Sosyalist İşçi 242 (6 Ekim 2005)

 

Sayfa 2 :

Yeni bir mücadele dönemi

Türkiye sermaye sınıfı, 3 Ekim günü, Avrupa Birliği'ne ne olursa olsun girmek yönündeki tarihsel hedefine doğru, önemli bir mevzi elde etti. Bilindiği gibi, müzakerelerin başlama tarihi olarak önceden ilan edilmiş olan 3 Ekim'de, Avrupa sağından, ırkçılıkla malul ağır eleştirilere maruz kalan Türk hükümeti, başta Avusturya olmak üzere, bazı ülkeler tarafından yeni şartlar kabul etmeye zorlandı. Ancak, aynı gün Kızılcahamam'da toplanarak gelişmeleri hep birlikte izleyen kabine üyeleri adına Başbakan Erdoğan, basına yaptığı açıklamada "yeni tüm değişiklikleri reddettiklerini" söyledi.
Hükümetin kendi hedefleri doğrultusunda sergilediği bu kararlı tavır, Türk sermaye çevrelerinin hükümete verdiği sınırsız destek, diğer AB üyesi güçlü ülkelerin uzun zamandan beri verdiği destek ve nihai olarak da ABD Dışişleri Bakanı Condoleeza Rice'ın, bizzat Başbakan Erdoğan'ı cep telefonundan arayarak, arkalarında olduklarını bildirmesi ve muhtemelen tüm AB liderlerini de arayarak yaptığı 'uyarı' ve nihai olarak da, en önemli engellerden biri olarak ortaya çıkan Kıbrıs'ın tanınması konusunda "Türkiye'nin onayı olmadan Kıbrıs'ın NATO'ya alınmayacağı" yolundaki somut çıkış AB içindeki çatlağın giderilmesini sağladı ve Türkiye'nin müzakere süreci başladı.
Sermayenin hedefleri
Bu, Türk egemenlerinin bir asırlık Batılılaşma projesi ve son 42 yıldır umut bağladığı AB'yle bütünleşme yolunda önemli bir adım oldu. Herşeyden önce, bu gelişmenin Avrupa ve Türkiye sermaye sınıfları açısından bir kazanım olduğunu unutmamakta fayda var. Yoksa Condoleeza Rice'ın yatıp kalkıp "Şu Türkiye halklarının refahını nasıl düzeltirim?" gibi bir soruyla kafasını meşgul ettiğini varsaymamız gerekir.
Tüm İslam dünyasında, Türkiye'nin üyeliğinin reddedilmesinin gerçek bir medeniyetler savaşına yol açacağının vurgulanması da etkenlerden biri olabilir.
Ancak en önemli etken herhalde Türkiye gibi büyük bir lokmadan kolay vazgeçilemeyecek olmasıdır. Artık sermayenin serbest dolaşımı önündeki engellerden biri daha ortadan kalmak üzeredir.
Türkiye için ortaya çıkan sonuç ise, siyasal alanda AKP'nin iyice prim toplayarak elini daha da güçlendirmesi ve muhtemel bir erken seçimde oy oranını arttırması olacaktır. Karşı cephede yer alan sağ ve sol milliyetçilikler ise puan kaybettiler. 2 Ekim günü aynı anda, biri Ankara'da, diğeri Kadıköy'de AB karşıtı miting düzenleyen ülkücü faşist MHP ve sol milliyetçi TKP, böylece, millicilik kanalıyla toplamayı umdukları parsayı bulacakları zemini kaybetmiş oldular.
