Sosyalist İşçi 230 (2 Şubat 2005)

 

Sayfa 14:

AB Anayasası neden anti-demokratiktir?

AB, yeni Anayasa kabul edilene kadar, üye ülkeler arasında yapılan anlaşmalar üzerinden kurulmuş ve var olmuştu. Yeni anayasa AB'nin yeniden kurulması ve eski tüm anlaşmaların yürürlükten kalkması anlamına geliyor ve medeni hukuk, adli uygulamalar, Europol (Avrupa polisi), enerji ve kültür gibi 30'a yakın başlık altında ulusal denetimin yerine, Topluluk denetimini getiriyor. Türkiye yeni Anayasa'yı "gözlemci" sıfatıyla imzaladı. AB üyesi bir çok ülke Anayasa'nın onaylanmasını halkoylamasına götürürken, Türkiye'yi de bağlayacak olan Anayasa'nın bırakın tartışılması, adı bile anılmıyor. İşte AB Anayasası'nın anti-demokratik karakteri:
Süper güç
Belge her ne kadar "Anayasa" olarak tanımlansa da, aslında bir anayasadan çok, üye devletler arasında yapılmış uluslararası bir çerçeve anlaşması, özelleştirmeleri ve sosyal kesintileri yasalaştıran, piyasa ekonomisini ve rekabetçiliği Topluluğun resmi ekonomi-politikası haline getiren, militarizmi tırmandıran politik yeni liberal bir program niteliğinde. Yeni Anayasa ile birlikte AB, üye ülkelerin üzerinde, onlardan bağımsız uluslararası bir aktör haline geliyor. Böylece bir AB süper-devleti oluşturulması yönünde önemli adım atılmış oldu.
Seçimle değil, atamayla
Dünyanın ilk anayasası, işgalci güç İngiliz emperyalistlerini kovan ve federal bir devlet olarak bir araya gelen Amerikan ulusu adına yazıldı. Bu anayasa, emperyalizme karşı verilen mücadelenin izlerini taşıdığı için oldukça liberaldir. Her şeyden önce yönetilenlerin, yönetenleri denetimi önemli bir unsur olarak bu Anayasa'da yer almaktadır. Oysa AB Anayasası bu bakımdan son derece anti-demokratik. Üye ülkeler, atanmış bürokratik elitlerin denetiminde olan Avrupa Komisyonu, Avrupa Konseyi ve Adalet Divanı gibi ulus-üstü komitelerine bağımlı kılınıyor. Bu elitler seçimle değil, atanarak görev yapmaktadır ve bu nedenle seçmen vatandaşların denetimi dışındadır. Ortak Tarım Politikası (OTP) gibi sayısız düzenleme gücü daha çok merkez Brüksel bürokrasisinin elinde toplanıyor.
Militarist
AB Anayasası ile birlikte üye ülkeler askeri güçlerini genişletmek zorunda bırakılıyor. Anayasa'nın I-40. maddesi "Üye devletler, aşamalı olarak kendi askeri güçlerini geliştirmeyi üstlenirler" diyor. Aynı maddede "Üye devletler, ...sivil ve askeri yeteneklerini Birlik'in hizmetine sunarlar" ifadesi yer alıyor. Böylece, Balkanlar'da olduğu gibi, alınan ortak bir savaş kararına Türkiye'nin de katılması zorunlu hale gelecektir. Bu madde aynı zamanda NATO üyesi olmayan AB üyelerini de, NATO ile örtüşen militarist politikalara bağımlı kılmaktadır. Bu türden yaptırımlar dünyanın hiçbir anayasasında yer almaz. AB Anayasası, üye devletlerin savunma bütçelerine daha fazla para ayırmalarını zorunlu hale getirmektedir. Ayrıca bir Avrupa ordusu ve ortak militarist bir mekanizma kurulmakta, AB'nin kapsadığı toprakların çok ötesine, Brüksel'den 4.000 km ötesine kadar bir alanda askeri müdahaleleri "ortak güvenlik politikası" haline getirmektedir. Anayasa'da güvenlikle ilgili bölümler, savaşı, her ne olursa olsun kaçınılması gereken bir seçenek olmaktan çıkararak, siyasi bir enstrüman haline getirmektedir.
Yeni liberal süper devlet
AB Anayasası, Topluluk ekonomi-politikası olarak yeni liberal modeli dayatmaktadır. Topluluğun, Anayasa'nın I-3. maddesinde, "Birlik Amaçları" başlığı altında, "... rekabet gücü yüksek bir sosyal piyasa ekonomisi"ne sahip olacağı ifade edilmektedir. Böylece serbest piyasa ve rekabet AB'nin ekonomisinin temelini oluşturması söz konusudur. Anayasa'nın "Ekonomi ve Para Politikası" bölümünde şöyle denilmektedir: "Birlik içindeki genel ekonomi politikalarını serbest rekabeti içeren bir açık pazar ekonomisi ilkesine göre desteklenmesi olacak şekilde, söz konusu faaliyetler tek para birimi olan Euro'yu ve tek para politikası ve kur oranı politikası yürütülmesini içerir." Bu ve benzeri maddelerle, "kamu" ve "özel sektör" arasında fark gözetilmeden, üye ülkeler, rekabete ve kamu hizmetlerinin özelleştirilmesine dayanan politikalara zorlanmaktadır.
Merkeziyetçi ve anti-demokratik
12 Ocak 2005'te Avrupa Parlamentosu Genel Kurulu tarafından onaylanan yeni Anayasa, daha merkeziyetçi, daha az eşitlikçi, daha az demokratik bir AB planının parçası. Anayasa AB sürecini seçmenlerin denetiminden çıkararak, Almanya ve Fransa gibi büyük üye ülkelerin siyasi elitlerinin denetimine bağlı kılmaktadır. Yeni Anayasa, topluluk nüfusunun yüzde 60'ını oluşturduğu takdirde, basit çoğunlukla yasal düzenlemeler yapılabilmesini olanaklı kılıyor. Böylece toplam nüfusun yüzde 40'ına sahip olan Fransa ve Almanya'nın oy ağırlığı önemli ölçüde artmaktadır.
Anayasa, şu anda AB'de uygulanmakta olan altı aylık rotasyonlara dayanan ve böylece her yıl iki farklı ülke tarafından üstlenilen başkanlık sistemini kaldırarak, ulus-devletlerde olduğu gibi beş yıllık süre için bir "Politik Başkan" atanmasını getiriyor. Buna ek olarak, üye ülkelerin dışişleri bakanlıklarından bağımsız bir AB Dışişleri Bakanı ve diplomatik hizmetlerin oluşturulmasını, tüm üye devletler topraklarında yargılama yetkisi ile donanmış bir cumhuriyet savcısı atanmasını getiriyor. Ayrıca ulus-devletlerde olan bayrak, ulusal marş ve yıllık tatil günü gibi uygulamalar da söz konusu.
Avrupa Komisyonu üyeleri seçilmeyip, atanmasına karşın, AB'nin 100 milyar Euro'luk bütçesini yönetmekte ve yasa taslağı hazırlama tekelini de elinde tutmaktadır. Komisyon üyeleri, üye ülkeler tarafından kapalı kapılar ardında yapılan diplomatik pazarlıklar sonucu atanmaktadır. Böylece bu süreç içinde yer alan kimse, kimseye hesap vermek durumunda olmamaktadır. Komisyon AB'nin genel çıkarlarını, örneğin büyük üye devletler karşısında küçük üye devletlerin çıkarlarının da gözetilmesi görevini üstlenmiş olmasına rağmen, bunu demokratik olarak denetleyecek hiçbir mekanizma yoktur. Bu durum Komisyonu'nun önemini olağanüstü artırmaktadır. Bunun bilincinde olan çokuluslu şirketler, bu şirketlerin tarım sektöründeki üyeleri ve profesyonel yöneticileri gibi sermayenin çıkarlarını koruyan bir çok lobi grubu, Komisyon üzerinde baskı oluşturmak üzere Brüksel'de faaliyet sürdürmekte ve bürokrasiyle kurdukları yakın ilişkiler sayesinde AB'nin kararlarını etkilemektedir.

