Sosyalist İşçi 229 (13 Ocak 2005)

 

Sayfa 18: Kültür

SİNEMA: Yüzleşme
Yeşim Ustaoğlu üçüncü uzun metrajlı filmi olan "Bulutları Beklerken"in senaryosunu Yorgos Andreadis'in "Tamama" adlı eserinden etkilenerek yazmış.
Film mübadele tarihinin gizli kalmış olaylarına vurgu yaparken, asıl adı Eleni olan ve bir Türk aile tarafından evlat edinildiğinde adı Ayşe olarak değiştirilen bir Rum kadının kendi geçmişi ile yüzleşmesini anlatırken bizi de mübadele sürecinde yaşanan acı olaylarla yüzleştiriyor. Bir insanın yıllar sonra birden bire bambaşka bir dili konuşmaya başlaması fikrinin ve bu garip davranışın sırrının tarihin trajik olaylarında gizli oluşunun sorgulamasını yapmamıza yardımcı olması anlamında cesur bir film. 1916'da Karadeniz'de yaşayan Rumlar zorunlu bir göçe tabi tutulur. Mersin'e kadar süren bu tehcir sırasında bir çok aile paramparça olur, pek çok Rum ölür. Uzun yıllar bundan söz edilmiyor olması iki ülkenin suç ortaklığını, aynı yaptırımı vurguluyor.
Filmde Ayşe, asıl adıyla Eleni, ablası Selma'nın ölümüyle yapayalnız kalır ve bu ruhunda örtbas ettiği geçmişiyle yüzleşmesine neden olur. Yıllar önce annesinin ona emanet ettiği kardeşini kaderine terk etmiş olmanın vicdan azabını atamamaktadır. Ancak bütün bu süreç iyi bir sinemayla beslenemiyor ve bir çok boşluğu seyirci olarak zihninizde tamamlamak zorunda kalıyorsunuz.
Film Türkiye'nin bir üstü örtülü mevzusuna daha el attığı için bizleri minnettar bırakıyor ancak sinema anlamında pek de akmıyor, hatta boğucu olup inandırıcı sahnelerden yoksun kalabiliyor.
Kendisini evlat edinen ailenin son ferdi de ölünce Ayşe'nin Eleni olduğu zamanların tanığı kalmaz. O zaman Ayşe Eleni'ye dönüşür çünkü unutmaya karşı yapabileceği başka bir şey kalmamıştır. Filmin sonunda Eleni kardeşi Niko'yu bulur ve geçmişle yüzleşmesini tamamlar.
Film mübadeleye dair, Karadenizli Rumlar'a ne oldu, Yorgos Andreadis neden Türkiye'ye giremiyor gibi soruları sormamızı sağlaması açısından önemli. Artık azınlıklarla ilgili tabularımızla yüzleşmenin vakti olduğunun da göstergesidir.
Burçak BELLİ


"Amerikan Savaşı" ya da "Vietnam Savaşı"
2003'ün sonlarına doğru Metis Yayınları, Yaşadığımız dünya Dizisi'nin 32. kitabı olarak Amerikan Savaşı Vietnam 1960-1975 adıyla özellikle bir dönem çokça tartışılmış, üzerine onlarca kitap yazılmış Vietnam ya da Vietnamlılar'ın deyimi ile Amerikan savaşı ile ilgili bir kitap yayınladı. Kitabın yazarı olan Jonathan Neale'in kendi deyimi ile kitap savaşta yer alan köylülerin ve Amerikan erlerinin gözünden bu savaşın kısa hikayesini anlatıyor.
Kitap, savaşa dair bir tarihsel anlatı içerisinde olanların sentezini yapmakla birlikte ne olduğuna dair bir fikir oluşturuyor. Yazarın kendisinin giriş kısmında da belirttiği gibi, esas amaç, özellikle savaş yıllarını görmemiş olan yeni aktivist kuşağına "Vietnam'da ne, neden olmuştu, savaş nasıl sona erdi, Vietnamlılar savaşı nasıl hatırlıyor?" gibi soruların yanıtlarını getirmek. Bu anlamda, belgesel niteliği taşıyan Amerikan Savaşı Vietnam gayet başarılı sonuçlar sunuyor.
Diğer taraftan Jonathan Neale yine kitabın giriş bölümünde kendisi için önemli olan iki kitleden daha bahsediyor. Bunlardan birincisi Amerika'da savaşa katılmış, ona karşı çıkmış ya da her ikisini birden yapmış olan Vietnam kuşağı. İkincisi ise geçmişte verilen gerilla mücadelesine derin bir sempati besleyen ancak savaşın kazanılmasından sonra iş başına gelen yozlaşmış hükümet tarafından ezildiklerini hisseden Vietnamlı gençler. Kitap her iki taraf için de yaşananların en doğru biçimde yansıtılması başarısını yakalamış, her iki tarafın söz hakkının olduğu objektif bir eser olarak yayınlar arasındaki yerini almıştır.
Son olarak, Vietnam halkının ve bu savaşa karşı verilen ve kazanılan mücadelenin Türkiye'de kapitalizme ve emperyalizme karşı mücadelenin simgesi olduğu bilinir. Yeni anti-kapitalist hareketin ruhu 68'lerin ruhu ile birleşir. Bu açıdan o dönemi sadece dinleyerek ya da okuyarak öğrenenler için çok güçlü ve alternatif bir kaynak olduğunu söyleyebiliriz. Zevkle okunacak bir eser.

