Sosyalist İşçi 248 (4 Şubat 2006)

 

Sayfa 4 :

Latin Amerika:
21. yüzyılda devrim mümkün

Gerçek değişim, kitlelerin kendi, aşağıdan eylemleri ile varolan iktidarı yıkarak yerine kendi yönetim organlarını kurmaları ile mümkün olacaktır. İşte Latin Amerika asıl bunun gerçekleşmesinin mümkün olduğunu gösterdiği için bugün bütün
dünyada yoksulların, ezilenlerin umududur

Geçtiğimiz on yıl boyunca Latin Amerika ülkeleri dünyada neo-liberal politikalar karşı direnişin simgesi haline geldiler. 90'ların ortalarından itibaren kıta, bir dizi sol ya da merkez sol olarak adlandırılabilecek hükümetlerin zaferine tanık oldu; Venezüela'da Chavez, Arjantin'de Kirchner, Brezilya'da Lula, Bolivya'da Morales iktidara geldi, Ekvator'da Lucio Gutiérrez devrildi. Genellikle köylüler ve yerli halklar tarafından başlatılan sosyal hareketler kıtaya hakim oldu. Arajantin'deki piqueteros (İşsizler), Brezilya'daki topraksızlar bu hareketlerin önde gelenleriydi. Ortak özellikleri ise, neo-liberalizme, özelleştirmeye, ekonomilerin küresel sermayeye sınırsız bir şekilde açılmasına, sosyal adaletsizliğe karşı olmaları ve söylemlerinde anti-kapitalist ve sosyalist bir retorik kullanmaları.
Latin Amerika'daki bu ayaklanma dizisinin en önemli nedenlerinden bir tanesi kıtanın 1980'ler boyunca içinden geçtiği ekonomik yapılanma ve bunun sonucunda 90'larda içine girdiği derin kriz oldu.
Brezilya
Latin Amerika ülkelerindeki bu sol hükümetlerin ilk örneği Brezilay'da 2002'de İşçi Partisi'nden (PT) Lula'nın seçimi kazanması oldu. Brezilya 1990 yılının Mart ayında IMF'nin yapısal programını uygulamaya başladı. 1994'e gelindiğinde eflasyon yüzde 2000'e ulaştı, yoksulluk arttı, 1999'da işsizlik yüzde 10'a ulaştı, kamu hizmetleri özelleştirildi.
Lula işte böyle bir dönemin üzerin eve bu politikalara duyulan tepkinin sonucu olarak iktidara geldi. Ancak iktidara geldikten çok kısa bir süre sonra, "hastalık devam ederken tedaviyi değiştiremezsiniz" diyerek IMF ve Dünya Bankası ile görüşmeye devam etti. Bugün Brezilya'da bürokratlar ile halk arasındaki gelir uçurumu hala devam ediyor, 2003 yılında IMF programı çerçevesinde sosyal güvenlik reformu yapıldı, tarım reformu durduruldu, faiz oranları çok yüksek tutularak bankaların karlarını koruması sağlandı.
Arjantin
90'lı yıllara damgasını vuran büyük ekonomik krizin ve ekonomik sistemin tamamen çökmesinin ardından, 2001 yılında büyük bir ayaklanma oldu. O dönemde Arjantin'in başkanı olan De La Rua işçilerin ve küçük üreticilerin banka hesaplarına el koymak isteyince piqueteros (işsizler) sokaklara döküldüler. De La Rua, helikopterle ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. 18 ay süren istikrarsız bir dönemin ardından Kirchner hükümeti iktidarı aldı.
Bolivya
Bolivya, Haiti'den sonra Latin Amerika'nın en yoksul ülkesi. En önemli özelliği, çok büyük doğlagaz rezervine sahip olması.
1980 yılında Bolivya'nın madenleri IMF programı çerçevesinde özelleştirildi. 30 bin maden işçisi işsiz kaldı.
1999 yılında Brechtel gibi büyük özel şirketler Bolivya'nın suyunu özelleştirmeye çalıştılar. 2005 yılında ise British Gas ve İspanyol petrol şirketi Repsol Bolivya'nın doğlagaz kaynaklarını kontrol altına almayı denedi.
İlk olarak, 2000 yılında suyun özelleştirilmesine karşı başlayan bir kitle hareketi Amerikan şirketi olan Brechtel'i bölgeden attı. Bugün Bolivya'da suyun dağıtımı seçim ile işbaşına gelen bir yönetim tarafından yapılıyor.
Ardından 2003 yılında, çok uluslu şirketlerin Bolivya'nın doğalgazını ele geçirme girişimlerine karşı büyük bir hareket başladı. Başkan Gonzalo Sanchez de Losada istifa etmek ve helikopterle ülkeyi terk etmek zorunda kaldı.
2003'deki bu ayaklanma sadece, 2005'in Mayıs ve Haziran ayında İkinci Gaz Savaşı olarak adlandırılan ikinci ayaklanmanın başlangıcıydı. 2005 yılındaki ayaklanmanın talebi doğalgaz kaynaklarının devletleştirilmesi idi.
2005 yılının Aralık ayında Eva Morales'i iktidara getiren işte bu ayaklanmalar oldu. Morales, Bolivya'yı on yıllar boyunca yöneten çürümüş politikacılardan bir kopuş olarak görülüyor.
Fakat aynı zamanda seçildikten sonra, zengin doğlagaz yataklarına sahip olan Santa Cruz'da yaptığı konuşmada; "Kimseye zarar vermek istemiyorum. Herhangi bir varlığa el koymak ya da kamulaştırmak istemiyorum. İş adamlarından öğrenmek istiyorum" dedi.
Venezüella
