Sosyalist İşçi 248 (4 Şubat 2006)

 

Sayfa 8-9 - Orta Sayfa:

Irak’ta neler oluyor?

Irak’a saldıran koalisyondan İspanya Macaristan, Dominik Cumhuriyeti, Nikaragua ve Honduras çekildi.
Bir Filipinli kamyon şoförünün öldürülmesi üzerine Filipinler koalisyondan çekildi
Norveç, Polonya ve Hollanda çekileceklerini açıkladılar. Tayland Irak’ı terk edeceğini ilan etti.
Bulgaristan bir-kaç yüz kişi olan askeri gücünü azaltıyor. Moldova 42 askerinden 30’unu çekiyor!
Bush: “İki yıl sonra yanımızda sadece İngilizler kalacak. Bir noktadan itibaren tek başımıza da kalabiliriz. Önemli değil. Biz Amerikalıyız!”

Yalanlar
1992’de, birinci Körfez Savaşı’ndan bir yıl sonra Dick Cheney “Bağdat’ı işgal etmeye ve onu yönetmeye kalkışmamakla akıllılık ettik” diyordu ve ekliyordu: “Benim kafamdaki soru şu: Acaba kaç Amerikan kaybı Saddam’a değer. Hiç de o kadar çok değil.”
2001 yılında Condoleeza Rice “Silahlarını ondan almayı başardık. Ordusunu yeniden inşa edemedi” diyordu.
Colin Powell ise “Körfez Savaşı’ndan bu yana kitle imha silahlarını yeniden inşa etme olanağı olmadı” diyordu.
9 Eylül saldırısından iki gün sonra, 11 Eylül 2001’de Donald Rumsfeld “Irak’ı vurmak için bir fırsat olabilir” diyordu.
Nitekim, 17 Eylül günü George Bush bir işgal planının hazırlanması emrini verdi ve bu hazırlık için 700 milyon dolar ayırdı.
Ardından ABD kongresine yaptığı konuşmada “Ülkemiz için tehlike büyük. Tehlike büyüyor. Irak rejimi nükleer bomba yapmak istiyor.” diyordu.
Kısa süre sonra televizyonda yaptığı Ulusa Sesleniş Konuşması’nda “Irak 25 bin litre anthrax, 38 bin litre botulinum toxin ve 500 ton sarin ve sinir gazı yapacak malzemeyi sakladığını, Nijerya’dan uranyum oksid aldığını” söylüyordu.
Bush bütün söylediklerinin maddi dellillerle saptandığını da söylüyordu.
ABD başkanı ve hükümetin de görevli olan herkes Amerikan halkına ve dünyaya yalan söylediler.
Irak’a saldırıdan kısa süre önce bütün bu aynı ağızlar ballandıra ballandıra kitle imha silahlarından bahsettiler ve Irak’ın elinde kitle imha silahlarının olmasını bu ülkeye saldırmanın ve işgal etmenin nedeni olarak gösterdiler.
Oysa aynı günlerde Irak yetkilileri ve BM yetkilileri Irak’ta iddia edilen hiç bir silahın veya bu silahları yapmaya dönük hazırlığın olmadığını rapor ediyorlardı.
Buna rağmen 160 bin ABD askeri ve 20 bin İngiliz askeri Irak’a saldırdı.
Saldırının ilk günlerinde yüzlerce Cruise füzesi kullanıldı. Yüzlerce uçak Irak üzerine on binlerce ton bomba yağdırdı.
Başta Bağdat olmak üzere Irak adeta cehenneme çevrildi.
Donald Rumsfeld “Amerikan askerilerinin sevinçle karşılanmayacağına dair hiç bir delil yok” diyordu ve ekliyordu: “Afganistan’a bakın!”
George Bush ise bir televizyon programında “Hayır hiç kayıp vermeyeceğiz” derken Tarık Aziz “Amerikan askerleri çiçeklerle değil, kurşunla karşılanacaktır” diyordu.
ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney ise bu koroya “kurtarıcılar olarak karşılanacağımıza gerçekten inanıyorum” diyerek katıldı.
Saldırı
ABD Irak’a saldırmadan bir gün önce George Bush televizyonlarda yaptığı konuşma ile Iraklılara “Özgürlük gününüz yakın. Ülkeniz özgürlüğüne kavuşmadan dinlenmeyeceğiz” diyordu.
