Ordusu ölü sayısının 700-800 kadar olduğunu iddia ediyor.
İsrail'de kurulan İzak Kahan (İsrail Yüksek Mahkemesi Başkanı) komisyonu Ariel Şaron'u Sabra ve Şatila kampları katliamından dolayı suçlu buldu.
1990-92'de Bayındırlık ve Konut Bakanı oldu. 2001'de Başbakan oldu ve Filistinlilerin toplu katliamını planladı. Yüzlerce Filistinlinin terör eylemleri ile öldürülmesinin sorumlusudur.
Aşırı sağcı Tsomet Partisi militanlarına yaptığı konuşmada:
"Hepiniz koşun. Mümkün olduğunca çok tepeyi ele geçirin. Şimdi ne ele geçirirsek hepsi bizim elimizde kalacak. Ele geçiremediğimiz her şey onlara gidecek" dedi.


Simge bir önder
El Fetih Örgütü'nün İsrail Devleti'ne karşı 1965 Ocak ayında gerçekleştirdiği ilk silahlı eylemden bu yana, tam kırk yıldır, Arafat Filistin kurtuluş mücadelesinin önderi ve simgesi oldu. Bu dönem içinde, Arafat'ın solunda ve sağında bir dizi alternatif isim çıktı, fakat hiçbiri hareketin tümünün temsilcisi olmayı başaramadı.
Filistin mücadelesinin 40 yılına baktığımızda, askerî, siyasî veya diplomatik alanlarda Arafat'ın tek bir önemli başarısı olmadığı söylenebilir. Oslo barış görüşmelerinde önerilen avuç içi kadar alanda bile olsa, hala bir Filistin devleti yoktur, Filistinlilerin ezici çoğunluğu hala kamplarda ve sürgünde yaşamaktadır, İsrail devleti kendi sınırları içinde ve dışında Filistinlilerin haklarını hala tanımamaktadır.
Bütün bunlara ve kesintisiz yenilgi görüntüsüne rağmen, Arafat ve Filistin halkı son dönemde başka hemen hemen hiçbir ezilen halkın (örneğin İrlandalıların, Baskların, Şıhların) başaramadığını başarmış ve başarmaktadır: İsrail Devleti'nin kurulduğu 1948 ile 1965 arası yıllarda dünyanın haberdar bile olmadığı Filistin sorununu bölgenin ve dünyanın gündemine sokmuşlar, gündemden hiç düşmemesini sağlamışlar ve bu sorun çözülmeden bölgede kalıcı bir barışın sağlanamayacağına dünyayı ikna etmişlerdir.
Bu başarı olmasaydı, Filistin halkı çoktan Amerika'nın kızılderilileri veya Avustralya'nın Maorileri gibi olmuş olacaklardı; dışarıdan gelip kendi topraklarında devlet kuranlar tarafından yok edilmiş, ulus olarak hakları ortadan kaldırılmış, emperyalizmin tarihinin acı şanssızlıkları kategorisine düşmüş bir halk olacaklardı.
Dahası, Arafat ve FKÖ (ve elbet Filistin halkı) tarihten silinmemeyi, gündemden düşmemeyi dönemin en güçlü emperyalist gücünün ve onun en güçlü müttefiğinin tüm çabalarına rağmen başarmışlardır. Filistinlileri yok edip susturarak Orta Doğu'yu sütliman hale getirmenin, sadık krallar, şeyhler ve diktatörler tarafından yönetilen, çıt çıkmayan bir bölge haline getirmenin Amerika ve İsrail için ne kadar önemli olduğu düşünülürse, Filistinlilerin başarısı daha kolay anlaşılır. (Benzer bir başarının Türkiye topraklarında yaşandığını bilmem belirtmeye gerek var mı).
Arafat eleştirileri
Arafat 40 yıl boyunca sayısız eleştiriye maruz kalmıştır. Bunları üçe ayırmak gerekir. Soldan gelen eleştiriler, İsrail ve dışındaki aydınların eleştirileri ve Filistin hareketinin içinden eleştiriler.
Arafat devrimci, sosyalist veya marksist değil, bir ulusal hareketin önderidir. Hayattaki tek amacı, bir Filistin devletinin kurulması olmuştur. Bu devletin biçimi, demokratik olup olmaması, emperyalizme darbe vurmak, İsrail Devleti'ni yok etmek gibi kaygıları yoktur. Bunlar, ulusal hareketleri ille de ilerici veya marksist zanneden veya böyle olmaları gerektiğini düşünen solcuların kaygılarıdır. FKÖ'yü kurmadan önce müteahhit olan Arafat'ın (ve yakın çevresinin) ise bu tür kaygıları yoktur; ulusal hareketin çıkarları doğrultusunda gereğinde diplomasi yapmıştır, gereğinde ödün vermiştir, çok zaman solculara "satıyor!" dedirten işler yapmıştır. İnanmadığı ve inandığını iddia etmediği bir amacı satması mümkün olmadığına göre, bu tür eleştiriler anlamsızdır.
İsrail ve Avrupa'da, özellikle son yıllarda, Arafat'ın diktatör olduğu, antidemokratik olduğu, başında bulunduğu Filistin yönetiminde yolsuzluk yapıldığı, artık Filistinlilere yeni bir önder gerektiği eleştirileri yaygınlaşmıştır. Üstelik bu eleştiriler, Arafat yıkıntılar arasında ev hapsinde yaşarken yapılmaktadır. Bu tür eleştirileri yapmak, doğruluk payı ne kadar olursa olsun, Filistinli olmayanlara ve özellikle de İsraillilere düşmez. Birincisi, Arafat tüm Arap dünyasında tek seçilmiş başkandır. İkincisi (ve daha önemlisi), Arafat ve Filistinliler insanlık dışı boyutlara varan bir saldırı altındayken, Filistinli olmayanlara düşen bu saldırıyı kınamak, direnenlere mümkün olduğunca yardım etmektir. Ölüm kalım mücadelesi veren bir halka, "Sizin başkanınız demokratik değil, beğenmiyorum, değiştirin" demek soyut ve anlamsız bir densizliktir.
Filistin hareketinin içinden, özellikle Edward Said gibi Filistinli aydınlardan gelen eleştiriler ise, Arafat'ın kişiliğine yönelik değil, siyasi eleştirilerdir. Ne yapmak, nasıl yapmak gerektiği, örneğin Oslo sürecinde ne ödünler verip vermemek gerektiği ile ilgili eleştirilerdir. Bunlar, mücadele içinde, canlı bir hareketin kendi içindeki tartışmalardır. Hareketi kayıtsız şartsız destekleyenler, hareketin karar ve seçimlerini saygıyla karşılayanlar elbet bu tartışmalara katılırlar. Ama hareketin kendine simge ettiği kişinin sorgulanmasıyla başlayan bir tartışmayı hareketin hiçbir unsurunun ciddiye bile almayacağı açıktır.
Roni MARGULİES