Sosyalist İşçi 243 (22 Ekim 2005)

 

Sayfa 2 :

Kuş gribi kimin icadı?
"Kuş gribi" paniği Asya ülkelerinin ardından Türkiye'de de ortaya çıktı. Türkiye' de birkaç yerde yaşanan tavuk ölümleri ve Manyas' ta bölgenin tamamen karantinaya alınması paniği daha da çok tırmandırıyor. Birde AB nin Türkiye' de ve Romanya' da rastlanan vakalarda "ölümcül" nitelikte olan H5N1 virüsüne rastlandı diye açıklamada bulunması durumu iyice belirsizleştiriyor.
Bu konuda ortalıkta birçok uzmanın görüşü dolaşıp gidiyor. Kimileri, önlemlerin alınmasıyla ya da yeteri kadar alınamamasıyla paralel 2 ila 150 milyon arasında ölümün gerçekleşebileceği belirtiyor. Kimileri ise aslında böyle bir virüsün bile varlığından şüphe duyduğunu başkaları ise tehlikenin aşıldığından söz ediyor. Şimdi farklı açıklamalarda bulunup dikkatleri üzerine çeken Dr. Leonard Horowitz' in görüşlerine bakalım.
Amerikalı araştırmacı, son makalesinde şöyle diyor: "Kuş gribi, bir salgın ihtimalinden fazla bir şey haline gelirse, bunun sebebi siyasi ve ekonomik planlar olacaktır. Bu tez; medyanın yanlış aktarımı, riskli ve değersiz ilaçlardan elde edilen devasa kârlar, geçmiş virüslerin ortaya çıkardığı derslerin gözardı edilmesi, mutant grip virüslerinin üretildiği genetik çalışmaların devamı, Beyaz Saray ve ilaç tekelleri arasındaki kirli ilişki ve skandallar gibi gelişmelerle destekleniyor." (Global Research, 12 Ekim 2005)
Ayrıca makalesinde Horowitz bize şu ana kadar Asya da gerçekleşen 65 ölümü sorunlu sağlık hizmetlerine bağlıyor ve heryıl Amerika da gripten kaynaklı ölümlerin 40 bin olduğunu hatırlatıyor.
Şu an virüs sadece kuştan kuşa geçebiliyor insanlarda kuşlara nazaran çok az rastlandı. İlaç tekelleri başta Roche olmak üzere insan proteinleri ile insana bulaşan virüsün aşısını aramaya başladılar bile. Bu, şu anlama geliyor, insana rahatça geçen virüs tipini labaratuarlarda üretmeye başladılar. Kendi ürettikleri virüsü başta Roche olmak üzere tekeller "kazayla" ellerinden her an kaçırabilirler.


Pakistan: Yine yoksullar, yine kararan hayatlar
7 Ekim'de Pakistan'ın Keşmir bölgesini vuran 7.6'lık deprem 50 bini aşkın insanın ölmesine, çok daha fazlasının da yaralanmasına neden oldu. Deprem sonrası görüntüler büyük bir trajedinin yaşandığını kanıtladı. Milyonlarca insan herhangi bir gıdadan, sağlıktan ve barınaktan yoksun bir şekilde yaşam mücadelesi veriyor. Birleşmiş Milletler bu kışın sonunda bölgede çok büyük bir tahribat olacağını söylüyor.
Dünyanın her yerinde ve 17 Ağustos'ta Türkiye'de de olduğu gibi bütün felaketler yoksulları vuruyor. Yoksullar sadece deprem anının felaketiyle değil, deprem sonrası yetersiz beslenme ve sağlık koşullarıyla, sert hava şartlarıyla mücadele etmek zorunda kalıyorlar. Bu arada salgın hastalıklarda kitlesel kıyımlara yol açıyor. Her büyük depremde alt ve üst yapı sorunlarıyla hiç uğraşılmayan yoksul mahalleler kaderine terk ediliyor.
Pakistan'da 17 Ağustos sonrası Türkiye görüntülerini izlemeye başladık. Yüksek askeri önlemler, coplanan insanlar, iç edilen yardımlar, korumaya alınan zengin bölgeler, organ ticareti yapanların iştahını kabartan yalnız kalmış binlerce çocuk. Ve depremin rantını yemeye hazırlanan asalaklar.
Öte yandan militarizmin sonuçları da felakete uğrayan bölge halkının başınbdaki bir başka sorun. Birçok bölgeye karadan ulaşmak mümkün değil. Uçak ve helikopter gerekli. Ne var ,ki Pakistan ve Hindistan arasındaki askeri çatışma bölgeye Hint helikopterlerinin yardım taşımasına engel oluyor. Dünyanın en çok helikoptere sahip ülkesi, ABD işe elindeki araçları New Orleans’da kullanmadığı gibi Pakistan’da da kullanmıyor. ABD helikop-terlerini Irak ve Afgan halkını öldürmek için kullanmayı tercih ediyor.
Deprem değil kötü yapılar öldürür deniyor. Doğrudur. Ama kötü insanlık dışı yapılara ve yaşam koşullarına neden olan vahşi sistemi - kapitalizmi yıkmadan yapıların düzeleceğini, helikopterlerin yardım amaçlı kullan ılacağını ummak, her halde çok iyi niyetli bir yaklaşım olur.


