Sosyalist İşçi 232 (4 Mart 2005)

 

Sayfa 3:

BAŞYAZI

28 Şubat
Postmodern darbe de denen 28 Şubat muhtırası belleklerden bir anlamda silinmeye çalışılıyor. Çünkü bir süredir 28 Şubat muhrıra darbesinin muhatapları bir iki eksiği ile iktidarda.
28 Şubat darbesi Türkiye’de politik İslam’ın belinin kırılmasına neden oldu. Hareket önce iktidardan alaşağı edildi, ardından ikiye bölündü ve bir kanadı bu darbenin de yardımı ile daha “ılımlı” hale sokuldu. İşte bu kanat 3 Kasım seçimlerinde solun bıraktığı boşluğu iyi değerlendirip siyasi iktidarı kazandı. Diğer kanat ise yüzde 1-2’lik bir boyuta indi.
28 Şubat, politik İslam’ın yanı sıra solu ve işçi hareketini de şiddetle etkiledi.
Sendika hareketi ya açıkça darbeye destek vererek yada sessiz kalmaya ve “ne darbe, ne şeriat” gibi bir tutuma sahip çıkmaya çalıştı ve büyük ölçüde bastırıldı. Sendika hareketinin belinin kırıldığı nokta oldu 28 Şubat.
Sol için de aynı şeyi söyleyebiliriz. Emekçi hareketi gibi, 12 Eylül’de ağır bir darbe yemiş olan solun önemli kesimleri ortada kaldı. Darbeye karşı açık bir tutum takınamadı. Halkın ve emekçilerin gözünde bir kez daha yenilgiye uğradı. Be kez fiziki bir yenilgiye değil, politik, ideolojik bir yenilgiye uğradı.
Kopyaları ortada aslı varken kimse beğenmez. Ortada laik cephenin vurucu gücü varken neden laik cepheye utangaçca destek verenler beğenilsin?
28 Şubat’ı izleyen bütün seçimler en geniş anlamı ile solun sürekli gerilemesine şahit oldu.
28 Şubat’ta doğru olan tek bişr tutum vardı, darbeye, darbe tehdidine açıkça, çıplak bir biçimde karşı çıkmak. Lafı dolandırmadan tutum almak. Sosyalist İşçi bunu yapan istisnai güçlerden birisidir.
Türk solunun önemli kesimleri daima bu durumla karşılaşmakta. Büyük sınıf güçlerinin karşı karşıya geldiği büyük çatışmalarda ellerini temiz tutumak için “ne o ne bu” denmekte. Büyük çatışma anlarında bunu söylemek mümkün değil. Tutum almak, mücadeleye bir tarafta katılmak gerekir. Ancak böyle bir tutumla yığınsallaşmak mümkün olabilir.
28 Şubat darbesi halkın, emekçilerin oyunu almış bir siyasi akımı hedeflemekteydi. Yeterince büyük sermayenin kuyruğuna takılmamış oıldukları için iyi sihatte olsunların tepkisini çekmişlerdi. Bu durumda yapılacak tek iş tutum almak ve sonra dönüp emekçilere gerçek kurtuluşun kendi mücadeleleri olduğunu anlatmak olmalıydı.
Rus devrimcileri kendilerini tutuklayan işçi sınıfının reformcu partilerini karşı devrimcilere karşı korurken işçi sınıfının yığınsal desteğini kazandılar. Kısa sürede işçi iktidarı kuruldu.
28 Şubat’da alınması gereken tek doğru tutum buydu. Bugün herşey farklı olablirdi!


