Sosyalist İşçi 233 (18 Mart 2005)

 

Sayfa 15: Not Defteri


Geçici 15. Madde’ye karşı
kampanya

78’liler Vakfı 12 Eylül Anayasası’nın Geçici 15. Maddesine karşı bir kampanya başlattı.
Anayasa’nın Geçici 15. Maddesi 12 Eylül darbesini gerçekleştiren 5 generalin yargılanmasını engellemekte.
Geçici 15. Madde’nin kaldırılması bu generallerin yargılanmasını mümkün kılacak, dolayısıyla da 12 Eylül darbesi yargılanabilecek.
Bu çok iyi ve önemli bir takep. 78’liler Vakfı bu açıdan çok iyi bir iş yapıyor.
Bir Anayasa değişikliği ancak toplumun çok büyük çoğunluğu kazanıldığı takdirde mümkün olur. Parlamentoda bile üçte ikilik bir çoğunluk aranmakta.
Ne var ki 78’liler Vakfı’nın kampanyayıu açış için İstiklal Caddesi üzerindeki Karaca Tiyatrosu’nda düzenlediği toplantı bu havada değildi.
12 Eylül öncesi sol gösterilerin ekrana yansıtılmasından sonra idam edilen sosyalistlerin ailelerine mektupla ve kimi sol konuşmalarla bitti.
Oysa 12 Eylül toplumun bütününü etkiledi ve etkilemeye devam ediyor. Asıl anlatılması gereken bu. Kolay bir iş değil ama bu gerçekleştirilmeden Geçici 15. Madde’nin kalkması beklenemez.
Daha az sol söylem, daha fazla siyasi gerçeklerin teşhiri sanırım daha yararlı olacak.
Zeynep GÖKIRMAK


Trafik kazaları ve kapitalizm
Türkiye karayollarının tehlikeli olması açısından dünyada en üst sıralarda yer alıyor.
Türkiye’de 6 milyon 6 bin araç var. Bunun 600 bini kamyon. Her yıl yaklaşık 250-300 bin kaza oluyor. Oysa 5.6 milyon aracın olduğu Hollanda’da yılda sadece 40 bin kaza oluyor.
Türkiye’de her yıl 6-7 bin kişi trafik kazalarında ölüyor. Aynı rakam Hollanda’da 1.300.Yaralı sayısı ise Türkiye’de 114 bin, Hollanda’da 50 bin.
Neden araç sayısı birbirinden çok farklı olmayan bu iki ülkede kaza, ölü ve yaralı sayısı arasında bu denli büyük fark var.
Acaba Hollandalılar daha usta şoför de Türkiyeliler değil mi? Acaba yolların yanına yazıldığı gibi sorun Türkiyelilerin içindeki “trafik canavarı”mı?
Elbette hayır. Ama bazı farklar var. Hollanda’da demiryolu ulaşımı ve diğer toplu taşımacılık biçimleri çok güçlü. Türkiye’de ise hemen hemen yok.
Türkiye^’de trafik jazalarının çoğu, trafikte ölüm ve yaralanmaların çoğu, sanıldığı gibi şehirler arası trafikte değil, şehir içi trafikte gerçekleşiyor.
İşte bu nedenle iki ülke arasında bu denli büyük bir fark var.
Buna Türkiye’de yetersiz yolları, yayalara ayrılan kaldırımların yetersizliğini ve son olarak ehiyet alımındaki eğitimsizliği de ekleyincxe aradaki farkın nedenleriortaya çıkıyor.
Bütün bunlar otomobil üreticilerinin ve ithalatçılarının başarısı.
Yani aslında “trafik canavarı”ndan çok kapitalist canavarla karşı karşıyayız.
Trafik canavarına karşı raylı taşımacılığı ve genel olarak toplu taşımacılığı savunmak tek çözüm.
Deniz UĞUR