jonathan Neale
Amerikan Savaşı Vietnam
1960-1975
Metis Yayınları
10 YTL

Sireli Yeğpayrıs
(sevgili kardeşim)
8-19 Ocak yüz yıl önce Türkiyede Ermeniler sergisi
8 - 19 Ocak’ta İstanbul'da Karşı Sanat Çalışmaları'nda Ermeniler'e dair bir sergi var. Serginin adı Sireli Yağpayrıs, Türkçesi "Sevgili Kardeşim". Sergi '100 Yıl Önce Türkiye'de Ermeniler' projesinin iki bölümünden biri. Çalışma 100 yıl öncesindeki çok dinli, çok dilli ve çok kültürlü yapıya değinmeyi hedefliyor. Sergi Orlando Carlo Calumeno'nun koleksiyonunda yer alan 4000 adet kartpostal arasından seçilmiş 500 kartpostaldan oluşuyor. Proje ekibinden sohbet ettiğimiz Fotis Benlisoy, o dönemde kartpostalların çok ciddi bir kitle iletişim aracı olduğunu anlatırken bu kartpostalların aynı zamanda Türkiye'deki Ermeniler'in sosyal, ticari, kültürel ve özel yaşamlarını belgelediğini de belirtiyor. Edirne,Kars ve Van'da yaşayan Ermeni kartpostalları ile, Ermenilerin sadece İstanbul'da yaşamadığı vurgulanıyor. Her kartpostalın bir hikayesi olduğu, Protestanların misyoner faaliyetleri dahil pek çok konuda hikayelere rastlayabileceğimiz anlatılıyor. Nitekim İstanbul'daki kız kardeşi Mari tarafından, Kahire'deki Garo Balyan'a postalanmış bir Sultanahmet Meydanı kartı ve üzerinde eşi Hayganuş'a yazılmış bir ilaç tarifine rastlayabiliyorsunuz.
Fotis'e serginin politik bir amacı olup olmadığını sorduğumuzda, azınlıklarla ilgili her konunun olduğu kadar bu sergininde politik bir amaca hizmet ettiğini söylüyor. Türkiye'de Ermeni konusu, devletin çıkardığı bazı yasalarla desteklenerek gündem dışı bırakılmış, ancak AB süreci ile tekrar gündeme taşınmış. Herhangi bir protesto ya da kötü tepki ile karşılaşıp karşılaşmadıklarını merak ediyoruz. Rahatlatıcı bir cevap geliyor: "Böyle bir şey olmadı, ancak ilerde olur mu bilemem".
Proje dahilinde herhangi bir soykırım teşhiri olmadığını sadece projenin kitap kısmında 1909'da Adana'daki saldırıdan bir ceset taşıma kısmı bulunduğunu ancak bununda yasaklanmamış bir şey olduğunu, Osmanlı postasından geçtiğini ekliyor.
Son olarak o dönemden kalan pek çok tarihi eserin korunmadığını, bunun çok üzücü olduğunu belirtiyor.
Biz o döneme ve anlatılarına çeşitlilik getiren bir çalışma olarak projeyi ve 19 Ocak'a kadar teşhirde olacak sergiyi herkese tavsiye ediyoruz.



