Sosyalist İşçi 248 (4 Şubat 2006)

 

Sayfa 13 :

İşçi demokrasisi:
İnsanlığın gerçek tarihinin başlangıcı

Karşı karşıya olduğumuz belalar gerçekten çok büyük. 20.yüzyıl savaşlarla geçti. Milyonlarca insan öldü. 21. yüzyıla da savaşlarla girdik. Yüz binlerce insan yok oldu. Irak'tan sonra sıranın hangi ülkede olduğu tartışılıyor.
Belalar savaşlarla sınırlı değil. Bu hafta İngiltere hükümeti küresel ısınmanın engellenemez boyutlara geldiğini sinirli bir tonla açıkladı. Gezegen üzerindeki tüm canlıların yaşamı büyük bir tehdit altında.
Ya yoksulluk! Milyonlarca insanın temiz suya ulaşamadığını, bir milyardan daha fazla insana elektrik ulaşmadığını, çeşitli kıtlarda yüz binlerce insanın açlıktan ölme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu biliyoruz. Yetersiz beslenmeden her gün on binlerce çocuk ölüyor.
Irkçılık çağdaş dünyanın ayrılmaz bir parçası gibi.
Ortaçağ hastalıkları ya da bu hastalıklara benzeyen salgınlar hayvanları ve insanları tehdit ediyor.
Dünyada 5 bin tanesi her an kullanılmaya hazır 30 binden fazla nükleer silah mevcut.
Ortak gelecek umudu
Bir yandan da insanlığın ulaştığı ilerleme aşaması, bütün bu çelişkilerin ne kadar saçma olduğunu gösteriyor.
İnsanın top0lumsal üretici güçleri öylesine bir gelişme kaydetti ki, örneğin kuş gribinde olduğu gibi çok büyük bir felaketi, gerçekten büyük ve milyonlarca insan ve hayvanı yok edebilecek bir salgını önceden kestirebildi. Şimdi bu salgını, hayvanları da yok etmeden engellemenin yollarını bulmak aslında çok kolay.
Tıpkı kanser hastalığının, HIV virüsünün çarelerini bulmanın kolay olması gibi. Sorun şu: bir milyardan fazla insana hala elektriğin ulaşmadığı, dünya nüfusunun neredeyse altıda birinin temiz suya ulaşamadığı bir dünya, bu felaketlere çare bulabilir mi? insanlığın ortak ve umut dolu bir geleceği olabilir mi?
Kapitalizm varken asla
İnsanlığın üretici güçleri büyük sıçramalarla gelişse de üretimin içinde gerçekleştiği toplumsal örgütlenme, bu gelişmelerin insanlığa yarar sağlamasının önünde engel. Apaçık bir kapitalist dünya sistemi içinde yaşıyoruz. Zenginin parası hala züğürdün çenesini yormaya devam ediyor.
Bu hafta İstanbul'a gelen Microsoft'un her şeyi olan Bill Gates'in serveti, bir kaç ülkenin toplam servetinden daha fazla.
Üretim, her zaman olduğundan daha toplumsal, daha kolektif bir biçime ulaşmış olmasına, üretimin her bir departmanı hiç olmadığı kadar birbiriyle bağlantılı olmasına rağmen, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet devam ediyor.
Kendi içinde acımasız bir rekabet içinde olan, gözleri daha fazla kardan başka bir şey görmeyen, dünya çapında küçük bir azınlık olan sermaye sınıfı, üretici güçler giderek daha kolektif bir biçime ulaşsa da tüm zenginliğin sahibi olmaya devam ediyor. Küresel kapitalist sistemin tüm tarihi, küçük bir egemen sınıfın sermaye birikimi güdüsünün insanlığa ödettiği maliyetlerin toplamından başka bir şey değil. Bir yandan önceki çağlarda düşünülemeyecek bilimsel ilerlemeler gerçekleşir, üretim tüm dünya çapında baş döndürücü bir hızla yaygınlaşır ve devasa bir dünya pazarı oluşurken, aynı anda bu hızlı küreselleşme, kanlı bir tar,h de yarattı. Her ülkede azınlık olan, hatta nüfusun küçük bir kısmını oluşturan sermaye sınıfları, emekçi, büyük ve yoksul çoğunluğu, devlet adı verilen çeşitli biçimlerde baskı örgütlerinin toplamı olan bir mekanizmayla sermaye birikimine dayalı sistemi sürdürmeye zorladılar.
Azınlık demokrasisi
Hangi yönetim biçimiyle çalışıyor olursa olsun, devlet, egemen sınıf adına çalışan bir komiteden başka bir şey değildir. Demokrasi de kapitalizm altında egemen sınıfın toplumun daha fazla iknasına dayalı baskı rejiminden başka bir şey değildir.
Küçük bir azınlığın, büyük bir çoğunluğu, çalışmadan elde ettiği zenginliğinin devamına göz kapamaya, bu büyük çoğunluğun emeğinin karşılığını ödemediği kısmıyla egemenliğini devam ettirmesinin olağan bir durum olduğuna ikna etmesi mümkün değildir.
Demokrasinin kapitalizm altında aynı zamanda baskı aygıtlarının büyük çoğunluk üzerinde estirilen terörle atbaşı gitmesinin nedeni budur.