Venezüella'da diğer Latin Amerika ülkeleri gibi yoksul ve az gelişmiş bir ülke. Fakat bir özelliği, dünyadaki beşinci büyük petrol rezervine sahip olması ve petrol ihraç etmesi. 1980'ler Venezüella'nın düşen petrol fiyatları sonucunda ülkeyi büyük bir krize sürüklendiği yıllar oldu. Perez'in uyguladığı neo-liberal politikalar sonucunda, yoksulluk sınırı altında yaşayanların oranı 1995'de yüzde 66'ya yükseldi, işsizlik iki katına çıktı.
27 Şubat 1989'da Perez'in IMF programı çerçevesinde kemer sıkma politikasın başlamasıyla önce öğrencilerin otobüs boykotu başladı, ardından Venezüella'nın başkenti Karakas'ta halk sokaklara döküldü (Karakazo hareketi). Bu hareket tüm ülkeye yayıldı. Ordu halkın üzerine ateş açtı. Resmi rakamlara göre 100, resmi olmayan rakamlara göre ise en az 2000 kişi öldü.
Hugo Chavez işte bu hareketin üzerinden iktidara geldi. Chavez, Latin Amerika'daki diğer iktidarlardan daha sol bir söyleme ve görüntüye sahip. Gerçek bir toprak reformu uygulaması başlattı, bütün halka bedava sağlık ve eğitim hizmeti verilmesini sağladı, yeni bir anayasa oluşturdu, Küba ile ilişkilerinin sürdürerek Amerika'nın ambargosuna meydan okudu. Ayrıca Chavez, Bush'a ve onun politikalarına karşı diğer Latin Amerikalı liderlerin sahip olmadığı kadar güçlü bir anti-emperyalist söyleme sahip.
Venezüella'ya bunları yapma olanağı sağlayan en önemli nedenlerin başında ise sahip olduğu petrol rezervi geliyor. Petrolden elde ettiği gelir sayesinde Venezüella, 1999 yılında yüzde 24 olan kamu harcamalarını 2004'de yüzde 34'e çıkarmayı başarabildi.
Ancak, Venezüella bankaları hala özel sermayenin elinde ve bu bankalar devlete verdikleri borçlardan büyük paralar kazanıyorlar.
Chavez anti-kapitalist söylemler kullanmasına rağmen, yabancı çok uluslu şirketleri Venezüella'da yatırım yapmaları için teşvik etmeye devam ediyor, "Biz sosyalist bir model oluşturmuyoruz. Bizim devrimimiz kapitalizmin çerçevesi içinde neo-liberal modelde değişiklikler yapmaktır" diyor.
Latin Amerika'nın gösterdikleri
Latin Amerika'da olanlar, birinci amacı neo-liberla politikaların dünyaya zorla kabul ettirilmesi olan, ve bunun için askeri gücünü en vahşi şekilde kullanmaktan kaçınmayan Amerika'nın durdurulabileceğini gösteriyor. Irak'ta Amerika'nın askeri gücüne karşı süren direniş ve Latin Amerika'da neo-liberal mücadelelere karşı devam eden mücadele Yeni Amerikan Yüzyılı projesinin politik olarak yenildiğini, tek yapmamız gerekenin onu buruşturup çöpe atmak olduğunu gösteriyor. Özellikle Bolivya'da suyun ve doğalgazın özelleştirilmesine karşı verilen mücadele bugün dünyanın her yerinde neo-liberal politikaların acısını çeken ve bedelini ödeyen milyonlara umut kaynağı olmaktadır. Başta Amerika olmak üzere, dünyanın efendisi olma iddiasına sahip olanların önümüze bir kader olarak koydukları neo-liberal politikalar kaderimiz değildir. Yani bugün Türkiye'de de sosyal güvenlik reformunu, genel sağlık sigortası uygulamasını durdurmak mümkündür.
Ancak, Latin Amerika ülkelerinde bu neo-liberal politikaları durduran ya da gerileten bugün iktidarda olan sol hükümetler değil, onları iktidara getiren kitle hareketleridir. Bu nedenle son on yılda bu ülkelerin hepsinde ardı ardına iktidarlar devrildi. Çünkü bir önceki yönetimin neo-liberal politikalarını eleştirerek iktidara gelen her yönetim, aynı uygulamalara devam etmeye çalıştığında, tıpkı Ekvator'da, Bolivya'da olduğu gibi, yine halk hareketleri tarafından devrilmiştir. Belli ki bu süreç bundan sonra da aynı şekilde devam edecek, yani eğer Morales vaat ettiklerini yerine getirmezse yine aynı halk tarafından devrilecektir. Brezilya'da Lula'nın IMF programı çerçevesinde 2003 yılında sosyal güvenlik reformunu meclisten geçirmeye çalışması sırasında bazı milletvekillerinin Brezilya İşçi Partisi'nde ayrılarak P-Sol'u kurmaları bunun bir başka göstergesidir.
Bir diğer önemli nokta ise, Latin Amerika'nın, nihai olarak devlet aygıtını ele geçirmeden, sadece seçim yoluyla iktidarı alarak bu sistemi değiştirmenin mümkün olmadığını göstermesidir. Brezilya'da Lula, Arjantin'de Kirchner bunun en güzel örnekleridir. Her ikisi de iktidara geldikten sonra IMF politikalarını uygulamaya devam ettiler, etmek zorunda kaldılar. Gerçek değişim, kitlelerin kendi, aşağıdan eylemleri ile varolan iktidarı yıkarak yerine kendi yönetim organlarını kurmaları ile mümkün olacaktır. İşte Latin Amerika asıl bunun gerçekleşmesinin mümkün olduğunu gösterdiği için bugün bütün dünyada yoksulların, ezilenlerin umududur.

Arife KÖSE