Tahrik varmış!
8 Mart gösterisine polisin saldırısı üzerine emniyet yetkilileri, İstanbul valisi ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan “ama tahrik” var diyorlar ve ekliyorlar, “ama gösteri zaten 8 Mart’ta değil, 6 Mart’ta yapıldı.”
Yani 8 Mart gösterisine saldırmak, yere düşen insanları postallarla ve hınçla tekmelemek haklıdır ve polisin görevidir ama 8 Mart gösterisinde yapılmamalıdır! İşte Türk polisinin, valisinin ve başbakanının insanlık anlayışı.
Bir de tahrik var diyorlar. Tahrik sadece yere düşenleri tekmeleyen polisin suçunu azaltmaz. Başka herhangi bir suçta tahrik belki hafifletici bir neden olabilir ama kanunları koruyan polisin “tahrik” oldum diyerek insanları tekmelemesinde hafifletici olamaz aksine ağırlaştırıcı bir nedendir. Çünkü kanun uygulayıcının görevi taraf olmadan kanunu uygulamaktır. Bu nedenle onun tahrik olma hakkı yoktur.
Bir de polisin ne kadar kötü koşullarda çok ağır bir iş yaptığı anlatılıyor.
Sanki bu toplumda sadece onlar ağır iş yapıyor. Ya temizlik işçileri, öğretmenler, kazanların önünde çalışanlar, sağlık işçileri, doktorlar, maden işçileri? Bütün bu kesimler de ağır çalışma koşulları nedeniyle gösteri yaptıklarında polisle karşılaştıklarında ağır koşulları nedeniyle polise tekme tokat saldırmalılar mı?
Bence, başka ülkelerin devlet yöneticilerinin kanlarını donduran Türk polisinin insanlık dışı tutumlarını bu denli utanmazca savunan emniyet yetkilileri ve vali görevlerinden alınmalıdır. Ama kim alacak, aynı umursamazlıkla polisi savunan hükümetin başı mı?
Sinan POYRAZ

Küresel ısınma ve iklim değişimine karşı Kyoto protokolü
Geçtiğimiz hafta Kyoto Protokolü uluslararası yasa oldu. Ne yazık ki kür4esel ısınma sorununun çözümünde çok az işe yarayacak.
Küresel ısınma, "sera gazları" denen, esas olarak fosil yakıtlarının yanmasından ortaya çıkan gazların atmosferin üst kısımlarına çıkarak bir tabaka oluşturmaları ve dünyanın ısısının kaçmasına engel olmalarından oluşmaktadır.
Kyoto Protokolü'ne göre sanayileşmiş ülkeler 2008-2012 yılları arasında 1990 düzeyine göre sera gazı üretimlerini toplam yüzde 5 azaltacaklar.
Ancak küresel ısınma ile ilgilenen uzmanlara göre Kyoto'nun yüzde 5'lik azaltması dahi gerçekleşmeyecek.
Hollanda'nın De Hague ve Almanya'nın Bonn kentlerinde yapılan BM toplantılarında ki yoğun pazarlıklar sonunda bu indirim çeşitli uzlaşmalardan sonra yüzde 2'ye düştü.
Dünyanın en çok sera gazı üreticisi olan ABD (tün sera gazı üretiminin yüzde 24'ünü ABD üretmekte) zaten o aşamada protokolden çekildi.
2001 yılında Bush'a gönderilen bir mektup ABD'nin Kyoto Protokolü'nden neden çekildiğini çok iyi anlatıyor:
"Sayın Bay Başkan,
Ulusal Sanayiciler Derneği'nin 14.000 üyesi ve Amerika'da her şeyi yapan 18 milyon kişi adına Kyoto Protokolü'ne karşı çıkmanızı kutlarız." (Michael E. Baroody, Ulusal Sanayiciler Derneği Başkan Yardımcısı)
ABD’nin Kyoto kurallarına uymayacak olması zaten çok sınırlı etkisi olacak olan bu anlaşmanın iyice güdük kalmasına neden olacak.
Bedri AKIN