Sosyalist İşçi 234 (1 Nisan 2005)

 

Sayfa 12:


Bayrağı kim yaktı?

Temelde etnik ve sivil olarak iki ana kampa ayırabileceğimiz
milliyetçiliğin her iki görünümü de Türkiye'de güçlü biçimde
varlığını sürdürüyor. Biraz aralayacak olursak, etnik milliyetçilik millet tanımında ırk, kültür ve dil birliğini vurgulayarak kültürel ayrıcalık ve özgünlük sorununu öne çıkarır

Türkiye'de yine milliyetçi bir dalga yükseltilmeye çalışılıyor. Mersin'deki nevroz gösterisinde yakılmaya çalışılan Türk bayrağı üzerinden yürütülen milliyetçi kampanyada, her kesimden milliyetçiler bir köşede hazır beklettikleri bayraklarını kapıp sokaklara döküldü. Genelkurmay ve ne alakası varsa RTÜK evlere ve iş-yerlerine bayrak asma, TV ekranlarının köşesinde bayrak gösterme çağrısında bulundu. Number 1 TV adlı müzik kanalının VJ'lerine kadar ilgili ilgisiz herkes siyasi yorumcu edasıyla açıklamalar yaptı, tepkilerin artmasını istedi. CHP lideri Deniz Baykal dahil olmak üzere pek çok siyasinin katıldığı mitingler ve bayraklı yürüyüşler düzenlendi.
Medyanın milliyetçi pompacıları
Pek çok köşe yazarı olayı fırsat bilip içindeki Kürt düşmanlığını kustu. Örneğin merkez sol gazete Radikal'in yazarı Mine G. Kırıkkanat, 27 Mart tarihli ve 'Fedai nüfus' başlıklı yazısında: "...bugün Türkiye sınırları içindeki Kürt ayrılıkçılarıyla, sınırları dışındaki milliyetçi Ermeni diasporası, Türkiye Cumhuriyeti'ne karşı, aynı toprak parçası talebiyle düşmanlıkta birleşiyorlar" buyurdu. Milliyetçilikten kimseye fayda olmadığı, "Türklerin de Kürtlerin de ilkel bir ırkçılıktan kurtulamadığı" nı söyleyip, hem nalına hem mıhına vurduktan sonra, Kürt düşmanlığını açığa çıkarıyor hanımefendi: "...aşiretinden töresine ortaçağ zihniyetini yıkamayan bir topluluk (ulus ya da halk bile demiyor-b.n.), ne kendilerinin ne de ülkenin doyuracağı sayıda doğurup doğurtarak, 'fedai nüfus' üstünlüğüyle Türkiye'yi yıkmak peşinde; aç çocuk orduları terörü, mafyayı, kapkaç çetelerini besliyor yıllardır. Bu topluluğun böylesine geri, cahil ve ilkel kalmasında, kinle dolmasında elbette Türkiye'nin büyük sorumluluğu var. Ama hala aşiret ve töreye itaat eden, teröristin bile elini eteğini öpen, kısacası 'tebaa' olmaktan kurtulamayan Kürtlerin hiç mi sorumluluğu yok? Kendileri demokrat olamayan Kürtçüler, ait oldukları toplumu hangi çağa, hangi uygarlığa, hangi barışa, hangi demokrasiye taşıyacaklar?"
Güya miliyetçiliğin her iki tarafındakilere de karşı olan siyaset uzmanı bu şahsiyet, küçük bir olaydan yola çıkıp derin sos-yolojik tahlillere girişir-ken, bir halk olarak bile görülmeye değer bulma-dığı Kürtlere karşı milliyetçiliğinin en çirkef yüzünü sergiliyor.
Genelkurmay Başkanlığı ise nereden aldığını bilmediğimiz bir yetki kullanarak bayrak yakanları ve onların nezdinde Kürtleri vatandaşlıktan çıkarıyor. Kimi kastettiğini belirsiz bırakarak "sözde vatandaşlar" ifadesini kullanıyor. Bayrak yakmak şu andaki yasalara göre suç. Ancak cezası vatandaşlıktan çıkarılma değil hapis. Üstelik bu yetki Genelkurmay'a değil Bakanlar Kurulu'na ait.
Faşistler devrede
Her milliyetçi dalgada olduğu gibi bayrak olayında da ülkücü faşistler en ön saflarda yer alarak parsa toplamaya çalıştılar. Gazetelerinden ve internet sitelerinden suçluları ilan edip cezalarını kendilerinin keseceğini duyurdular. Sokağa çıkmaya can atan hazır örgütlü güçleriyle karadan ve denizden gösteriler düzenleyerek, uğursuz bayraklarını bir kez daha gözümüzün içine soktular.
Bu milliyetçi dalgadan en çok onların faydalandığı doğru olsa da, sokağa dökülenlerin büyük çoğunluğu onlardan oluşmuyor. Sıradan pek çok insan, kemalist-ler, tepkiden korkan azınlık mensupları, hatta okullarından toplanıp yürüyüşlere götürülen ilkokul çocukları gösterilerin ana gövdesini oluşturdu. Ancak bu durum faşistlerin bu gibi olaylardan beslendiği ve güçlerini arttırdığı gerçeğinin üzerini örtmemeli.
Milliyetçi damar
Bu olayı değerlendirir-ken nedenleri ve olası sonuçları üzerinde durmakta fayda var. Faşist bir dalganın kabardığını söyleyerek abartmak da yanlış, geçici bir milliyetçi hezeyan olduğunu düşünerek küçümsemek de.
