Sosyalist İşçi 245 (24 Kasım 2005)

 

Sayfa 2 :

Şemdinli:
Susurluk değil Paris

Türkiye'nin Güneydoğu'daki en uzak ucunda, Efkâr Dağı'nın eteklerinde kurulmuş, 15 bin nüfuslu Şemdinli'de yaşanan devlet terörü, her şeyden önce, bölge halkının devlete olan güvensizliğinin çarpıcı boyutlarını kanıtladı.
15 yıllık kirli savaşı yaşayan Kürtler, altı yıldan bu yana iyi kötü süren barış ortamı sayesinde biraz nefes alabilir hale gelmişlerdi. Son iki ayda 14 ayrı bombalı saldırı gören Şemdinli'de halk, devletin herhangi bir kurumuna olan güven duygusundan yoksunlukla, olayların faillerini yakaladı, kanıtları kendisi topladı, kanıtların karartılması ihtimaline karşı tüm belgeleri çoğaltarak halka dağıttı. Sorumluların yakalanması ve yargılanması konusunda pek de dişe dokunur bir şey yapılmadığını görünce de sokaklara döküldü.
Tepki Şemdinli'den Yüksekova, Hakkari merkez, Van, Ağrı gibi doğu illerinin yanısıra, İstanbul, İzmir, Ankara gibi büyük şehirlere de yayıldı. En önemli ayıraç noktalarından biri Yüksekova'da düzenlenen cenaze töreni oldu. tören çok büyük bir protesto gösterisine dönüştü. Haritadaki yerini bile kirli savaş dolayısıyla öğrendiğimiz, 'allahın unuttuğu' Yüksekova'da 50 bin kişi gösteriye katıldı.
Hani 1. sınıf vatandaştılar?
Cenazenin üzerine dalış yapan savaş uçakları, açılan ateşle üç kişinin ölmesi, gösteri yapan her kalabalığa asker ve polisin saldırması, işgal altındaki Irak'ta ABD askerinin yaptıklarını andırıyor. Ya da Hindistan'da İngiliz, Kongo'da Fransız, Angola'da Portekizli işgalcilerin... Oysa güvenlik güçlerinin halkın güvenliğini sağlamakla görevli oldukları söylenir. Yüksekova, Şemdinli ve diğer yerlerde uygulanan devlet terörünü görenlerin böyle bir masala inanması mümkün mü?
Başbakan'ın "Herkes 1. sınıf vatandaştır" sözü inandırıcılığını böylece yitirdi. Yüksekova'da olaylar büyüyünce resmi tüm görevlilerin (asker, polis, vergi memuru, hemşire, doktor, öğretmen, PTT görevlisi, vb. tüm memurlar ve onların eş ve çocukları) ilçeden resmi araçlarla tahliye edilmesine ne demeli? Acaba kimden kaçırılıyorlar? Bunlar o toprakların yabancıları mı? Başka bir ülkeden geçici olarak mı geldiler? Kaçanlar 1.sınıfsa, kalanlar kaçıncı sınıf vatandaş?
Bölücü sloganlar
Ana akım medya ve devlet görevlilerinin açıklamalarına göre, cenazeye katılanlara karşı onca önlem bölücü sloganlar attıkları için alınmış. Bir ilçenin neredeyse tamamı sokağa çıkıp 'bölücü sloganlar' atıyorsa o ilçenin tamamı bölücü demektir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin temel sorunlarından biri ülkeyi böldürtmemek olduğuna göre bu ilçe halkının kaderi ne olacaktır? Hepsi 'ölü ele geçirilecek' ya da hapse mi atılacak?
Derin devlet mi?
Olayların seyrine bakılarak yeni bir Susurluk vakası yaşandığı sık sık dile getirildi. Benzer nitelikte olaylar Türkiye'de çok sık yaşandığı için bu yorum kabul de gördü. Bu izlenimi doğuran pek çok etken de günlerce basında yer aldı.
Örneğin, araçlardan çıkan belgeler Şemdinli saldırısıyla sınırlı değil. Planlanan çok sayıda suikast ve bombalama eylemi hakkında ipuçları veriyor. Saldırıyı düzenleyenler için izin kağıtları bile önceden düzenlenmiş.
Bombalamayı yapan şahsın binmeye çalıştığı araç olaydan bir saat önce askeri birlikten çıkmış ve arabaya bir itirafçıyı almışken devletin dışında, 'lokal' bir olay olduğu söylenebilir mi? Diyelim ki öyle. O zaman da devlet kendi emri altındaki 'lokal' suç erbabını denetleyemiyor ve bunlara maaş ödemeye devam ediyor demektir.
Bagajdan çıkan 105 kişilik ölüm listesinde dükkanına bomba atılan kişinin ismi kırmızıyla çizilmiş. Yani işi bitirildiği varsayılarak listeden silinmiş. Üstelik dört klasörlük bir dosyada planlanan başka saldırıların kanıtları da var.
Savcı olay yerinde inceleme yaparken toplanan kalabalığın üzerine ateş açan asker de bir kişiyi öldürdü, beş kişiyi yaraladı (Acaba yanlışlıkla savcı da vurulsaydı olay PKK'nin üstüne mi kalacaktı?).