BİZE GÖRE
AB değil ASF!
Günlerdir, "Türkiye AB'ye ha girdi, ha girecek", "AB'den yeşil ışık", "Avrupalı olduk" gibi haberler var basında.
Bu haberlerin de etkisiyle birçok insan, AB'ye girince refah düzeyinin yükseleceğini, ekonomik iyileşme yaşanacağını, demokrasinin gelişeceğini umuyor. Oysa ortada bir aldatmaca var.
AB, patronların birliği. Tüm bu süreç boyunca sürekli TÜSİAD 'ın açıklamalarını, uyarılarını duyduk. TÜSİAD sürekli görüş bildirdi. Peki, bize, halka sordular mı? Elbette ki hayır. Çünkü AB, patronların çıkarına. Çünkü AB, özelleştirme demek, işsizlik demek. AB ülkelerinde işsizlik %10 civarında. AB buna çare üretemiyor değil, AB bu işsizliğin bizzat sebebi.
AB bizim çıkarımıza değil. Sağlıkta, eğitimde özelleştirme; işsizlik nasıl bizim çıkarımıza olabilir ki? Patronların kar edeceği ama bizim okuyamayacağımız üniversiteler nasıl bizim çıkarımıza olabilir ki? Patronların çıkarına olan bizim çıkarımıza olamaz.
Bu nedenle AB gibi patronların temsil edildiği bir yerde bizim işimiz olamaz.
Ama bizim Avrupalı işçilerle, Avrupalı öğrencilerle ve her türlü ezilenlerle çıkarımız ortak. Çünkü Avrupa'da da özelleştirmeler, işsizlik vb. sorunlar var. Tüm dünyada ezilenler aynı sorunlara sahipler ve tüm dünyada ezilenlerin çıkarı ortak. Biz, ingiliz, alman ya da başka bir ulustan ezilenlere karşı olduğumuz için değil, aksine onlarla aynı sorunlar etrafında birleştiğimiz için AB'ye karşıyız.
İşte tam da bu nedenle, tüm dünyadaki ezilenlerin bir araya gelebileceği, eşit bir ortamda sorunlarını paylaşabileceği ve ortak sorunlarına karşı beraber olabileceği birlikteliklere ihtiyacımız var.
Avrupa Sosyal Forumu (ASF) tam da böyle bir yapı. Herkesin kendini ifade edebileceği bir birliktelik. Bütün Avrupa'dan sosyal hareketlerin (savaş karşıtları, çevreciler, sendikacılar, hayvan hakları savunucuları, 3. dünya ülkelerinin ekonomik çıkarlarını korumak isteyen kampanyalar, eşcinsel örgütleri, özelleştirme karşıtları ve daha yüzlercesi) ve bireylerin katıldığı bir tartışma, dayanışma ve eylem platformu.
Ezilenlerin; ne milliyetçi bir temelde AB'ye karşı çıkmalarından, ne de AB'ye "evet" demelerinden çıkarları olamaz. Eğer daha iyiye özlem duyuyorsak, eğer başka bir Avrupa, başka bir dünya istiyorsak, patronların, sermayedarların değil; bizim gibi "sıradan insan"ların on binler, yüz binler halinde bir araya geldiği ASF gibi örgütlenmeleri desteklememiz gerekir. Çünkü, başka bir Avrupa mümkün!
Ersin BAKIR

9. Senfoni çalıyor, herkes dışarı!
Batman'daki bir ilköğretim okulunun zili Beethoven'ın 9. Senfonisi'nin melodisiyle değiştirilmiş.
Beethoven'ın bu eseri aynı zamanda Avrupa Birliği'nin (AB) marşı. Konuyla ilgili olarak "Batman'daki okulda AB'ye uyum" başlıklı bir televizyon haberinde, değiştirilen okul zilinin demokratikleşme adına atılan bir adımmış gibi yansıtılması ise ilginç.
Oysa ortada, tıpkı değiştirilen okul zili gibi uzaktan kulağa hoş gelen, dışarıdan iyi gösterilen, ancak çalışan insanlar için tam anlamıyla birer tuzak olan “reformlar” var. Üstelik bu reformlar AB sürecinde başlatılan “reformlar”.
Bir çoğu özelleştirmeye dayanan bu değişikliklere “reform” denemez.
AB, şirketlerin ve sermayenin kendi çıkarlarını korumak ve geliştirmek için kurdukları bir birlik. AB üyeliği çalışanlara ve yoksul halka bir çözüm sunamayacağı gibi, yaşam standartlarını da yükseltmeyecek.
Çözüm AB'de değil sokaktaki mücadelede.
Çözüm, insanları boş hayallerle kandıran, savaş çığırtkanlığı yapan AKP hükümetinin programına, genel grevle, savaş karşıtı mücadeleyle, kısacası bütün gücümüzle sokağa çıkıp cevap vermekten geçiyor.
Haydi mücadeleye.
Erinç (İzmir)