Sosyalist İşçi 245 (24 Kasım 2005)

 

Sayfa 8-9 - Orta Sayfa:

İncirlik Üssü'nde 90 tane nükleer başlık var
İncirlik Üssü kapatılsın

Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu, "İncirlik Üssü kapatılsın/ABD evine dön" başlıklı bir kampanya başlattı. Kampanya, gerçekten de ABD başkanı Bush'un tam köşeye sıkıştığı bir zamanda başladı. BAK, bu kampanyayı, 23-25 Eylül'de İstanbul'da düzenlenen Avrupa Sosyal Forumu ön hazırlık toplantısında, küresel bir kampanya olması yönünde tartışmalar yaptı. BAK aktivistleri ASF savaş karşıtları buluşmasında, yapılabilen tüm ülkelerde ABD askeri üslerine karşı kampanya yapılmasının önemini ve 18 Mart'ta Irak işgalinin üçüncü yıldönümünde yapılacak uluslar arası savaş karşıtı eylemin öne çıkan vurgularından birisinin de ABD'nin üslerinin kapatılması talebi olduğunu ısrarlı bir biçimde anlattılar.
Türkiye'de ise geçtiğimiz haftalarda BAK'ın kampanyası ilan edildi. Çok sayıda kitle örgütü temsilcisinin katıldığı basın açıklamasında, kampanyanın politik içeriği basına açıklandı.
İnadına, bir kez daha: "İncirlik kapatılsın"
BAK, ilk kez İncirlik üssü ile ilgili bir kampanya yapmıyor. Daha önce, mayıs ayında İncirlik Üssü'nde neler döndüğünü öğrenmek ve AKP hükümetinin ABD'ye neler vaat ettiğini öğrenmek için bir dilekçe verilmişti. BAK aktivistlerinden Sami Evren 11 Mayıs'ta hükümetin İncirlik Üssü'nün kullanımını ABD'ye garanti ettiği gizli kararnamenin açıklanması için yapılan "bilgi edinme hakkı" başvurularına hiçbir cevap verilmedi.
Ekim ayında, Adalet Bakanı bilgi edinme hakkı için 3800 başvuru olduğunu ve bunlardan 3700 tanesine cevap verildiğini açıkladı. Belli ki BAK'ın 25 dilekçesi, cevap verilmeyen 100 dilekçenin arasında yer alıyor. AKP hükümetinin İncirlik Üssü'nü ABD'ye kullanma izni verdiği gizli kararnamenin halka açıklanması için verilen bilgi edinme hakkını kullanmayı da hedefleyen dilekçeye hiçbir yanıt gelmemesi üzerine BAK Mayıs ayında İncirlik Üssü önünde bir gösteri düzenlemişti.
İşte Ekim ayında ilan edilen kampanya bir önceki kampanyanın devamı sayılabilir.
Hükümetin bu konudaki tüm sessizliğine rağmen, İncirlik Üssü'nde dönen dolaplar açığa çıkartılmak zorunda.
AKP işgale ortak oluyor
Bush Irak'ta 110 bin Iraklının ölümünden sorumlu. İşkencelerden, cinayetlerden, rüşvet ve yolsuzluklardan sorumlu. ABD ordusunun Irak'ta "Beyaz Fosfor" adı verilen bir kimyasal silah kullandığı bizzat Irak'ta savaşan ABD askerlerince itiraf edildi. Kasım ayında Felluce'de gerçekleşen yıkım sırasında binlerce insan öldü. Cesetler tanınmayacak haldeydi. Kemikler erimişti.
Irak'ta nelerin yaşandığını az çok tüm dünya biliyor. Yaşanan tam bir katliam. Felluce katliamı sırasında Bush'un bir soykırım uyguladığını biliyoruz.
İncirlik Üssü bu soykırıma, ABD'nin kanlı işgaline destek merkezsi işlevi görüyor.
Şu soruların yanıtı mutlaka AKP hükümeti tarafından halka açıklanmalı: ABD İncirlik'te neler yapıyor? Kaç ABD askeri var? İskenderun Limanı ile İncirlik Üssü arasında nasıl bir ilişki var? Irak'ta tutsak edilen Iraklılar İncirlik Üssü'ne sorgulanmak üzere getiriliyor mu? Uçaklarda neler taşınıyor? İncirlik'te gerçekten de 90 adet nükleer başlık var mı? Varsa bunlar hangi amaçla orada tutuluyor? İncirlik Üssü'nde Irakıları ölürden ABD askerleri mi dinlendiriliyor? Son dönemlerde "Ajangate" gibi bir dizi skandalla sarsılan G. W. Bush'a AKP destek vermeye devam edecek mi? İncirlik Üssü'nün ABD'ye kullandırılmasının bazı tahminlere göre 110 bin Iraklının yaşamını yitirdiği Irak işgaline ortak olmak anlamına geldiğinin farkındalar mı?
Parlamento, çoğu kez parlamentoya girenlerin gözünü kamaştırır. O kadar tepede bir yerdedir ki zaman zaman da baş dönmesi yaratır. Ama Recep Tayyip Erdoğan ne gözü kamaştığı ne de başı döndüğü için ABD'nin Irak'ta neler yaptığını bilmezden geliyor. AKP hükümeti kanlı işgalin ortağı oluyor. Hem de bile bile.
Hem de göstere göstere.