Çok konuşmayın, Irak'tan çekilin!
Önce Condoleezza Rice konuştu. Rice, geçtiğimiz ay Türkiye'ye yaptığı ziyarette, Türk kamuoyundaki Amerikan karşıtlığının aşılması için Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'den yardım istedi. Bildiğimiz gibi, dünya genelinde 21 ülkede gerçekleştirilen ankette, ABD Başkanı George Bush 'un yeniden seçilmesinin küresel güvenlik açısından olumsuz olduğunu düşünenler arasında ilk sırayı yüzde 82 ile Türkler aldı.
Aynı günlerde bu kez de ABD Savunma Bakanı Donald Rumsfeld konuştu. Rumsfeld ise, "Savaşta yolunda gitmeyen işlerden biri, bizim 4. Piyade Tümeni'nin, Türkiye üzerinden kuzeyden Irak'a girememesi oldu. Bu yüzden de Bağdat'ın kuzeyindeki Sünniler, gerçek anlamda hiç savaşa girmedi. Ülkenin o bölgesinde bu kişilerin yetersiz bir kısmı yakalanabildi ve öldürülebildi. Yani bunlar, ABD ordusunun gerçek gücünü görmedi. Bugün Irak'ta mevcut direnişi birçok durumda ortaya çıkaranlar, işte bu kişiler. Dolayısıyla bana göre 4. Piyade Tümeni'nin kuzeyden Irak'a girememesi talihsizlik oldu" dedi.
Aynı günlerde ABD'de yayınlanan ünlü bir gazetede çıkan bir başyazı, Türkiye'ye yönelik tehditlerle doluydu. Türkiye'deki ABD karşıtı havanın devam etmesi durumunda, Türkiye'nin ABD nezdinde ikinci sınıf bir ülke konumuna düşeceği yazıyordu.
Bush'un savaş kabinesinin bir anda ortalığı kaplayan bu açıklamaları tesadüfi değil.
Seçim zaferinden hemen sonra Felluce'de katliam emrini veren Bush, yemin töreninin hemen ardından da İran ve Suriye'yi tehdit etmeye başladı. Her gün bir ABD yetkilisi İran ya da Suriye'yi tehdit ediyor. Bush, geçtiğimiz hafta yaptığı Avrupa çıkartmasında ikili tüm görüşmelerinde İran'ı masaya yatırdı.
Kabaca bir bakışla bile ABD yönetiminin panik içinde olduğunu görmek mümkün. ABD ekonomisi, büyük bir borç sarmalının içinde. Her gün 2.5 milyarlık dış kaynağı ememezse ekonomisinin çalışması zora girecek. Veriler, son yıllarda yabancı yatırımcıların ABD'yi finanse etmeye devam etmekte giderek daha isteksiz davrandıklarını gösteriyor. Financial Times 'a göre merkez bankaları döviz rezervlerini koruyabilmek için dolardan başka paralara geçmeye başlıyorlar. Uluslararası ticarette, enerji sektöründe bile Euro artık daha çok kullanılıyor. ABD'nin iç ve dış borç toplamı 37 trilyon dolar, GSMH'nin yaklaşık üç katı.
ABD Merkez Bankası, yabancı sermayenin ABD'ye gelmesi için fazileri yükseltti. Bu yaklaşımın ülke içinde yoksullaşmayı artıracak olmasının yanında, yabancı yatırımcıların, doları terk etmeye, ellerindeki ABD menkul kıymetlerini satmaya başlaması ABD'nin hızla bir mali krize sürüklenmesine neden olabilir.
Bush ve ekibinin özelliği bu türden olasılıklara savaşla yanıt vermesinde yatıyor. ABD'nin önce Afganistan ve ardından Irak işgallerini, Suriye ve İran gibi ülkelerle devam ettirmek istemesinin nedeni küresel hegemonya mücadelesi. Bu mücadele ABD açısından her an kızışıyor. Büyüyen ekonomik dev Çin'in İran'la yakınlaşması, Fransa Almanya flörtü, Putin'in zaman zaman Bush'un canını sıkan açıklamalar yapması, ABD'nin savaş şahinlerinin hırsını artırıyor ve acele etmelerine neden oluyor.
Avrupa Birliği'nin dünya üretiminden aldığı pay ABD'ninkiyle aynı düzeyde, %22 oranında. Ama ABD başka hiçbir ülkenin elinde olmayan bir güce sahip, askeri güce. İşte Bush bu askeri güçle dünya enerji yataklarını ele geçirmek ve dünya ekonomilerini kendisine bağımlı hale getirmek için atağa geçiyor.
Türkiye'de ya da dünyanın bir başka ülkesinde ABD aleyhtarlığının artmasından bu yüzden şikayetçiler. İran ve Suriye'yi de bu yüzden tehdit ediyorlar.
Ama görmezden geldikleri "küçük" bir etken var: Antikapitalist savaş karşıtı hareket. Tüm ülkelerde, heryerde ve Türkiye'de sürekli mücadeleye hazır. Şimdi 19 Mart'ı, küresel eylem günü örgütlüyor. Bush ve çetesinin dünya hegemonyası ve küresel sermayenin geleceği için başlattığı savaşı, ancak savaş karşıtı hareket engelleyebilir. Daha güçlü ve daha yığınsal olabildiği ve işçi sınıfının çok daha geniş kesimlerini kaplayabildiği sürec.
Şenol KARAKAŞ


EMEP’e saldırıyı kınıyoruz
26 Şubat 2004 günü Emeğin Partisi (EMEP) Genel Mekezi'ne silahlı saldırıda, EMEP Merkezi Gençlik Yönetici Cem Gurbetoğlu dizinden yaralandı. Saldırgan elinde silahla kaçmayı başardı. Seka direnişinin sürdüğü, Emek Platformu'nun eylemlerinin yükseldiği bir döneme denk gelen bu saldırı, solun ve emekçilerin mücadelesini durdurmaya yönelik çabaların bir parçası olarak görüyoruz.
Saldırının failleri bulunmalı ve saldırganlardan hesap sorulmalı.
Ahmet Yıldırım
DSİP Genel Başkan Yardımcısı