Sosyalist İşçi 235 (21 Nisan 2005)

 

Sayfa 3:

BAŞYAZI

Milliyetçilik
Sosyalistler ne yapmalı?

Sokakta milliyetçi bir dalga mı var yoksa bir avuç örgütlü ülkücü faşistin gürültüsü ile mi karşı karşıyayız?
Bütün tahrike rağmen, devlet dairelerine, belediye binalarına, dolmuşlara asılan bayraklar, ellerinde bayraklarla yürüyen polisler, televizyonların yaygarasına rağmen "bayrak yürüyüşlerine" katılanların sayısı oldukça azdı.
Trabzon'da her iki kez TAYAD'lılara saldıranlar bir-kaç yüz kişiyi geçmiyordu, aynı şekilde Adapazarı'nda da saldırgan ülkücüler 40-50 kişiydi.
Bütün bunları "toplumun milliyetçi tepkisi" diye adlandırmak bütünüyle yanlış.
Karşı karşıya olduğumuz bir süredir zincirlerinin açılmasını bekleyen ülkücü faşistlerin sokağa fırlamasıdır.
Sorun bu gücün kimi çevreler tarafından desteklenmesi, korunması ve abartılmasıdır. Bu çevreler başka hedeflerin yanı sıra AKP hükümetini de bu vesile ile yıpratmak istemektedir.
Ülkücü faşistlerin gürültüsüne karşı en yanlış tutum benzer adımlar atmaktır. Solun birleşik güçlerinin ülkücüleri sokağa çıkamayacak hale getirecek kadar güçlü olduğu açık ancak bu sonunda işçi ve emekçilere zarar verecek bir sürecin başlaması anlamına gelir.
Bugün bu konuda yapılması gereken 2 görev var, birincisi, en geniş yığınları ülkücü faşistlere karşı seferber etmektir. Bu arada her saldırılarında da gerekli cevabı vermek ve bir daha saldıramaz hale getirmek gerekir.
Sokağı ülkücü faşistlerden temizlemenin yolu en geniş kapsamlı kampanyalarla sokağa çıkmak ve orada durmaktır.
İkinci görev ise ülkücü faşistlere karşı birleşebilecek bütün güçleri yan yana getirmek için çalışmaktır. Bütün topluma ülkücü faşistlerin küçük ve giderek daralan bir hareket olduğunu göstermek gerekir.

Kıbrıs
Denktaş ağlayarak gitti. Yerine çözümden yana olan, Türk milliyetçilerinin “ver kurtulcu” dediği Talat geldi. Bu oldukça kısa bir zaman dilimi içinde Kıbrıs halkının 3. kez çözümden yana olduğunu gösteren bir seçim oldu.
Tüm milliyetçiler, Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlılığını devam ettirmek isteyenler bir kere daha yenildiler. Kuzey Kıbrıs aslında Türkiye’nin de bir göstergesi. Milliyetçilik aslında Türkiye’de de Kuzey Kıbrıs’ta olduğu kadar güçsüz.



Bugün hepimiz Kürt'üz
Abdullah Öcalan'ın 1999 yılında yakalanmasından beri Kürt hareketi barış talebini hemen her gün, her önemli dönemeçte yeniden dile getiriyor. Kürt halkı barış istiyor. Barış talebinin karşısında ise homojen olmasa da milliyetçi ideolojide anlaşmış güçler yer alıyor.
Mersin'de yaşanan bayrak olayının ardından, uzunca bir dönemdir sesini çıkartmayan, alttan alta ırkçı ve milliyetçi öfkesini biriktiren güçler hızla gemi azıya aldılar. Kuşkusuz sokakta açığa çıkan bu milliyetçi histerinin başını çeken, bu politik ortamın örgütlenmek ve tabanını genişletmek için çok uygun bir iklim sunduğunu gören MHP oldu.
MHP, tüm geçmişine uygun olarak, Kürt halkının barış talebini tam karşı cephesinde yer aldı. Tarihin makarasını geri sarmak için tüm medya olanaklarını ve tv kanallarını yaygın bir biçimde kullanmaya başladılar.
Eski MHP milletvekili Mehmet Gül, tv kanallarında başrol oyuncusu olarak her gün bir tartışma programında Kürt halkına saldırmaya devam ediyor. Programlardan birisinde, Türk milliyetçiliğinin kapsayıcı ama Kürt milliyetçiliğinin dışlayıcı olduğunu anlatırken, esas olarak Kürt varlığını inkâr eden ırkçı tutumu devam ettirdi.
Bu tutum halkların kardeşliğinin ve barışın önündeki en büyük engeldir.
MHP ile birlikte, özellikle bayrak olaylarından sonraki açıklamasında "sözde vatandaşlar" suçlamasıyla Kürt halkına ve demokratik haklarını arayan tüm kesimlere karşı milliyetçi histerinin patlamasına neden olan Genelkurmay, barış sürecinin gelişmesinden son derece rahatsız oluyor.
Bu iki temel odağın yanında statükoyu savunan, orduyu savunan, bayrağı savunan, yurtseverliği savunan ve ister istemez milliyetçi histerinin basıncına taviz veren örgütler ve kurumlar da iki halkın kardeşliğine ve Kürt halkının barış talebine sırtlarını dönmüş oluyor.
"Şeytan ayrıntılarda gizlidir" sözü bir kez daha doğrulanıyor. Bugün Kürt halkının taleplerini görmezden gelen, barış isteğine kulaklarını tıkayanlar, faşistlerin örgütlenmesinde başrol oynadığı linç havasının yaygınlaşmasına yardımcı oluyorlar. Uzunca bir süredir anlatılan Sabetaycılık hikâyeleri, Orhan Pamuk'un Ermeniler ve Kürtlerle ilgili yaptığı açıklamalara alttan alttan ya da açık bir şekilde kızan tutumlar, Kıbrıs sorununda ortada kalan, Kıbrıs halkının barış ve çözüm isteklerine mesafeli yaklaşanlar milliyetçiliğin yaygınlaşmasına hizmet ediyorlar. En tehlikelisi ise, geriye itilmek ve talepleri bastırılmak istenenin sadece Kürt halkı olduğunu düşünmek.
Trabzon'da TAYAD'lılara yönelik saldırı, tüm demokratik haklarımıza yönelikti. DEHAP binaları basıldığında sadece DEHAP binaları basılmış olmadı. Çok açık ki siyasal demokrasinin tüm alanları baskı altına alındı. Sokaklarda ne kadarsa o kadar olan özgürlükler, bildiri dağıtma hakkımız, düşünce özgürlüklerimiz, örgütlenme özgürlüklerimiz, barış talebini yükseltme haklarımız daraltılmaya çalışılıyor. Sivas'ta yemek fiyatlarına karşı protesto gösterisi yapan öğrenciler, arkalarına milliyetçi histeriyi alan faşistlerin saldırısına maruz kaldı. Bu yarın, ücretleri için greve çıkan, gösteri yapan işçilerin de saldırıya maruz kalabileceğinin açık bir göstergesi.
Bayrak sevdalısı milliyetçiler, özgürlüklere düşman.
Faşistler Kürtlere düşman.
Hepsi birlikte anti kapitalist harekete, barış hareketine, savaş karşıtlarına düşman.
Bu yüzden bugün hepimiz TAYAD'lıyız! Bu yüzden bugün Orhan Pamuk başımızın tacı! Bu yüzden bugün hepimiz Kürt'üz! Bu yüzden Kürt halkının barış talebini desteklemek bugün çok önemli. Çünkü "ya hep beraber, ya hiçbirimiz".
Şenol KARAKAŞ