Susurluk'un baş mimarlarından Mehmet Ağar'ı arayan bir polis "Bizi öldürüyorlar. Burada sıkıştık, yardım gönderin", diyor ve hükümet bu konuda ağzını açmıyor. Yani bir 'derin devlet' kokusu yine ortalığı sarıyor.
Sorun Kürt sorunu
Ancak bu kez topu derin devlete atarak kimse sorumluluktan kurtulamaz. Sorunun çözümü Kürt sorunu konusunda devlet politikasının bütünüyle değiştirilmesinden geçer. Artık "Bu devletin işi değil, bir takım karanlık güçlerin, devletin içinde yuvalanarak yaptığı lokal işlerdir" açıklamaları hiç kimseye fayda sağlamaz. Bu düpedüz devletin uygulamakta ısrar ettiği politikaların sonucudur ve çözümü de devlettedir.
Üstelik bugün "Önce PKK koşulsuz silah bıraksın" demenin de bir anlamı kalmamıştır. Bugün, önce ve derhal hükümet olaya adı karışan tüm resmi görevlileri açığa alıp yargılamalı, olaylarda sıkılmış her bir kurşunun (görgü tanıklarından biri, evine isabet eden kurşunların terlikleri doldurduğunu söyledi) hangi silahtan çıktığını ve bu silahları kimlerin ateşlediğini bulup tutuklamalıdır.
Kullanılan resmi belgelerde imza yetkisi bulunan Hakkari İl Jandarma Alay Komutanı Albay Erhan Kubat, herşey ortadayken "Güvenlik güçlerinin bu işle ilişkisi olması mümkün değil. Böyle bir şey mümkün olabilir mi?" diyen Hakkari Valisi Erdoğan Gürbüz, tutuklanan kişiyle ilgili olarak "Şüpheli bile denemez, ortada sadece vatandaşın küçük bir iddiası var" diyen Şemdinli Başsavcısı Harun Ayık derhal savcılık soruşturmasına alınmalıdır.
Polisin bulunduğu bölgede yasal olarak istihbarat çalışması izni olmayan jandarmaya bağlı Jandarma İstihbarat Teşkilatı'nın (JİT) orada ne işi olduğu, buna benzer olaylardaki sorumluluğu kamuoyuna bir an önce açıklanmalı, sorumlular cezalandırılmalı ve eski adı JİTEM olan bu kontrgerilla teşkilatı dağıtılmalıdır.
Bunlar atılması gereken ilk adımlardır. Bu adımlar atılmadan Başbakan Tayyip Erdoğan'ın olayın üzerine 'Sonuna kadar gidileceği', 'Kim yaptıysa bedelini ödeyeceği', 'Nerden gelirse gelsin kayırma yapılmayacağı' sözlerinin hiçbir inandırıcılığı olamaz. Ve bunlar sadece ilk adımlardır. Kürt sorununda kalıcı çözüm içinse, yukarıda da söylendiği gibi, şahin devlet politikası bütünüyle değiştirilmelidir.
Fransa'da atılan tohum
Son olayları Susurluk'la karşılaştırmanın mantıklı bir yanı var. Ancak karşılaştırılacak bir başka şehir de Paris. Ülkelerinden çeşitli zorluklar nedeniyle ayrılıp daha iyi bir hayat için Avrupa'nın çeşitli şehirlerine yerleşen çoğu müslüman kökenli göçmen gençler, daha birkaç hafta önce, Paris'i yangın yerine çevirdiler. Ayaklanmalarının nedeni Kürtlerle aynı: eşitsizliğin getirdiği aşağılanma. Yani '1.sınıf vatandaş' muamelesi görmemek.
Fransa'da bir tohum atıldı. Bu tohumun en yalın ifadesi "Haklarını alamıyorsan çık sokağa ve yak!". Aynı tohumun Türkiye'de yeşermesini istemeyenler artık ayağını denk almalıdır. Kürt gençlerine sahip çıkmayan devlet aynı yangını kapısının önünde bulacaktır.
Üstelik Kürt halkı Fransa'daki göçmen gençler gibi örgütsüz de değildir. Uzun yıllardır mücadele veren pek çok örgütlenmesi vardır. Oradaki gibi nüfusun %10'unu değil, %30'a yakınını oluşturmaktadır. Sınır dışı etme, ülkelerine geri gönderme gibi bir durum da söz konusu değildir.
Bayrak provokasyonlarında olduğu gibi, ipini koparmış birkaç bin MHP'li faşistin sokağa çıkmasıyla önlenebilecek bir yangın da olmayacaktır bu. Çünkü batıdaki bütün büyük şehirlerde yüzbinlerce Kürt yaşıyor. Şimdiden İstanbul'un varoşlarında çoluk çocuk binlerce Kürt irili ufaklı gösteriler yapıyor. Hükümet ne bütün Kürtleri öldürmeye yetecek kurşun, ne de hepsini 'tıkabileceği' cezaevi bulabilir.
Şimdi, yatışmış gibi görünen olaylar, pimi çekilmiş bomba gibi, her an yeniden patlamaya hazır bekliyor. Rasyonel akıl çözümün çerçevesini çiziyor.