Saldırı ile birlikte Irak’tan gelen haberlerde doktorlar “bütün hastane yaralı ve ölü dolu” diyorlardı. Bir Kızılhaç yetkilisi de “yol kenarında sadece bir noktada 50 kadar araba vardı ve her birinin içinde 4-5 kişi vardı. Hepsi ölüydü” diyordu.
Bir Amerikan askeri ise şunları söylüyordu: “Yanımda bir Dünya Ticaret Merkezi resmi taşıyorum. Bu insanlar hakkında ne zaman üzülsem o resme bakıyorum ve onlar bizi evimizde vurdu, şimdi sıra bizde diyorum” diyordu.
Kızılhaç ise Bağdat’ta kayıplar o kadar ağır ki hastaneler ölü saymayı bıraktılar diyordu.
Bağdat çarşısında işgalci Amerikan askerlerine bakan bir Iraklı da “Saddam Hüseyin’in en büyük suçu Amerikalıları Irak’a getirmesidir” yorumunu yapıyordu.
İşgal başladığında Iraklı ölü sayısı 10.000’e ulaşmıştı.
Yalana devam
İşgalden sonra Colin Powell “Kesinlikle eminim ki kitle imha silahları var ve deliller çok yakında ortaya çıkacak” derken George Bush “Onları bulacağız, sadecebiraz zaman lazım” Donald Rumsfeld ise “Onların nerede olduğunu biliyoruz, Tigrit ile Bağdat arasındaki bölgede ve doğuda, batıda, güneyde ve kuzeydeler” diyordu.
1 Mayıs 2003’de bir askeri pilot kıyafeti giymiş olan George Bush “Irak muharebesi 11 Eylül günü terörizme karşı başlayan savaşın bir zaferidir. ABD’ye saldırarak savaş istediler, ve işte savaşı aldılar” diyordu.
Aynı gün 140 Amerikan askerinin çatışmalarda öldüğü açıklandı. Ve gene aynı gün Pentagon’dan yapılan bir açıklamada 2003 yılının yaz aylarında Irak’taki asker sayısının 30.000’e düşürüleceği ilan edildi.
İşgalin getirdikleri
İşgalin ilk genel valisi Paul Beremer ilk iş olarak 30 bin memur, polis , öğretmen ve doktoru işten çıkardı. Ardından başka hiç bir geçim kaynakları olmayan 400 bin askeri işten attı. İşten atılanlar aileleri ile birlikte 2 milyon kişi oluşturuyor.
Bağdat’ta okullar, hastaneler, dükkanlar, devlet daireleri yağmalandı. Her gün 200 kişi kaçırılıyor ve tecavüze uğruyordu.
İşten atılmalar nedeni ile elektrik ve su kesintileri giderilemiyordu. Bir çok fabrika çalışmıyordu.
Paul Bremer “Aslında bütün ülkede düzen sağlandı bütün sorun bir kaç yüz El Kaide teröristin kaynaklanıyor” diyordu.
İşgalin birinci ayında Iraklı sivil ölü sayısı 25.000’e yükseldi.
Amerikan ordusu köyleri dikenli tellerle çeviriyordu. Bu dikenli tellerin üzerinde ise “Bu teller sizi korumak içindir. Yaklaşmayın, geçmeye çalışmayın aksi takdirde vurulursunuz” yazıyordu.
Amerikan ordusundan yüzbaşı Todd Brown da şöyle diyordu: “Arap mantığını kavramalısınız. Onların tek anladığı şey şiddettir.”
Bir başka Amerikalı subay, Albay Nathan Sassaman ise şöyle diyordu: “Yoğun şiddet ve korku ile birlikte çeşitli projelere çok para harcarsanız, sanırım bu insanları onlara yardım ettiğimize ikna edebiliriz.”
Richard Perle ise “Gelecek sene bugünlerde bölgede yoğun ticaret ve hızlı bir ekonomik gelişme bekleyebiliriz” diyor ve ekliyordu: “Bağdat’ta bir meydana Başkan Bush adını vermezlerse çok şaşırırım.”
Bu arada Amerikan askerleri çeşitli operasyonlar yapmaya devam ediyor ve bunlara adlar takıyordu. İçlerinden birisinin adı: Demir Çekiç Operasyonu adını taşıyordu. Nazilerin Ruslara karşı yaptıkları bir operasyondan alınmış bir isim.
