Sosyalist İşçi 229 (13 Ocak 2005)

 

Sayfa 12:


Avrupa’da ırkçılık ve yabancı düşmanlığı:
Avrupa Hristiyan kimliği ve İslam

Avrupa'da yaşayan Müslümanların sayısının 13 - 25 milyon arasında olduğu tahmin ediliyor. Ancak Müslüman azınlığın net bir tanımı olmadığı ve birçok ülkede kişi haklarını koruyan yasalar nedeniyle dini aidiyetler resmi belgelerde yer almadığı için, kesin bir veri yok. Bu konudaki veriler çoğu kez ülkeler bazında ele alınıyor, böylece aslında heterojen bir topluluk oluşturan göçmen işçiler, homojen bir topluluk gibi ele alınıyor. Avrupa'da yaşayan Müslüman azınlığın çoğu bulundukları ülkelere entegre olmuş durumda. Buna rağmen, siyasi alanda yeteri derecede temsil edilmiyorlar.
Avrupa'da Müslüman azınlık
Müslümanların Avrupa'ya yabancı olduğu, tartışmalı bir iddia. Müslümanlık daha 8. yüzyılda Avrupa'ya adım atmış ve İspanya'daki varlığını 15. yüzyılın ortasına kadar sürdürmüştü. Bugün de İspanyol kültürüyle sentez halinde izlerini sürdürüyor. Balkanlar'daki Müslüman nüfusu azınlık kavramı ile açıklamak ise olanaklı değil.
Müslümanların uzun yıllara dayanan Avrupa'daki varlıkları, 11 Eylül sonrası bir tehdit olarak görülmeye başlandı. Christian Broadcasting Network (Hristiyan Yayım Şebekesi) editörlerinden Dale Hurd, Avrupa'nın Araplaştığı öcüsünü bir adım ileriye götürüyor: "Ortadoğu'daki bir çok Araptan farklı olarak, Avrupa'daki Araplar oy kullanabiliyor. Ve siyasi nüfuzları arttıkça, Avrupa'nın daha çok anti-semit, daha çok anti-İsrail, daha çok anti-ABD olması olası... Avrupa'nın üzerinde medeniyetler çatışmasının gölgesi dolaşıyor." Böylece Arap kimliği, bireysel düşüncelerinden bağımsız olarak genel bir anti-semit, anti-ABD olma durumuyla özdeşleştirilirken, ABD karşıtı bir duruşa sahip olmak da, ideolojik bir şekilde Avrupa değerlerine karşı olmakla eşdeğer görülüyor. Burada ayrıca Müslümanlık, Arap olmakla özdeşleştiriliyor.
Bush'un ve Blair'in Afganistan ve Irak'a karşı savaşları İslam düşmanlığının yaygınlaşması ve yükselmesine önemli ölçüde yardımcı oldu. Savaşları meşrulaştırma telaşı içinde olan Washington, 'fanatik', 'terörist', 'köktendinci' gibi tanımlamalarla, 'radikal' İslamın ve Müslümanların küresel bir tehdit oluşturduğu kanısını yaygınlaştırdı. 'Şer ekseni' olarak tanımlanan odaklara karşı mücadele, 21. yüzyılın küresel güvenlik anlayışının merkezini oluşturmaya başladı. Böylece bir yandan emperyalist savaşlar meşrulaştırılırken, öte yandan savaşa ve işgale karşı direniş ve bu amaçla dayanışma kırılmaya çalışılmakta. Ebu Garip Hapishanesi'nde veya Guantanamo'da Müslüman tutuklulara yapılan işkencelerin meşrulaştırılması için, işgale karşı direnen bu tutukluların insani değerlere sahip olmayan, özgürlükleri tehdit eden varlıklar olarak tanıtılması gerekiyor.
Avrupa Birliği, ABD'nin evrensel insan hakları değerlerini çiğneyen uygulamalarına itiraz etmesine karşın, 11 Eylül 2001 saldırıları sonrasında, temelinde 'İslam tehditi' olan stratejik güvenlik yaklaşımını benimseyerek, güvenlik ve dış politikasını Washington'ın bu konseptiyle tamamen uyumlu bir şekilde oluşturdu. Böylece İslam, Batı değerlerini ve özgürlüğü tehdit eden şiddet ve terör ile özdeşleştirilerek, açık kurumsal ayrımcılık ve ırkçılık AB adalet mekanizmasına monte edildi. Tüm Müslümanların potansiyel olarak terörle özdeşleştirilmeleri büyük bir haksızlık, ve ırkçılıktan başka bir şey değil.