Barış ÇALIŞKAN



KİM NE DEDİ?

"Değerli bir subayımızdır".
(Orgeneral Orgeneral Büyükanıt’ın Şemdinli olaylarına karışan assubay hakkındaki değerlendirmesi.)

"Komşuya demokrasi gelecek, Esat'la veya değil..."
(Hilmi Özkök, Genel Kurmay Başkanı)

“Yurtsever ne demek?
En kısa tanımıyla yurtsever, yurdunda yaşayan herkesi din dil ırk ayırmadan sahiplenen ve yurt topraklarında bir arada eşit ve barış içinde yaşamak isteyen ve bunun için mücadele eden kişidir.”
(TKP'nin Komünist gazetesi)

"Sizin işiniz çocuklarla top oynamak değil, onları tutuklamaktır!"
(Toulouse kentinde polislere hitaben konuşan Fransa İçişleri Bakanı Sarkozy)

“Vatan namustur, sattırmadık!”
(Faşist Yeni Çağ gazetesi)

“Tüpraş vatandır, sattırmayız!”
(TKP)

`George Bush katildir. Arjantin topraklarına adım atmaması için yapılan gösterinin en önünde olacağım.”
(Diego Maradona, Eski futbolcu)

“Bugün en büyük yenilgiyi alan George Bush’dur. Adam yaralı bir halde geri döndü. Yenilgiyi suratından görebilirsiniz.”
(Hugo Chavez, Venezüella Devlet Başkanı)

“Ben başkan seçildiğim zaman ABD ile Brezilya’nın ilişkilerinin bozulacağını söyleyenler vardı. Onlar çok fena yanıldılar.”
(Lula, Brezilya Devlet Başkanı)

“Bush’un kuklaları birer birer devriliyor”
(Hugo Chavez, Venezüella Devlet Başkanı)