Sosyalist İşçi 233 (18 Mart 2005)

 

Sayfa 8-9: Orta sayfa

BAŞKA BİR DÜNYA MÜMKÜN

Birleşik ve güçlü bir mücadeyi inşa etmeliyiz
Son beş yıldır küresel hareketimiz gelişerek devam ediyor. Seattle’da başlayan hareket kısa sürede Avrupa’ya taşındı. Prag’daki ilk gösterinin ardından Floransa’da Avrupa Sosyal Forumu’nda 1 milyon insan savaşa karşı yürüdü. 15 Şubat 2003’de ise yüzlerce kentte
milyonlarca insan ABD’nin Irak savaşına karşı yürüdü.
Latin Amerika’da aynı dönemde Brezilya’da Lula, Venezüella’da Hugo Chavez ve Uruguay’da Tabare Vasquez sol programlarla seçildiler.
Hareketimiz bu denli büyük boyutlara ulaşmış olmasına rağmen ABD ve müttefikleri önce Irak’a saldırdı ardından işgal etti. Şimdi ise Suriye ve İran aynı ittifak tarafından tehdit ediliyor.
Öte yandan bütün dünya kendilerine karşı olmasına rağmen Bush ve çetesi oylarını arttırarak yeniden seçildiler. Bush ve çetesinin bu seçim zaferi mücadelenin
uzayacağını gösteriyor.
Bu iki sonuç hareket içinde bir dalgalanmaya ve tartışmaya neden oldu.
Acaba hareketişmiz doğru yolda mı, yeni
eğilimler belirlemek gerekir mi?
Şimdi üç eğilim var. Bir tarafta reformist sağ kanat var. Onlar hükümetlere baskı yaparak yeni liberal politikalardan vazgeçmelerini istemek gerektiğini söylüyorlar. 1998’de Fransa’da kurulan ve bütün Avrupa’ya yayılan ATTAC bunu savunuyor.
İkinci kanatta ise otonomlar var. “Kapitalizme rağmen yaşam” diyen otonomlar yeni yaşam alanları oluşturmak istiyorlar. Top yekun bir mücadeleden yana değiller ve bu nedenle de kitlesel göste
rilere karşı çıkıyorlar.
Üçüncü kanat ise radikal sol. Daha çok kapitalizm sonrası yaşamı düşünen radikal sol çeşitli ülkelerde önemli güçlere sahip. İtalya’da Rifondazione Comunista, Fransa’da Devrimci Komünist Birlik, LCR ve İngiltere’de SWP gibi.
Şimdi hareket içinde bu üç kanat arasında ciddi bir mücadele var. Sosyal Forum toplantılarının başlıca tartışmaları bu başlıklar altında
toplanıyor.
Irak savaşı, harekete kapitalizmin sadece para piyasaları, şirketler vs. değil fakat devletler, militarizm, savaş olduğunu gösterdi. Bu anlamda hareketin bilincinde önemli bir sıçrama
yarattı.
Ancak reformistler ve otonomlar özellikle güçlü oldukları Fransa’da savaşa karşı mücadelenin belirleyici olmasından rahatsızlar.
ATTAC liderleri savaş ile yeni liberalizm arasındaki ilişkiyi göremiyor. Bu nedenle de savaşa karşı mücadelenin sosyal konulardan sapma olduğunu söylüyorlar. Söz konusu alan Avrupa olunca da sosyal konu bugünlerde onlar için yeni Avrupa Anayasası.
Otonomlar ise zaten yığınsal eylemlerden rahatsız.
Şimdi, Bush’un seçim zaferinin ardından, savaş karşıtı hareketin sayısal gücü doğal olarak 15 Şubat’ın gerisine düşmüşken radikal solun sağındaki bütün güçler savaşa karşı mücadelenin geri çekilmesi gerektiğini, yerine sosyal konularda mücadelelerin öne çıkarılmasını savunuyorlar.
Benzer bir tartışma biraz daha farklı argümanlarla Türkiye’de de yaşanıyor.
Öncelikle savaşa karşı mücadele hiçbir biçimde sosyal konulardan koparılamaz. Tam tersine güçlü bir savaş karşıtı hareket inşa etmek için mutlaka sosyal konulara da değinmek gerekir.
Ancak asıl sorun, tek tek bütün mücadeleleri belirleyici olan mücadelenin etrafında toplamaktır. Bugün bu savaşa, işgale karşı mücadeledir.
Örneğin ATTAC’ın Tobin vergisi denen uluslarası mali işlemlerden vergi alınması talebi önemlidir ama bu talep tek başına anlamlı değildir. Onu anlamlı kılacak olan savaşa karşı mücadele ile bağlamaktır.
Aynı şekilde Avrupa Anayasası veya şu veya bu grevin desteklenmesi, şu ya da bu yeni liberal politikaya, özelleştirmeye karşı çıkış hep savaşa karşı mücadele ile birleştirildiğinde
kapitalizme karşı ciddi bir darbe niteliği kazanmaya başlar.
Örneğin İspanya’da sağ hükümet savaşa karşı mücadelenin yükselmesi ile devrildi. İtalya’da savaşa karşı mücadele Berlusconi hükümetini sarsıyor. Ve elbette bütün bu ülkelerde savaşa karşı mücadele sosyal haklar için mücadeleleri kapsayarak ilerliyor.
Türkiye’de de aynı sorunla karşı karşıyayız.
AKP hükümetinin çeşitli alanlardaki politikalarına tek tek karşı çıkmak yenilgiyi baştan kabul etmektir.
AKP politikalarına bir bütün olarak karşı çıkmak, yani yeni liberal politikalara bir bütün olarak direnmek gerekir. Irak’ın işgali ise yeni
liberal politikaların en somutlandığı alandır.
Bugün tek tek konularda mücadele birbirinden kopuk olduğunda, otonom sosyal hareketler olduğunda hareketin gücünü düşürür. Sosyalistlerin görevi bütün bu mücadeleleri birleştirmektir.