Marshall'dan Kore'ye, Kore'den NATO'ya
5 Haziran 1947 tarihinde ABD Dışişleri Bakanı George Marshall, Harvard Üniversitesi'nde verdiği söylevle, kendi adının verildiği planın ilk işaretlerini verdi. Bu plana göre; Avrupa'nın ekonomik tamiri üzerinde duruluyor, açlık, yoksulluk ve kaosla mücadeleye girileceği açıklanıyor, politikalar ulusal düzeyden bölgesel (tüm Avrupa kıtası) düzeye çıkarılıyor, bu girişimi engellemeye kalkışacak olan hükümetler, siyasal partiler ya da grupların Amerika'nın direnişi ile karşılaşacağı ifade ediliyordu.
Türkiye, Marshall Planı çerçevesinde 1948 - 1952 yılları arasında toplam 352 milyon dolar yardım aldı. Bu yardımın 175 milyon doları (% 50) Amerikan piyasalarından doğrudan mal alımına yönelik, 84 milyon doları (% 24) borçlanma, 73 milyon doları (%21) hibe, 17 milyon doları (%5) şarta bağlı olarak verilmiştir. Aynı dönemde verilen Amerikan Askeri yardımı tutarı 687 milyon dolardır (%95 fazla). Alınan yardımlar tarım, karayolları yapımı ve ulaşımı, liman ve rıhtım gibi binaların yapımında kullanılmıştır. Böylelikle Türkiye'de dışa bağımlı kalkınma hamlesi başlatılmış oldu.
Türkiye Kore'de: binlerce ölü ve yaralı
Kuzey Kore ile Güney Kore arasında 25 Haziran 1950 tarihinde çatışma/ savaş başladı. Türkiye, BM'den yapılan çağrıya uyarak, 17 Ekim tarihinde, ABD'nin arkasından Kore'ye 5000 kişilik piyade tugayı göndererek asker çıkarttı.
27 Temmuz 1953 yılına kadar süren savaştan 2.381 kişi, yaralı ve esir alınmış olarak geri döndü. Bu Türkiye'nin, Misak-ı Milli sınırları dışında askeri harekâta ve müdahaleye katılma dönemini başlatmış oldu.
Bugün bile hala sorulan, "Kore'de ne işimizi vardı?" sorusunun yanıtının, 1947 - 1951 yılları arasında ABD'den alınan 400 milyon dolarlık ABD askeri yardımında yattığını söylemek yanlış olmayacaktır.
Ve Türkiye'ye madalya takılıyor: NATO üyeliği
Türkiye, 1949 yılında ABD'nin öncülüğü ile kurulan NATO'ya 18 Şubat 1953 tarihinde kabul edildi. Kore savaşının da Temmuz 1953 yılında sona erdiğini düşünürsek, Türkiye bir kan denizinin ortasında ABD emperyalizminin çıkarları için "varını yoğunu" ortaya koyacağını kanıtlayarak, NATO'ya girmeye hak kazanmıştır diyebiliriz. Böylelikle Türkiye'de yabancı ülkelere ait üs kurma, toprak sahibi olma dönemi başlamış oldu.
Yine de Türkiye ABD'nin dümen suyuna çok daha önceden girmişti. 10 Mart 1954 tarihinde TBMM'de onaylanan Ortak Güvenlik Anlaşması'na göre Türkiye NATO üyesi olmadan ABD'nin askeri girişimlerini desteklemek ve gerekirse bu girişimlere yardım etmek yükümlülüğünü kabul etmekteydi. Bu ABD ile Türkiye arasında imzalanan ikili anlaşmalardan birisiydi.
20 Mart 1954 tarihinde TBMM'nce onaylanan bir başka ikili anlaşmanın adı "NATO Kuvvetler Statüsü Sözleşmesi"dir. Bu sözleşmeyle ABD'nin Türkiye topraklarında askeri tesisler ve üstler kurması ve askeri personel bulundurulması kabul edildi. Bu anlaşmayla, Türk toprakları üzerinde suç işleyen Amerikan askeri personele uygulanacak yargı kararları için, tarihinde ilk kez, bir yabancı ülke makamlarına yargılama sürecine doğrudan müdahale hakkı verilmiş oldu.
(BAK aktivisti Nilüfer Uğur Dalay'ın çalışmasından)