Yapılan bir açıklamaya göre ise hava operasyonları eğer sivillerin hayatına mal olacaksa Savunma bakanı’nın izni alınmaktaydı. Donald Rumsfeld kendisine yollanan operasyonların hepsine onay verdi.
Bir denizci albay “Köprülere napalm bombası attık. Ne yazık üzerinde insanlar vardı. Ölmek için hiç de iyi bir yol değil” diyordu. Pentagon ise napalm kullanılmadığını Mark 77 kullanıldığını söylüyordu. Mark 77 ise napalm bombasının teknik adı.
Bir Amerikan askeri ise şunları anlatıyor: “Bize bir odayı düşmandan desteklerken ölüleri kontrol etmemiz gerektiği öğretildi. Ölü kontrolünü yerde yatanların bir kafasına bir de göğsüne ateş ederek yapıyorduk.”
Bir başka Amerikan askeri ise şunları söylüyordu: “Irak’ı özgürleştirdik. Şimdi buradaki inasanlar bizi istemiyorlar. Biz de burada olmak istemiyoruz. Bizi niye eve geri götürmüyorlar:”
Amerikalı askere cevabı Dış İşleri Bakanı Colin Powell veriyordu: “Bu kadar uzun süreceğini ve yoğun bir direniş olacağını beklemiyorduk.”
Direniş
Irak’taki Amerikan kayıplarının yüzde 7’si intahardan kaynaklanıyordu.
Irak’tan Almanya’daki hastahaneye sevk edilen Amerikalı askerlerin yüzde 10’ise psikiatri bölümüne yollanıyordu.
Bağdat’ın Şii semti Sadr’da Felluceli Sünniler için kan bağışı kuyruğunda bekleyen Şii Iraklılar “Bremer’e teşekkür ederiz, sonunda Irak’ın Sünni ve Şiilerini birleştirdi” diyorlardı.
Direniş karşısında George Bush ise “işgale uğrasaydım ben de mutlu olmazdım” diyordu.
İşgalden bir süre sonra Kızıl Haç çalışanları “güvenli olmadığı” gerekçesi ile Irak’ı topluca terk ettiler. Ardından büroları bombalanınca BM çalışanları da topluca Irak’ı terk ettiler.
İşgalden bir yıl sonra Iraklı sivil ölü sayısı 50.000’e çıktı
Irak’ın işsizlik oranı ise yüzde 70’e ulaştı. İş gücünün sadece yüzde 1’i bombardımanda yıkılanları inşa ederken ABD’nin Irak’ın yeniden inşası için verdiği 18.4 milyar doların sadece yüzde 2’si bu yeniden inşa projelerine harcandı.
Bu arada Iyad Allawi başbakan olmasından bir gün önce Bağdat’ta bir polis karakolunu ziyaret ettiğinde karakolda bulunan 6 şüpheliyi tabanca ile başlarına ateş ederek öldürdü.
Daha sonra seçimlerden önce aynı Allawi durumun Irak’ta çok kötü olduğunu, karakollarda işkencenin çok yaygın olduğunu söyledi.
Irak takımının Olimpitalara katılması üzerine Bush “Dünyanın kararlılığı ve cesareti sayesinde bugün Olimpiyatlara iki özgür ülke daha katılıyor: Afganistan ve Irak” derken olimpiyatlara katılan Irak takımının bir oyuncusu “eğer futbol oynamasaydım bugün Felluce’de direniyor olurdum “ dedi.
Aynı günlerde Başkan Bush “bu savaşı kazanmak için ne yaptığımı biliyorum” derken ise Pentagon 1000 Amerikan askerinin öldüğünü, 7000 askerin ise yaralandığını ilan etti.
Gene Pentagon’a göre o günlerde ABD birliklerine karşı günde 87 saldırı olmaktaydı. Bu saldırı sayısı bugün daha da çoğaldı.
Bu açıklama üzerine yeni Dış İşleri Bakanı Condaleeze Rice “Her şey bizim istediğimiz gibi gitmiyor” dedi.Colin Powell ise “zorlukları yanlış hesapladık” diye ekledi.