Eğitim özelleştiriliyor

Geçen günlerde ilginç bir yasa hazırlandı. Özel okullarda çocuklarını okutan ailelere devlet indirimli kredi vermeyi kolaylaştırmasının yanında bir çok başka kolaylık da sağlayacak.
Aslında basbayağı şirket olan özel okulların giderlerinin bir kısmının karşılanması ve bazı öğrencilerin devlet bursuyla özel okullarda okutulması da var. Bu, çeşitli sektörlerde başlayan özelleştirme atağının eğitimdeki ayaklarından biri.
Neden, insanlar çocuklarını bırakın özel okulu devlet okuluna gönderemezken zaten hali vakti yerinde olan bu insanlara yardım ediyor? Birde işe şöyle bir cila bulmuşlar "özel okullarda görev yapan öğretmenlere sendika hakkı’" Bu, zaten sakat bir sendika yasasıyla nasıl garanti edilebilir ki. Öğretmenler hangi güvenceye sahipler? Hiçbir güvence verilmeden böyle bir hakkın verileceğinin söylenmesi hiçbir anlam taşımıyor.


Yangını da özelleştirdiler
Belediyeler başta olmak üzere bir çok kurumda gördüğümüz taşeronlaştırma vakalarına bir yenisi daha eklendi . İstanbul Büyükşehir Belediyesi, İstanbul itfaiyesine 600 taşeron işçi almak için ihaleye gitti.
Hepimizin bildiği üzere taşeron firmanın yüklü paralar kazanması ve sosyal haklara sahip olmayan ve düşük ücretle çalışan işçilerin temini bu yolla çok kolaylaşacak.
Bir de deneyimsiz insanların itfaiyecilik gibi tehlikeli bir mesleğe getirilmesi varki nasıl vahim sonuçlar doğurabileceğini zaman içinde göreceğiz.


Petkim'de taşeronlaştırmaya karşı eylem

Petrol-İş, Aliağa Şubesi, Petkim'de sendikasız işçi çalıştırılmasını ve işçi çıkartılmasını protesto etti.
Petkim B kapısı önünde dün sabah toplanan taşeron işçilere hitaben bir konuşma yapan Petrol-İş sendikası Aliağa Şube Başkanı İbrahim Doğangül, "Yıllardır uygulanan taşeron işçi çalıştırma yönteminin yeni trafik yasası gereğince bahane edilerek taşeron firma ile birlikte işçilerin de değiştirilmesini" eleştirdi.
Petkim'de çalışan sendika üyesi 17 işçinin işten çıkarıldığını söyleyen Doğangül, "PETKİM'de işçilerin sendikasız, ucuz işgücüyle çalıştırılmasına göz yumma-yacağız" dedi.