BAK kampanya yapıyor
Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu (Küresel BAK) tarafından düzenlenen ve çok sayıda sivil toplum örgütünün desteklediği, "İncirlik kapatılsın, ABD evine dön'' kampanyası başlatıldı.
KESK, Barış Girişimi, 78'liler Vakfı, TMMOB ve SODEV'in de aralarında bulunduğu çok sayıda sivil toplum örgütünün desteklediği işgal karşıtı kampanya, İstanbul Tabip Odası'nda düzenlenen toplantı ile başlatıldı. Toplantıda konuşan KESK Kadın Sekreteri Sevgi Göğçe , Irak'taki işgalin bütün insanlık dışı uygulamaları ile devam ettiğini, kentlerin bombalandığını, Irak halkının birbirine düşürüldüğünü kaydetti.
Kampanya kapsamında 18 Mart'a kadar çok sayıda işgal karşıtı etkinlik düzenleneceğini kaydeden Küresel BAK sözcülerinden Yıldız Önen, ''Küresel BAK olarak bizler bu kampanyayı, İncirlik Üssü'nün, işgal güçlerinin kullanımına açılması için çıkarılan 'gizli kararname' in iptali ve yürütmenin durdurulması için hukuksal süreci isleterek başlatmayı düşünüyoruz'' dedi ve AKP ve ''Bushseverlere'' seslenerek, ''Siz ne yaparsanız yapın, biz bu işin peşini bırakmayacağız" dedi.
"İncirlik kapatılsın" dilekçesi
11Mayıs 2005 tarihinde çeşitli kurum temsilcilerinden oluşan 25 kişi, Bilgi Edinme Yasası çerçevesinde Başbakanlığa dilekçe verdi. Dilekçede şöyle deniyordu: "Hükümetin ABD'ye İncirlik'te lojistik destek verdiği konusunda gizli bir kararname düzenlediğini 7 Mayıs 2005 tarihli Cumhuriyet gazetesinden okumuş bulunmaktayım. Aynı haberde bu iznin ABD'nin Irak'a göndereceği askeri malzeme, personel nakli de dâhil lojistik desteği kapsadığı anlaşılmaktadır. Bu haber doğru ise, ülkemizin komşu ülkelerle ilişkisinin ciddi bir tehlike altına sokulduğu endişesini taşıyorum... Anayasanın 92. maddesine göre, herhangi bir silahlı kuvvetin Türkiye'de bulunması TBMM iznine tabidir. Haberin doğru olup olmadığının, değilse gerçek durumun ne olduğunun yasada belirtilen sürede tarafıma bildirilmesini diliyorum".


İskenderun limanında neler oluyor?
Yaklaşık iki aydır, İskenderun Limanı'ndan bir hareketlilik yaşanıyor.
Bir yandan İncirlik Üssü yeniden düzenlenirken diğer yandan da İskenderun Limanı'ndan Üsse sevkiyat gerçekleşiyor. Ortada tam bir hukuksuzluk örneği var.
ABD'nin İncirlik'le İskenderun arasında böyle bir sevkiyat yapabilmesi için TBMM'den yetki almış olması gerek. Fakat bu durumda AKP hükümeti el altından ABD'ye yeni bir yetki vermiş görünüyor.
İskenderun Limanı'ndan ABD asker mi geçecek, ABD askeri mi konuşlanacak gibi bir dizi soru yanıtsız bırakılıyor.
Irak işgalinin sona ermesini ve bu işgale ortak olunmasını istemeyenler, İskenderun Limanı'nda neler yaşandığını da anbean izlemelidir.