"Gerçek değişimi henüz görmedik"
1 Ocak 1994'de Zapatistalar Latin Amerika üzerindeki emperyalist sessizliği kırdılar. Beş yıl sonra kıtanın büyük bir bölümü bugüne kadar süren bir ayaklanmalar, hükümet değişiklikleri ve genel grevler dönemine girdiler. Ocak 2000'de Ekvatorluların IMF'ye karşı ayaklanması Kamil Mahuad hükümetini devirdi.
Aynı yıl Nisan ayında başka bir ayaklanma kıtanın Andean bölgesini sarstı. Bolivya'da Cochabamba bölgesinin işçi ve köylü örgütleri içme suyunu kontrol eden çok uluslu şirketlere karşı ayaklandılar. Bu ayaklanma Hugo Banzer'in diktatörlüğünün devrilmesine ve su şirketinin ülkeden kovulmasına neden oldu. 19-20 Aralık günlerinde ise Arjantin'de Buanes Aires'de ki IMF politikalarına karşı ayaklanma Fernando de la Rua hükümetini yıktı.
2002 Nisan ayında Venezüella egemen sınıfının en sağcı kesimi ve silahlı kuvvetler ABD'nin desteği ile Hugo Chavez'e karşı darbe yaptılar. Başkent Caracas'ın yoksul bölgelerinden yüz binlerce emekçi sokaklara çıkınca darbe yenildi.
Ocak 2003'de Porte Allegre'de toplanan Üçüncü Dünya Sosyal Forumu bütün dünyada savaşa karşı mücadele çağrısı yaptı. 15 Şubat günü bütün Latin Amerika'da savaş karşıtı gösteriler yaşandı.
Aynı sene Nisan ayında Meksika'nın Cancun kentinde Dünya Ticaret Örgütü toplantısına karşı 100 binler yürüdü. Ekim'de Bolivya'da doğal gazı ihraç eden uluslararası şirketlere karşı ayaklanmalar başladı. İşçiler ve madenciler başkent La Paz'a doğru yürüyüşe geçtiler ve Sanchez de Şozada başkanlıktan devrildi.
2002 ile 2004 arasında seçimler kısmen aşağıdan gelen dalgayı yansıttılar. Sağ partiler ağır seçim yenilgileri aldılar.
Ekvator'da Lucio Gutierrez kendisini yerli halkları destekleyen ilerici bir subay olarak göstererek seçimleri kazandı. Arjantin'de ise Nestor Kirchner IMF politikalarını reddederek seçimleri kazandı. Brezilya'da da eski bir çelik işçisi ve İşçi Partisi'nin lideri olan Lula da Silva açlığı ve yoksulluğu Latin Amerika'nın bu en büyük ve gelir adaletsizliğinin en yüksek olduğu ülkeden silip atacağını söyleyerek başkanlık seçimlerini kazandı.
31 Ekim 2004'de ise sosyalistleri, komünistleri ve milliyetçileri sendika hareketi ile birlikte bir koalisyonda toplayan Tabare Vazquez seçimleri kazandı.
Bu süre içinde büyük mücadeleler oldu ama politik ve sosyal değişimler henüz gelmedi. Guttierrez ABD politikalarını takip etmeye karar verdi. Kirchner IMF politikalarına karşı çıktı ama sonra borçları ödemeye başladı. Lula "sıfır açlık" dedi ama sosyal kesintilere başladı.
Çözüm bu yaşananlarda değil işçilerde. Uruguay'da telefon ve petrol şirketlerinin özelleştirilmesine karşı başarılı kampanyalar sendikalar tarafından yürütüldü. Bir kaç ay önce Arjantin telekom işçileri greve gittiler ve %20 zam elde ettiler. 13 Ocak'ta Bolivya mahalle komiteleri ve işçi ve köylü sendikaları La Paz ve El Alto'nun suyunu kontrol eden Fransız şirketini kovdular.
Başka bir Latin Amerika işçilerin mücadelesi ile sosyalistler birleşebildiği takdirde mümkün.
Javier Carles
Sosyalist İşçi ve DSİP'in Uruguay'daki kardeş örgütünün yayın organı El Mundo al Reves'e yazıyor.


