Sosyalist İşçi 248 (4 Şubat 2006)

 

Sayfa 12 :

Milliyetçi olmayan bir parti

Her yıl 1 Mayıs gösterilerinde aynı sahneye tanık olur ve hayret ile öfke arası bir hisse kapılırım. Koca bir kortej, elinde kocaman Türk bayraklarıyla caddede yerini alır. Gün, uluslararası işçi günüdür; kortej, İşçi Partisi adını taşıyan bir partinin kortejidir. Sonra, her zaman yaptığım gibi, gösterinin kenarından bir uçtan bir uca yürürüm. Türk bayraklarının dalgalandığı birkaç kortej daha vardır. Bunlar da Türk-İş'e, Türkiye İşçi Sendikaları Konfederasyonu'na bağlı bazı sendikaların kortejleridir.
Denebilir ki, burada şaşılacak, öfkelenecek bir durum yok; alt tarafı, sözü geçen parti Doğu Perinçek'in İşçi Partisi, sendika ise Türk-İş. Biri artık faşistlerle birlikte gösteriler düzenleyen, orduyu 'göreve' davet eden, kantarın topuzunu tümüyle kaçırmış bir parti; diğeri de Amerikalılar tarafindan 1950'lerde kurulduğundan beri 'sarı' olduğu iddia edilen bir sendika.
Kemalizm'in etkisi
Keşke Türk solunun onulmaz milliyetçiliğini bu kadar kolay açıklayabilsek, bir partiyle bir sendikanın sırtına yükleyip kurtulabilsek. Heyhat, bu kadar kolay değil. Türk solunda, "İşçi sınıfının vatanı yoktur" diyen Karl Marks'a nazire yaparmışçasına, Vatan adlı gazeteler çıkar; 'ulusal onur' kavramı önemli bir yer tutar; 'ulusal değerler' savunulur, asker cenazeleri kaldırmak ve parti bürolarına Türk bayrağı asmak gerektiği iddia edilebilir; ülkenin komünist partisinin gençlik gazetesinin adı İlerici Yurtsever Gençlik olabilmiştir; çoğu parti ve örgütün adı Komünist/Sosyalist/İşçi/Köylü kelimeleriyle değil, "Türkiye" kelimesiyle başlar ve bunun böyle olması doğal ve doğrudur çünkü çoğu parti ve örgütün temel amacı proletaryanın iktidarı değil, Türkiye'nin bağımsızlığıdır.
Bunlar gündelik, anekdot düzeyinde göstergeler. Hepsinin temelinde aynı gerçek yatıyor: Türk solu, küresel kapitalizm ile ve hem bu sistemi devirebilecek hem yerine sosyalizmi kurabilecek özelliklere sahip olan dünya işçi sınıfı ile ilgilenmez, Türkiye kapitalizmiyle ve Türk işçi sınıfıyla ilgilenir; kapitalizmin bir dünya sistemi, işçi sınıfının dünya çapında tek bir sınıf olduğunu bilmez veya kabul etmez, değiştirmek istediği sistem ve bu sistemi değiştirecek olan sınıf Misak-ı Milli sınırları ile kısıtlıdır.
Türk solunun ezici çoğunluğu, 'sosyalizm' derken işçi sınıfının kendi kitlesel eylemi ile, kendi iktidar organlarını kurarak yarattığı ve sadece baskının değil, teknik anlamıyla sömürünün ortadan kaldırılmaya başlandığı bir düzeni kastetmez. Mevcut düzene kıyasla daha eşitlikçi, daha özgürlükçü, daha adil bir düzeni kasteder elbet, ama kastettiği, son tahlilde, bağımsız, sanayileşmiş, gelişmiş ve hızlı gelişmenin meyvelerinin eşit bir şekilde dağıldığı bir Türkiye'dir. Kısacası, Türk solunun ezici çoğunluğu devrimcidir, ama Marksist değildir, antiemperyalisttir, ama antikapitalist değildir.
Bu özellikler sadece Maocu bir partiye, İşçi Partisi'ne özgü olsa, Üç Dünya "Teori"sinden kaynaklandığı düşünülebilirdi. Dünyayı sınıflara değil, Avrupa, Amerika ve Üçüncü Dünya ülkelerine bölünmüş olarak yorumlayan ve Amerikan emperyalizmine karşı çıkacak gücün dünya işçi sınıfı değil, Üçüncü Dünya ülkeleri olduğunu savunan bir "teori", doğal olarak, işçisi, köylüsü ve egemen sınıfıyla "kendi" ülkemizi Amerika'ya karşı örgütlemeyi gerektirir. Egemen sınıfı bu amaca kazanabilmek antikapitalist olmamayı gerektirir; bu amaca kazanılması düşünülen tüm kurumlarla (başta silâhlı kuvvetler olmak üzere) işbirliği yapmak gerekir; bu kurumları egemen sınıfın araçları değil, ülkenin milli araçları olarak anlamak ve anlatmak gerekir. Kısacası, milliyetçi olmak, tüm milliyetçi güçlerle işbirliği yapmak gerekir. Demek ki, İşçi Partisi kendi dünya görüşü doğrultusunda tutarlı davranmaktadır. Yaptıklarının sosyalizmle, Marksizmle hiç bir ilişkisi yoktur, başka mesele.