Devrimci sosyalistler
Milliyetçilikten uzak, emeğin evrensel değerlerinden yana tutumu nedeniyle, en tutarlı AB karşıtlığı politikası izleyen devrimci sosyalistlerin süreçten kazanımla çıktığını elbette söyleyemeyiz. Ancak bundan sonra mücadele kanallarının tıkandığı, AB'ye karşı mücadele etmenin anlamsızlaştığı da söylenemez.
Beğensek de beğenmesek de AB'nin Türkiye'nin önüne koyduğu Kopenhag Siyasi Kriterleri içinde yer alan kimi demokratikleşme adımları Türkiye'de yaşayan emekçi sınıflar lehine de gelişmelerdir. Bunların yerine getirilmesi ve daha da genişletilerek sınırsız düşünce, örgütlenme ve gösteri özgürlüğüne ulaşılması yönünde hükümet(ler)e baskı yapacak mücadele araç ve yöntemleri oluşturmak bugünün görevleri arasında daha yakıcı olarak ön plana çıkacaktır.
Demokratik haklarımızın genişlemesi mücadelesi sınıflar mücadelesinin ilk gündem maddelerinden biridir. Bugün bunun olanakları artmıştır.
Ancak bir diğer ve en az diğeri kadar önemli konu da AB'nin dayattığı Maastricht Ekonomik Kriterleri'dir. AB bir yandan, Türkiye'nin 'modern' dünyanın içinde yer alması için zorunlu olan bir takım siyasal kriterleri şart koşarken, öte yandan ve asıl olarak, emekçi sınıflar açısından çok ağır ekonomik kriterler öne sürmektedir. Bu ise milyonların hayatında şartların giderek zorlaşmasını getirecektir.
Bu şimdiden başlamıştır bile. Örneğin tarımı çökertme ve çokuluslu şirketlerin istekleri doğrultusunda bir tarım politikası uygulama konusunda hükümet oldukça başarılıdır. Türkiye'nin en verimli topraklarının bulunduğu, toprağın 1'e 60-70 ürün verdiği Çukurova bölgesinde, son iki yıldır tarım işçileri ve küçük çiftçiler zarar etmektedir. Çiftçilere topraklarını ekmeme karşılığında destekleme primleri dağıtılmakta ve tek geçim kaynağı toprak olan geniş kesimlerin eli kolu bağlanmaktadır. Bunun sonucunda, önümüzdeki dönemde, şehirlerde yaşayan büyük çoğunluğun bazı ürünleri çok pahalıya almak zorunda kalacağı aşikar.
Öte yandan cumhuriyet tarihinin en kapsamlı özelleştirmelerini yapmış bir hükümetin bu kararlılığı sürdüreceği ve yine bunun sonucunda da bazı mal ve hizmetleri de artık daha pahalıya satın alacağımız ortadadır. Yani basitçe söylersek hayat şartları daha da ağırlaşacaktır.
Bu durum önümüze ikili bir görev koyuyor. Bir yandan demokratik hakların genişletilmesi mücadelesini verirken, öte yandan Maastricht Kriterleri'ne karşı tavizsiz bir mücadele vermeye devam etmemiz gerekiyor. Gelişen sürecin önümüze yeni mücadele alanları ve kanalları açacağından kuşkumuz olmasın.
Cengiz ALĞAN