'Avrupa değerleri'ni oluşturan normlar içinde Hristiyan inancının önemli bir rol oynadığına dair inanç oldukça yaygın. Papa bu konuda şunları söylüyor: "İleride nasıl şekillenirse şekillensin, ...AB, Avrupa'nın kişi fikir ve özgürlüklerinin beşiği olduğunu ve bu fikirlerin oluşmasının, Avrupa toprağının derinliklerine Hristiyanlık tohumunun ekilmiş olmasından kaynaklandığını unutmamalıdır... Avrupa, Hristiyan kökeninden aldığı dünya görüşünün yüce ilkelerine dayandığı sürece, geleceğe güvenle bakabilir."
'Hristiyan kimliği'nin yücelik ve özgürlük fikriyle özdeşleştirilmesinin, Vatikan'ın yaklaşımındaki naifliğin ötesinde, gerçek yaşamda politik karşılığı var.
Liberalliğiyle ünlü Hollanda'da, Müslümanlara karşı düşmanlığını gizlemeyen film yapımcısı Theo van Gogh'un geçen Kasım'da Faslı bir Müslüman tarafından dini motiflerle öldürülmesi, bu ülkede tüm Müslümanlara karşı geniş bir saldırının başlamasına yol açtı. Van Gogh'un öldürüldüğü yerde anısına bırakılan mektuplardan birinde "Düşmanlar aramızda yaşıyor" yazarken, bir başkası da "İşte İslamın gerçek yüzü" diyordu. Van Gogh'un ölümünün arkasından bir çok azınlık binası ve cami kundaklandı. Bu şiddet dalgası sırasında devlet yetkilileri, Müslüman azınlığa yönelmiş şiddeti meşru gösteren açıklamalarda bulundu. Hollanda'da yaşananlar, tüm Avrupa'da yaşanıyor.
Müslüman günah keçileri
11 Eylül saldırıları sonrası Avrupa'da başta Müslüman azınlık olmak üzere, göçmen işçilere karşı ırkçı saldırılarda bir sıçrama gözleniyor. 2002 yılında ırkçı, etnik ve dini motiflere dayalı Almanya'da 12.933, İsveç'te 2.391 ve Büyük Britanya'da 7.314 yabancı düşmanlığı içeren saldırı kayıtlara geçti. Çok sayıda saldırı istatistiklere yeterince yansımadığı gibi, diğer birçok ülkede bu istatistikler dahi tutulmamakta.
Müslüman günah keçileri oluşturulması projesi, sadece aşırı sağ ve muhafazakar çevrelerde değil, geniş halk yığınları içinde de tutmuşa benziyor. Hatta Fransa ve Almanya'daki başörtüsü tartışmalarına yakından bakıldığında, liberal eğilimli aydınlar ve muhalif güçler arasında dahi Müslüman azınlığa yönelik ayrımcılığa karşı hoşgörüye ve bunun haklı nedenlere dayandığına dair inanca rastlanabiliyor.
İngiltere 'Savaşı Durdurun Koalisyonu' (Stop the War Coalition) sözcülerinden Selma Yakub, 2003 yılında Müslüman azınlığa karşı yürütülen ayrımcılığı anlatmak üzere Londra'da katıldığı Avrupa Sosyal Forumu'nda, Fransız katılımcıların çok sert protestolarıyla karşılaştı. Öyle anlaşılıyor ki katılımcıları, Yaqoob'un İngiltere tarihinin en büyük savaş karşıtı eylemlerini düzenlemiş bir örgütün aktivisti ve sözcüsü olması değil, onun 'Müslüman kimliği' daha çok ilgilendirmiş. Yakub şaşkın bir şekilde şunları söylüyor: "Sadece başörtüsü takmamdan dolayı insanların bu şekilde tepki göstermelerinden gerçekten dehşete düştüm. Gerçekte beni çok altüst eden bir deneyimdi." Yakub'un deneyimi, daha üstün bir medeniyeti temsil ettiğini düşünen insanların yapabileceklerinin küçük bir göstergesi olurken, aynı zamanda ayrımcılığın nasıl kolaylıkla muhalif kesimlerin içine sızabildiğinin de kanıtı.
Nitekim Fransa'da başta ATTAC gibi toplumsal hareketler, Irak'taki direniş hareketinin Müslüman kimliği nedeniyle net bir savaş karşıtı tutum almamayı tercih etti. ATTAC'ın, savaşın emperyalist karakterine rağmen direnişçilerin inançlarına bakarak, savaş karşısında orta yolcu bir duruş sergilemesi, AB'nin İslam karşıtı politikalarının ne kadar etkin olduğunun en önemli göstergelerinden biri. Bu durum, sosyalistler açısından konuya ilişkin ideolojik ve politik bir mücadele verilmesinin önemini de gösteriyor.
F. Levent ŞENSEVER