Derin devletin son çırpınışları
Şemdinli'de olanlar derin devletin sağ salim yerinde durduğunu, Susurluk'tan bu yana değişmeden ve zayıflamadan varlığını sürdürdüğünü gösteriyor. Yapılabilecek yorumlardan biri bu. En kolay, en ezbere yorum ama bu. Hep yaptığımız, yapmaya alışageldiğimiz yorum.
İki sayı önce, yine bu köşede, şöyle yazmıştım:
"Marks'tan öğrendiğim kadarıyla, bir ülkede, sınıflar arasındaki güç dengesinin izin verdiği ölçüde, egemen sınıfın istedikleri olur. Türkiye de nihayet doğru dürüst bir ülke olmaya başladı; generallerin, mafya babalarının, hortumcuların, korucuların yönettiği bir ülke olmaktan çıkmaya, Koçlar'ın, Sabancılar'ın, TÜSİAD'ın yönettiği bir ülke olmaya başladı. Ve ülkeyi bunların adına, bunların çıkarına AKP yönetiyor."
Birinci paragrafta özetlediğim yorum doğruysa, iki sayı önce yanılmış olduğum anlamına gelir. Ama yanıldığımı sanmıyorum.
Türkiye egemen sınıfının uluslararası bağlantıları sağlam olan, dinamik, ileri görüşlü, TÜSİAD'da örgütlü kesimi, ve bu kesimin doğrudan temsilcisi olmayı amaçlayan AKP hükümeti, bir zamandır, Avrupa Birliği'ne girmek, Kıbrıs, Kürt ve Ermeni sorunlarını çözmek doğrultusunda gerekli adımları tıkır tıkır atıyorlar. Bunlar, egemen sınıf açısından gereksiz ve saçma sapan sorunlar, çözümü pek çok açıdan "kolay" olan, çözüldüğünde egemen sınıf için yeni fırsatlar, yepyeni kâr alanları yaratacak olan sorunlar. Bu sorunları gerçekten çözebilmek için, derin devletin iyice mankafalı, silâhtan başka araç tanımayan unsur, kurum ve gizli örgütlenmelerinden kurtulması gerektiğine, emin olabiliriz ki, egemen sınıf bizden daha iyi biliyor. Dolayısıyla, kurtulacak.
Ancak, bu kurtulma süreci düz bir süreç olmayacak.
Birincisi, her egemen sınıf gibi buradakinin de açık ve gizli silâhlı güçlere, açık ve karanlık devlet örgütlenmelerine ihtiyacı var elbet. Bu nedenle, derin devleti dağıtırken, devlet güçlerini tümüyle demoralize etmemeye, zayıflatmamaya, devlet mekanizmasını deşifre etmemeye çalışacaktır. Örneğin, tüm JİTEM üst kademelerinin mahkemeye verilmesini beklemeyelim, ama birilerinin ayağının kaydırılacağından eminim.
İkincisi, Kıbrıs, Kürt ve Ermeni sorunları hem derin devletin, hem milliyetçilerin (faşistlerden kemalistlere kadar) en hassas oldukları konular. Kuşkusuz direnecekler, çözüm süreçlerini baltalamaya çalışacaklar, kâh Şemdinli gibi olaylar, kâh milliyetçi kabarmalar yaratmaya çalışacaklar. Memleket bir günden bir güne barışçıl bir demokrasi bahçesine dönüşmeyecek elbet.
Ancak, gözden kaçırmayalım, Şemdinli yüzlerine gözlerine bulaştı (Yüksekova'da 100 bin kişinin gösteri yapması, üstelik Kürt illerinin dışında bile herkesin gösteri yapanları haksız bulmakta zorlanması, ne egemen sınıfın işine gelir, ne de hatta silahlı kuvvetlerin) ve geçen Mart ayındaki bayrak krizinden bu yana tüm çabalara rağmen milliyetçiliği sokaklara dökme, halka yayma, kitleselleştirme çabaları bir türlü sonuç vermedi.
Sonuç olarak, daha çok Şemdinli'ler, bayrak krizleri vs olabilir, ama bunlar derin devletin ve azgın milliyetçiliğin şahlanışının değil, son çırpınışlarının göstergeleri olacak. Egemen sınıfın başlattığı süreç bunlara rağmen devam edecek.
Eğer yanılmıyorsam, bunlar bizim için ne anlama gelir?
Kürt hareketi açısından, tüm operasyonlara ve Şemdinli'ye rağmen, barış sürecinin önünün açık olduğu ve dolayısıyla buna göre davranmak, fırsatları değerlendirmek, barış için daha da bastırmak gerektiği anlamına gelir.
Türk sosyalistleri için ise, devlet mekanizmasındaki bu çalkantıdan, itişmeden yararlanıp var gücümüzle demokratik talepler öne sürmek, bunların kitleselleşme olanağının bilincinde olarak geniş ve kitlesel kampanyalar inşa etmeye çalışmak anlamına gelir. Gün, "bağımsız Kürdistan" talebinin değil, "Büyükanıt istifa" talebinin günüdür.
Roni MARGULİES