F.Levent ŞENSEVER



Vatandaş temsil edilmiyor
Yasalar, AB Komisyo-nu'nun önerisi üzerine Bakanlar Konseyi tara-fından hazırlanmaktadır ve bu süreç gizli oturumlarla gerçekleştirilmektedir. AB'nin va-tandaşların oylarıyla oluşturulan seçilmiş tek organı olan Avrupa Par-lamentosu'nun üyeleri, ne yasa tasarısı hazırlama ne de yasama yetkisine sahip. Hatta vergiler hakkında veya bütçenin hazırlanmasında dahi yetkili değildir. Ancak bütçenin onaylanmasını geciktirebilir. Parlamen-tonun en önemli yetkisi, Komisyon ve Bakanlar Konseyi'nin hazırladığı yasaları veto etmek ve-ya değiştirmektir. Bunu da ancak salt çoğunluk oyuyla gerçekleştirebilir. Bu durumda dahi, yapı-lan öneriler Komisyon ve Bakanlar Konseyi ta-rafından onaylanır ol-ması gerekmektedir. Bu haliyle Avrupa Parla-mentosu'nun asli işlevi, lobi faaliyetleri yapan çokuluslu şirketlerin temsilcileri gibi, AB ya-sama süreçlerini etkilemekten öteye gidemez.
Bu durumda yasa tasarısı hazırlama yetkisine sahip olan AB Komisyonu, kelimenin tam anlamıyla gerçek bir bürokrasi olup, aslında atamayla gelen bir hükümet gibi yetkilerle donanmıştır. AB sistemini yönetmekte, önemli bir bütçeyi denetlemekte, ulusal hükümetler seçimle değişirken, Komisyon üyesi bürokratlar işlerine devam etmektedir.


Yolsuzluklar
AB'nin bürokratik yapısı içinde bir çok yolsuzluk örtbas edilmektedir. AB Sayıştayı on yıldır AB'nin hesaplarını onaylamayı reddetmektedir. Sayıştay, AB'nin 2004 hesaplarının yüzde 93.4'ünün yolsuzluk riskine açık olduğunu saptadı. Bütçenin denetlenmesiyle ilgili Sayıştay'ın yayınladığı raporda, bütçenin garanti altına alınacak şekilde efektif bir denetlenme mekanizmasına sahip olmadığı belirtilmekte ve AB bütçesinin "Topluluk vatandaşlarının beklentilerini tatmin edecek meşruiyete sahip olmadığı" saptanmaktadır. Yeni yasa denetimleri çok daha fazla zorlaştıracak uygulamalar getiriyor.