Ülkücü faşistler Ankara'da demokrasiye saldırdı


MHP Ankara'da 2 Ekim'de "Başkent Ankara" isimli bir miting düzenledi. Mitinde yaklaşık 50 bin kişi katıldı. Miting esas olarak hükümetin Avrupa Birliği görüşmelerine gitmesini bir protesto gösterisi biçiminde örgütlenmişti. Ama her faşist mitingde olduğu gibi, ülkücüler demokrasiyle ilgili ne kadar gelişme varsa hepsine birden kin kustular.
Devlet Bahçeli mitingde yaptığı konuşmada, son aylarda Türkiye'de demokrasinin sınırlarının bir nebze dahi olsa gelişmesi anlamına gelen her adıma ırkçı bir temelde saldırdı.
Faşist ve ırkçı inciler
Bahçeli, ''Türkiye bugün, içeride ihanet, dışarıda husumet kuşatması altındadır'' dedi. Durmadı devam etti. Solu, Kürtleri, Ermenileri, aydınları, sendikaları, sivil toplum kuruluşlarının tümünü hedef tahtasına oturttu.
Bahçeli şunları söyledi: ''Bunlar, bazen bölücü terörün sözcülüğünü yaparak masa başında boy göstermektedir, bazen de tarihle yüzleşme perdesi ardında Ermeni emellerine hizmet vererek karşımıza çıkmaktadır. Bu bedhahlar, bazen sözde aydın, bazen yazar-çizer, bazen sivil toplum örgütü, bazen de işadamı maskesiyle kinlerini kusmaktadır. Bu çıkar ortaklığı ve şer cephesinin başında ise çürümüş siyasetin son temsilcisi AKP yöneticileri yer almaktadır.''
Bahçeli'ye göre Türk halkı bölücü. Faşistlere göre, 1915 yılında katliama maruz kalmış Ermeniler "hain emellere" sahip. Bahçeli'ye göre, Kürt sorununu dile getiren, barış ve diyalog ortamının sona ermesi için canını dişine takarak uğraşan aydınlar inisiyatifi bölücü ve Ermeni tezgâhının tetikçileri. Faşistlere göre, haklarını arayan demokratik kitle örgütleri, sınırsız düşünce, gösteri ve örgütlenme özgürlüğü mücadelesi verenler hain.
Kanla yazılan tarihinizi unutmayacağız
Parti hiyerarşisindeki yükselişleri işledikleri cinayetlerle doğru orantılı olanlar, büyük bir cesaret örneği göstererek Ermeni Konferansı'nı düzenleyenleri, öğretim görevlileri, yazar ve aydınları, "sözde aydın" olarak tanımlama yetkisine sahip olduğunu sanıyor.
Ankara MHP mitingi Türk milliyetçiliğinin gövde gösterisiydi.
Faşistlerin mitingi, tüm faşist propaganda da olduğu gibi şiddetli bir paranoyayla yüklüydü. Faşistler onurdan, bağımsızlıktan söz ederken, gerçekte, alttan alta, onurunu, kişiliğinin, demokrasiyi ayakta tutmaya çalışan emekçilere, sendikalara ve aydınlara göz dağı vermeye çalıştılar.
"Biz buradayız" dediler. "Ellerimizdeki kanla, ırkçılığımızla, gözü dönmüş Türk milliyetçiliğimizle, Ermeni düşmanlığımızla, Kürt düşmanlığımızla buradayız".
MHP Ankara mitingiyle aslında seçim startını vermiştir. AKP'yi yıpratmak için ise bulabildiği tek yol, demokrasi düşmanlığı olmuştur.
MHP'nin başka bir yol bildiği zaten tarihinden bellidir. 1970'ler, 1980'ler, 1990'lar faşistlerin milliyetçi, çeteci eylemleriyle doludur. Susurluk, fali meçhuller, devletin tetikçiliğini yapan Çatlılar, Kırcılar, yüzlerce aydını, sendikacıyı, Kürdü, öğrenciyi ve solcuyu öldüren eylemleri MHP'nin kısa tarihidir. Son altı ayda yaşanan her linç olayının altından faşistler çıkıyor.
Şimdi sıra bizdedir. Şimdi sıra soldadır. Ağızlarından köpükler saçarak meydanları dolduranlara karşı meydanları doldurma sırası bizdedir.
Savaşa karşı, neo liberal politikalar karşı, anti kapitalist bir temelde, Türk milliyetçiliğine aman vermeden, halkların kardeşliğini savunarak, AKP'nin işçi düşmanı uygulamalarına karşı ama demokratik her adımı daha da geliştirmeyi, sınırsız bir demokrasi ve örgütlenme ve gösteri özgürlüğü kazanmayı hedefleyerek meydanları doldurma sırası bizdedir.
Faşizme geçit vermeyelim.