Bu ülkede sağlam bir milliyetçi damar hep varolagelmiştir. Cumhuriyetin kuruluş ideolojisinin en belirgin motifi milliyetçiliktir. Köklerini geç Osmanlı döneminden alan bu motif zaten milli olan eğitimin her aşamasında, devletin her yetkili ağzında, pek çok aydın ve sanatçının söyleminde, (sağı bir kenara bıraktık) sol partilerin sloganlarında ve doğal sonuç olarak halkımızın kafasında kendini belli eder.
Temelde etnik ve sivil olarak iki ana kampa ayırabileceğimiz milliyet-çiliğin her iki görünümü de Türkiye'de güçlü biçimde varlığını sürdürüyor. Biraz arala-yacak olursak, etnik milli-yetçilik millet tanımında ırk, kültür ve dil birliğini vurgulayarak kültürel ayrıcalık ve özgünlük sorununu öne çıkarır (Türkiye'de buna bir de din birliği ekleniyor). Sivil milliyetçiliği ise vatan, vatandaşlık, sivil gurur ve katılım belirler. Yani etnik milliyetçilik öze dair arayışlar içindeyken, sivil milliyetçilik daha çok biçimsel ve yöntemseldir. Belli bir öz etrafında değil ortak siyasi idealler ve fikirler etrafında birleşmeyi öngörür. Türkiye için bu idealler Batılılaşma diye özetlenebilir. Ancak çok zaman bu milliyetçilikler içiçe geçer ve hatta savunucularını, Kemalist solcularla ülkücü MHP'nin ortak hareketi Kızıl Elma Koalisyonu'-nda olduğu gibi, ortak hareket etmeye yöneltir.
Bu milliyetçiliklerden ilkinin en ateşli savunucusu ülkücü faşist MHP ile bağlı kurum ve kuruluşlarıyken, ikincisi daha çok kemalist saflarda kendine alan bulur. Ancak devletin resmi ideolojisinin asli unsuru olduğu için sağdan sola pek çok siyasi parti, devlet bürokrasisi ve ordu içinde belirgindir. Bu durumdan halkın büyük çoğunluğunun etkilenmemesi elbette olanaksızdır. Ne de olsa "bir toplumda egemen olan fikirler, o toplumdaki egemen sınıfın fikirleridir".
Yeniden miliyetçilik
Yeniden güncel konuya dönelim. Bayrak yakma olayının ne zaman gündeme geldiği de önem taşıyor. Türk toplumu, beğenelim ya da beğenmeyelim, AB süreciyle birlikte bir toplumsal dönüşüm geçirme aşamasına yaklaşıyor. Siyasal ve sosyal alanda elde edilen bir takım rahatlamalar, Kürt sorunu konusunda az da olsa genişleyen haklar, Kıbrıs ve Ermeni sorunu gibi tabu olan konularda yaşanan gelişmeler, uzun yıllar sonra iyiye gittiğine inanılan ekonomik göstergeler bu dönüşümün temel belirleyenleri. Bu dönüşüm karşısında bazı milliyetçi tepkilerin ortaya çıkması da doğal.
Doğumundan beri şanlı bir tarihe sahip olduğu anlatılan insanlar, en güvendikleri kurum olduğu söylenen ordusundaki askerlerin başına çuval geçirilişini izliyor TV ekranlarından. AB kapısında 40 yıl bekledikten ve istenen pek çok kriteri yerine getirdikten sonra, durmadan yeni isteklerin gelmesinden ve üyeliğin belirsiz bir tarihe ertelenmesinden rahatsız-lar. ABD ve IMF ile DB'nın dayatmaları karşısında çaresiz boyun eğilmesinden şikayetçiler ve soldan gerçek bir alternatife rastlamadıkları için, yapay çözüme, milliyetçi-liğe ilgi duyuyorlar.
ABD'nin rolü
ABD 1 Mart tezkeresinden beri diş bilediği AKP hükümetine karşı sert açıklamalar yapmaya başladı. İncirlik üssünü izinsiz ve sınırsız kullanmak için hükümetten tam yetki istiyor. Muhalefetsiz AKP'ye karşı parlamento içi dengelere oynayabileceği bir pozisyona ihtiyacı var. Şimdilerde ABD'li yetkililer sık sık MHP Genel Merkezi'ni ziyaret ediyor ve prestijlerini yeniden kazandırma vaadini dile getiriyorlar. Ordunun üst düzey yetki-lileriyle de görüşmeler sürdürüyorlar. AB'ye uyum yasaları çerçevesinde bir takım yetkilerini kaybeden komutanlar siyasete yeniden ve daha fazla müdahil olabilmenin yollarını arıyor ve aşırı tepkiler verebiliyorlar. Son olaya dair sert demeçler bunun göstergesi.
Medyanın olayı körük-leyen yaklaşımı da AKP hükümetini köşeye sıkıştırıyor. Küçük çaplı üç-beş gösteri yapılırken, izlenen yayın politikası sayesinde, kimileri devasa olan büyük gösteriler gerçekleşti.
Aslolarak bir sokak hareketi olan faşizmin ana temsilcisi ülkücü faşist MHP'li militanlar da uzun zamandır bekledikleri bir fırsatı yakalamış oldular. Başka ülkelerin bayraklarını elçilikleri önünde ve medya desteğiyle gönül rahatlığıyla yakan ülkücüler, sıra Türk bayrağına gelince kudurmuş gibi sokaklara döküldüler.
Bayrağı yakmak üzere çocuklara veren ve çok büyük olasılıkla hiçbir zaman 'yakalanamayacak' olan 'kravatlı şahısları' da göz önünde bulundura-rak; buraya kadar anla-tılanların ışığında yazının başlığındaki soruyu şimdi yeniden soralım: sizce bayrağı kim yaktı?

Cengiz ALĞAN