Necef’de taş taş üstünde bırakılmadı. CNN muhabiri “Ali’nin mezarının çevresi dümdüz edilmiş” diyordu.
Necef’in ardından Amerikalı subaylar “Felluce’deki kanserin ne zaman kesilip atılacağına karar vermek zorundayız” demeye başladılar.
Başkan yardımcısı “böyle bir düşmanla pazarlık yapılamaz, sadece imha edilir” dedi ve ardından Felluce saldırısı başladı.
General John Batiste “Çabuk bir savaş olacak ve düşman çabukca ölecek”diyordu.
Gazetecilerin Felluce’de konuştukları bir kadın “yemin ederim köpekler ceset yiyiyordu” derken bir başkası “en az 700 ölümüz var, çoğu çocuk ve kadın. Ölülerden çıkan koku dayanılmaz” diyordu.
O günlerde Amerika’yı ziyaret eden Allawi’yi Bush şöyle tanıtıyordu: “Amerikan halkının gerçeklere ihtiyacı var. İşte gerçek önünüzde duruyor.”
Etnik çatışmalar üzerine sorulan bir soru karşısında Allawi gerçeği şöyle anlatıyordu: “Şiiler ve Sünniler, Araplar ve Kürtler ve Türkmenler arasında bir sorun yok. Bizim Irak’ta genellikle dinsel ya da etnik sorunlarımız yok.” Bir başka soruya ise şöyle cevap veriyordu: “Felluce’deki küçük bir bölgeden başka hiç bir sorun yok!”
Felluce’deki küçük direnişe karşı 15 bin Amerikan askeri saldırdı. Uçaklardan “asilerin” üzerine 250 kg’lık bombalar atıldı.
Kızılhaç Felluce’de en az 800 sivilin öldüğünü söylüyordu. “Gerçeğin sesi” olan Allawi ise “Felluce’de sivil kayıp yok” diyordu.
O günlerde Irak’taki ölü sayısı 80.000 oldu. Yapılan bir açıklamaya göre savaş ve işgal ABD’ye 225 milyar dolara mal olmuştu ve her ay 40 milyar dolar daha gidiyordu.
Amerikan birliklerine günde 130 saldırı oluyordu.
Nükleer silah
Amerikan ordusu sadece bir yıl içinde 127 ton seyreltimiş uranyum içeren bomba kujllandı. Bu bombaların taşıdığı radyoaktivite miktarı Nagasaki’ye atılan atom bombasının 10 bin katı!
Birinci Körfez savaşı’nda kullanılan aynı türden bombalar yüzünden 11 bin Amerikan askeri radyasyon yüzünden ölürken 325 bini ciddi sağlık sorunları yaşadı.
Birinci Körfez savaşı’na katılan Amerikan askerlerinin savaştan sonra doğan çocuklarının yüzde 67’sinde ciddi fiziksel sorunlar görüldü. Aynen Hiroşima ve Nagazaki’de ya da Çernobil’de görüldüğü gibi.
n Yüzlerce ve binlerce okul yıkıldı.
n İnsanlar hala çocuklarını okula göndermeyi tehlikeli buluyor.
n Şehirlerde sadece 10 saat elektrik var.
nNüfusun yüzde 60’ı hala akar suya sahip değil.
nİşgalden sonra doğan 270 bebeğe koruyucu aşı yapılamadı.
n Irak bebek ölümlerinde dünyada en çok beş ülkeden birisi.
nSon açıklanan rakamlara göre Irak’ta bugüne kadar 100.000 sivil öldü.
nBugüne kadar 2100 Amerikan askeri öldü ve 25 binin üzerinde yaralı var.
n ABD birliklerine günde 150 saldırı oluyor.
nIrak’ın yeni istihbarat şefi Muhammed Abdullah Şahvani “200 binden çok aktif direnişci var” dedi.
Son söz
Irak’ta hala 120 bin Amerikan askeri var.
ABD 2006 yılı için 1.500.000.000 kurşun satın aldı. Bu her Iraklı yetişkin ve çocuk için 58 kurşun ediyor.
ABD savaş başladığından bu yana 238 milyar dolar harcadı. Oysa bu para ile bütün dünya çocukları çeşitli hastalıklara karşı 79 yıl boyunca aşılanabilirdi.
Bush ve yönetimi hala yalan söylüyor. Şimdi İran’a saldıracaklar...