Avrupa’da şovenizm ve faşizm
Günümüzde yeni ırkçı eğilim, bir ırkın diğerine biyolojik üstünlüğü yerine, etnik gruplar arasında kültürel farklılığa vurgu yapıyor. Özellikle Batı Avrupa gibi göç alan ülkelerde 'yabancı düşmanlığı' olarak yansıyan ırkçı yaklaşımlar da yaygın. Buna göre, insanların (Beyazlar), yabancı kültürden çok sayıda insanın (beyaz olmayanlar) varlığının, ülkelerinin karakterini olumsuz olarak değiştireceği yönünde 'korku'ya sahip olduğu ve bunun insanın doğasında olduğu vurgulanıyor.
AB'nin bir çok yetkili ağzından da sıkça duyduğumuz özel bir 'Avrupa kültürü' ve medeniyeti tanımını bu çerçevede ele almak gerekiyor. Geniş bir mutabakat temelinde Avrupa kültürünün başlıca özellikleri olarak, Yahudi-Hristiyan dini ve Roma-Yunan-Hellen medeniyetlerinin mirasıyla felsefe, sanat ve bilim alanlarındaki çağdaş gelişmişlik düzeyi vurgulanmaktadır. Bu kısaca "Batı medeniyeti" olarak ifade ediliyor. Aslında özellikle son döneme bakıldığında bu medeniyetin "Plato'dan Nato"ya uzandığını ve ekonomik olarak geri kalmış ülkelere 'medeniyet götürme' iddiasını silahla yerine getirdiğine tanık oluyoruz.
Resmi Avrupa kültürü iddiası Batı Avrupa'yı özel kılmaya yönelik bir elitizm ve bu coğrafyada yaşayan insanları, kürenin geri kalanından farklılaştırmaya yönelik bir şovenizm içermektedir. Homojen 'Avrupa kimliği' iddiasının arkasında, Schengen anlaşması yatıyor. Emperyal geçmişe dayanan tek Avrupa kültürü iddiası, ortak vize, ortak bir göç ve iltica politikası gibi uygulamalar için elverişli ideolojik bir zemin hazırlamakta, Avrupa kimliği, Schengen duvarlarının sıvası olarak kullanılmaktadır. Birlik sınırları etrafından ekonomik, politik, kültürel, dini ve demografik büyük çelişkiler, Schengen sınırının her iki tarafında iki ayrı dünya olarak kalıcı bir şekilde ayrıştırılıyor. Schengen sınırları içinde hapsedilen 'Avrupa kültürü'nün temel düşmanı olarak resmi ve gayrı resmi belgelerde radikal İslam, yoksulluk ve yoğun nüfus yer alıyor. İslam ve Müslüman azınlık potansiyel bir tehdit olarak görülüyor.
Böylece, Avrupa'nın İslam'la olan tarihi sınır çatışması yeniden hortlatılarak, aslen ekonomik ve toplumsal olan sorunlar, 'güvenlik' maskesi altında Beyaz bir Avrupa ekseninde ele alınıyor. Kültürel anlamda 'yabancı' olarak damgalanan azınlıklar dışlanarak, Schengen kalesi içinde örülen kültürel duvarların dışına itiliyor.
Sonuç olarak Avrupa kimliği üzerinden yükselen şovenizm, temel olarak bu coğrafyadaki sağ ideolojinin zaferine işaret ediyor. Türkiye'nin üye adaylığının niteliğini tartışma konusu yapan ve bu konuda en çok itirazın yükseldiği iki ülkenin Avusturya ve Fransa olması, Almanya'da Hıristiyan Demokrat Birlik Partisi (CDU) lideri Angela Merkel'in de bu koroya katılması tesadüf değil. Avusturya'da faşist Haider'in Özgürlük Partisi'nin (FPÖ) 1999 genel seçimlerinde yüzde 26.9 oy alarak, hükümet ortağı olduğunu; Chirac'ın 2002 başkanlık seçimlerinde, 1958'den bu yana en kötü sonucu aldığını, buna karşın faşist Le Pen'in yüzde 17 oy oranına ulaştığını anımsayalım. Bayan Merkel ise ülkesinde faşist DVU, REP, NPD gibi partilerin yerel seçimlerde kazandıkları başarıların yanı sıra, son iki genel seçimi kaybetmenin travmasını yaşıyor. Tüm bu ülkelerde Avrupa şovenizmi doruktayken, 'yabancı' ve 'misafir' işçiler en önemli seçim malzemesi.