Avrupa’da sosyalist sol güçleniyor

Hareketin yükselişi gündeme bu hareketin politik bir sese duyduğu ihtiyacı getirdi. Sermayenin küreselleşmesine karşı mücadeleler ve savaşa karşı mücadele çok geniş ve farklı kesimleri ortak platformlarda birleştirirken aynı zamnda da eski solun krizini çok daha açık bir biçimde ortaya çıkardı. Eski sol bazen savaşa karşı tutum almakta zorlandı ya da çok silik tutumlar aldı, zaman zaman da birleştirici olmaktan çok uzaktı. Dar grupçu hesaplar içinde hareketi güçsüz düşürdü.
Solun krizine karşı yeni bir sol alternatifin oluşturulabildiği alanlarda sosyalist sol önemli kazanımlar elde etti.
Örneğin antikapitalist hareketin en önemli örgütlerinden Rifondazione savaşa karşı hareketin de İtalya’daki önderliğini üslendi ve belki de dünyanın en güçlü hareketlerinden birini ortaya çıkardı.
Fransa ‘da troçkist LCR Devlet Başkanlığı seçimlerinde yüzde 5 oy aldı. Daha sonra bir başka troçkist örgüt olan İşçi Mücadelesi (LO) ile kurduğu seçim ittifakı aynı başarıyı gösteremese de LCR gerek antikapitalist harekete gerekse de savaş karşıtı harekete Fransa’da öncerlik etti.
İngiltere’de ise ülkenin en güçlü örgütlenmesi olan SWP savaş karşıtı hareket içinde yer alan çok çeşitli güçlerle birlikte Respect adlı seçim partisini oluşturdu ve ilk katıldığı Avrupa parlamentosu seçimlerinde ve yerel seçimlerde küçümsenmeyecek başarılar elde etti.
Son olarak ise Almanya’da sosyal demoraseiden, PDS’den ve yeşillerden kopan unsurlar sendika hareketinden kopan unsurlarla birlikteyeni bir sol seçim partisi oluşturdular. Bu partiye devrimci marksistler de katıldılar. Yeni sol parti ilk kez Kuzey Ren Westfalya eyaleti seçimlerine katılacak.
Yeni sol oluşumlar başka ülkelerde de önemlice seçim başarıları elde ettiler.
Portekiz bunların başında geliyor. Eski sol partilerin genç kadrolarının bir araya gelerek oluşturduğu Sol Blok son seçimlerde % 6.5 oranında oy aldı ve parlamentoya 8 milletvekili yolladı. 8 milletvekilinin 4’ü kadın. Sol Blok daha önce de bir Avrupa Parlamenteri seçtirmişti.
Sol Blok 1999’da yüzde 2, 2002’de yüzde 3 oy almıştı.
Bütün bu yeni sol örgütlenmeler eski solun çeşitli gruplarının bir araya gelmesi ile değil, eski soldan kopan aktivistlerin yeni bir program etrafında bir araya gelmesi ile oluşuyor.