GÖRÜŞ
Basitçe milliyetçi

Kemalizm, Osmanlı İmparatorluğu'nun çöküşü ve Cumhuriyet'in kuruluşu yıllarında, yeni bir burjuva devlet yaratma sürecinin ideolojisidir. Tek ve temel anlamı ve işlevi budur. Yerli ve Müslüman ticaret burjuvazisinin kendisini egemen sınıf olarak oluşturmak ve pekiştirmek için gerekli gördüğü her şeyi teorize etmiş; ulus bilinci olmayan yerde ulus, sınır olmayan yerde millî sınırlar ve yerel bir pazar yaratmıştır. Bu arada, ülkede yabancı işgal güçleri olduğundan, bir de anti-emperyalizmi andıran bir dil tutturmuştur. Kemalizmin "sol" zannedilmesinin; solcuların Kemalist, Kemalistlerin solcu olabileceği düşüncesinin tek nedeni budur. Oysa ne Kemalizm, ne de günümüzün sözde solcuları, anti-emperyalist bile değil.

Anti-emperyalizm, bir ülkenin bağımsızlığını özlemek, ülkenin bağımsızlığını engelleyen dış düşmana karşı savaş vermek anlamına gelmez. Bağımsızlık özlemine, ülkede yabancıların değil yerlilerin egemen olması için verilen savaşa, anti-sömürgecilik denir. Başta Afrika olmak üzere, dünyanın her yanında 1945 ile 1975 yılları arasında anti-sömürgeci hareketler İngiliz, Portekiz v.s. sömürgeciliğine karşı başarılı mücadeleler vermiş, resmî bağımsızlığını kazanmış ve ülkeyi yöneten yabancıların yerine yerli bir egemen sınıfın oturmasını sağlamıştır.

Anti-sömürgeciliğin işi, ülke resmî bağımsızlığını kazandığı noktada sona erer. İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde anti-sömürgeci hareketlerin hemen hepsi "sosyalist" bir söylem kullandığı, Rusya veya Çin'den yardım aldığı için, bu hareketlerin marksist ve sosyalist oldukları yanılgısı yaygın olagelmiştir. Oysa, bilmem söylemeye gerek var mı, sosyalizm egemen sınıfın yerli veya yabancı olmasıyla değil, burjuvazi mi proletarya mı olduğuyla ilgilenir. Nitekim Zimbabwe'den Angola'ya, Nikaragua'dan Vietnam'a, tüm anti-sömürgeci ulusal kurtuluş hareketlerinin muzaffer mücadelesi yeni ve yerli bir egemen sınıfın iktidarını kurmuştur; ama ne sosyalizm olmuştur, ne başka bir şey; emperyalizm, kapitalizm ve sömürü aynen devam etmiştir. Sözünü ettiğim ülkelerin bugünkü durumlarına kısa bir bakış ulusal bağımsızlığın anlamsızlığını görmek için yeterlidir.

Anti-emperyalizm ise, tek bir ülkenin bağımsızlığıyla ilgili değildir ve olamaz. Olamaz, çünkü emperyalizm küresel bir olgudur, tek bir ülkenin sınırları içinde yenilebileceğini düşünmek gülünç bir hayalden ibarettir. Olamaz, çünkü emperyalizm silâhlı işgal ordularından ibaret değildir, ordular yenilgiye uğratılıp kovulduğunda emperyalizm bitmez. Olamaz, çünkü üretimin küresel olduğu, hiçbir ülkenin kendine yeterli olmadığı bir dünyada, ulusal bağımsızlık uygulanabilirliği olmayan, afakî bir amaçtır. Tek bir ülkede emperyalizmin silahlı güçlerinden kurtulunabilir, ama ekonomik ve siyasi ilişkiler ağından kurtulunamaz. Bu ağ ya dünya çapında çözülür ya da çözülmez; ulusal çözümü yoktur.

Emperyalizm, hem ülkeler arasında silâh ve sopa zoruyla dayatılan bir hiyerarşik sıralanma silsilesi, ama hem de ve aynı zamanda ekonomik ve siyasi bir ilişkiler bütünüdür, günümüzde kapitalizmin küresel örgütlenme biçimidir. İkincisine karşı olmadan birincisine karşı olmak değirmenlerle savaşmak demektir, başarı şansı yoktur ve anti-emperyalizm anlamına gelmez. Angola'daki ulusal kurtuluş hareketi MPLA, örneğin, Portekiz sömürgeciliğini yıkmak için mücadele ediyordu, ama emperyalizmle, kapitalizmle bir alıp veremediği yoktu. Millî bir hareketti, sosyalist değildi.
Kapitalizme dünya çapında karşı olmadan emperyalizme karşı olunamaz; olunduğu takdirde, "ulusalcı sol" değil, basitçe "ulusalcı", yani daha doğru ifadesiyle "milliyetçi" olunur. Deniz Baykal, İlhan Selçuk ve Doğu Perinçek gibi
Roni Margulies