Stalinizm'in etkisi
Ama sorun İşçi Partisi değil. Türk solunun hemen hemen tümü, tarihsel olarak ilk kitleselleştiği dönem olan 1960'lara "ilericiliği", "devrimciliği" Karl Marks'tan değil, Mustafa Kemal'den öğrenmiş olarak girdi; Kemalizmin yeni bir burjuva devlet yaratmanın değil, dünyayı değiştirmenin ideolojisi, Kemal'in ise bir burjuva devrimcisi değil, adeta bir "sosyalist önder" olduğunu zannederek girdi; sosyalizmin proleteryayla ve sınıf mücadelesiyle değil, ulusal bağımsızlıkla ve ülkelerarası ilişkilerle ilgili bir şey olduğuna inanarak girdi; sosyalizmin bağımsızlık, sanayileşme ve ülkenin "muasır medeniyet seviyesine" çıkması anlamına geldiğine, dolayısıyla sınıfsal değil, ulusal bir mesele olduğuna kani olarak girdi. Bu temelin üzerine, 1960 ve 70'lerde Moskova Bilimler Akademisi'nin süzgecinden geçirilmiş bir "marksizm" oturdu. Yüzyılın ilk çeyreğinde yaşamış hiçbir marksistin tanıyamayacağı bu öğreti, yani Stalinizm, Türk solunun Kemalizm'den öğrendiği her şeyle örtüştü: elbet milliyetçi olmak gerekirdi, sosyalizm zaten tek ülkede inşa edilirdi, geri bir ülkeyi süpergüç düzeyine getirmenin tek yolu da zaten sosyalizmdi. Dahası, Kemalizm'den öğrenilen "halka rağmen halk için", tepeden inmeci "devrimcilik", Stalinizm'den öğrenilen, her zaman her koşulda haklı olan parti ve kitlelerin edilgen rolü ile bire bir uyuşuyordu.
Türk solu, kitlesel bir hareket olarak doğduğu yıllardan bu yana, ana öğeleri Kemalizm ile Stalinizm olan bir hareket olagelmiştir. (Marksizm ile ilişkisi pamuk ipliğinden ibaret olan bu karışımı belki de en çarpıcı şekliyle kendi kişiliğinde simgeleyen kişi, kanımca, Mihri Belli'dir. Günümüz solunun geri kalanından farklı olarak, Belli önce Kemalizm'i, sonra Stalinizm'i değil, ikisini aynı anda öğrenmiş, ikisini aynı anda savunmanın tutarlılığına inanmış, bu inancı açıkça ifade etmiş ve 1968 kuşağına geçirmekte önemli bir rol oynamıştır. Bkz. Mihri Belli'nin Anıları - İnsanlar Tanıdım, Doğan Kitap, 1990). İşçi Partisi bu hareketin yabancısı değil, en keskin ve acımasız mantıksal sonuçlarını çıkaran aşırı ucudur sadece.
Buraya kadar söylediklerimi, CHP'nin solundaki sol için söyledim. CHP'nin kendisi ve bu partiden çeşitli zamanlarda kopmuş olan diğer sosyal demokrat siyasi oluşumlar hakkında ise, çok söz etmek fuzuli olsa gerek. Her söze, her işe, önce Mustafa Kemal'in adını anarak başlamayan bir sosyal demokrasi henüz Türkiye'de görülebilmiş değil.
Bir ülkede devletin egemen ideolojisi, ideolojik çimentosu, en sol kanadından en sağ kanadına kadar tüm "sol" tarafından kabullenilmiş ve içselleştirilmişse, kırılacak değil korunacak bir şey olarak anlaşılıyorsa, bu sol girdiği her mücadeleye silâhsız ve baştan yenik olarak giriyor demektir.
Yeni bir sol parti
Bütün bunları, Avrupa'nın çeşitli ülkelerinde kurulmakta olan yeni sol partileri gözden geçirirken düşündüm. Türkiye'de de yeni bir sol parti ihtiyacı çok açık ve çok acil. Zaman zaman bu doğrultuda yapılan girişimlerin çokluğu da bu ihtiyacın yaygınca hissedildiğini gösteriyor.
Yukarıda söylediklerimden, olası bir yeni sol parti ile ilgili net bir sonuç çıkıyor.
Yeni bir parti mevcut sol partilerin bir araya gelmesiyle, sosyalistlerin birleştirilmesiyle, herhangi bir "yeniden yapılanma" ile yaratılamaz. Bir dizi Kemalist, Stalinist, milliyetçi parti ve örgütün bir araya gelip daha büyükçe bir Kemalist, Stalinist, milliyetçi parti yaratması hiçbir soruna çözüm getirmez. Gerekli olan, Kemalizm'le ve milliyetçilikle arasına net çizgiler çekmiş, yeni ve genç güçleri heyecana getirebilecek, onların katılımını sağlayabilecek bir parti yaratmanın yollarını aramaktır. Yeni bir CHP veya yeni bir MKLPC yaratmak değil.

Roni MARGULİES