Burjuva sınıfının tarih sahnesine egemen bir olarak çıkmasıyla sürekli kan dökülmesi, sürekli savaşılması ve bu savaşlarda milyonlarca insanın öldürülmesi arasında sıkı bir ilişki var. Hapishaneler, hukuk sistemi, akıl hastaneleri, işkence teknolojisinin gelişmesi, kimyasal silahlar, kitlesel ölümler, kapitalist üretimin neden olduğu kitlesel felaketler ve bütün bu felaketlerin karşısında burjuva sınıfının esas olarak ceset torbası üreten ve geliştiren teknolojide devrim yaratması, "kapitalizm varken asla" dememizin en büyük nedenidir. Kapitalist sistem, tarihsel olarak ömrünü doldurdu. Artık sadece bir sorun yumağıdır. Burjuva sınıfı, yüzyıllardır insanlığı yönetmeye yeteneği olmadığını kanıtlamıştır. Küresel sermaye insanlık adına bir ölüm fermanı gibi çalışıyor. Bu yüzden kapitalizm varken asla! Bu yüzden Kuş Gribi'nin milyonlarca insanı ve canlıyı yok eden bir felakete dönüşmesine ramak kaldı. Deli dana hastalığı bu yüzden. Burjuva sınıfının diktatörlüğüyle-demokrasisiyle insanlığa bir armağanı bunlar.
İşçi demokrasisi
Oysa başka bir dünya bu sorunlara bambaşka çareler bulabilir. Alman devrimci Karl Marx, zorunlulukların değişmeyeceğini, sadece içinde ifade buldukları toplumsal örgütlenmenin değişeceğini söylüyordu.
Sosyalizmde de Kuş Gribi, sosyalizmde de depremler, Tsunami felaketleri yaşanabilir, hatta yaşanacaktır. Bu sorunların yaşanıp yaşanmayacak olması değil önemli olan. Önemli olan, bu tür sorunlara hangi reflekslerle yanıt verileceği.
Kuş Gribi gibi küresel bir felaketi önceden gören bir işçi demokrasisi, tüm işlerini bir kenara bırakarak, bu felaket tek bir insanı, tek bir canlıyı öldürmeden önce hangi önlemlerin alınabileceğini küresel bir tartışma halinde yapabilir. İşyerlerinde, mahallelerde, okullarda oluşmuş olan demokratik özyönetim organlarında bu tartışma tüm derinliğiyle yaşanabilir, konuyla daha yakından ilgilenen insanların açık bir tartışma ortamında önerileri dinlenebilir. Alınacak önlemlere kolektif ve şeffaf bir biçimde karar verilir. Kuşlar katledilmeden hastalığın nasıl yenilebileceği, bu kadar büyük bir salgın tehlikesine karşı hayvancılıkla uğraşan insanların toplumun kopmaz bir parçası olarak hangi yardımların yapılacağı belirlenebilir. Hastalığın aşılması için yapılacak yatırımım düzeyi ana hatlarıyla ölçülüp, fedakârlık yapılması gereken başka alanlarda yatırım kısıtlamasına gidilebilir.
2004 yılının sonlarında Uzak Asya'da yaşanan Tsunami felaketinin 400 bine yakın insanın ölümüyle sonuçlandığını biliyoruz. 400 bin insan. Gölcük deprem sırasında ölenlerin unutulması gibi unutulan 400 bin kişi. Başka bir dünyada da, sosyalist bir dünyada da depremler olacak kuşkusuz. Marks'ın dediği gibi, önemli olan bu doğal felaketlerle hangi toplumsal örgütlenmeyle karşılaşacağımız.
Büyük tsunami dalgalarından sonra biliyoruz ki erken deprem uyarı sistemleri geliştirilebilir ve dev ve öldürücü dalgalar kıyıya vurmadan önce onbinlerce insan korunaklı bölgelere sığınabilirdi. İnsan yaşamını daha fazla kâr elde etmekten öncelikli gören bir sistemde yaşasaydık.
Kapitalist uygarlığın zirvesi ABD'de 2005 yılında yaşanan Katrina felaketi de benzer bir sonuca işaret ediyor. Özel otobüs şirketleri, tayfunun araçlarına zara vermesini engellemek için bir hafta önceden otobüsleri bölgeden kaçırdılar. Zaten betonarme evlerde oturacak kadar parası olmayan onbinlerce yoksul, tayfundan kaçmak için de hiçbir şansa sahip olamadı. Ölümü beklemek zorunda kaldılar.
New Orleans'ta büyük bir tayfunun yaşanması olasılığı çok uzun yıllardır biliniyordu. Kar güdüsü tarafından değil, yaşanabilir bir dünyada, eşitliği ve özgürlüğün tüm toplum tarafından güvence altına alınış olduğu bir işçi demokrasisinde, kısacası kara değil, insanlığın ve, tüm ekosistemin korunmasını, standardının yükselmesini hedefleyen başka bir dünyada, Katrina felaketinin sonuçları bambaşka olurdu.
Katrina felaketi, işçi demokrasisi ile kapitalist demokrasi, servet sahibi azınlığın demokrasisiyle yoksul çoğunluğun demokrasisi arasındaki ayrımı net bir biçimde gösterdi. Katrina felaketinden sonra New Orleans'a giden ilk güç bir yardım ekibi miydi? Hayır! Sağlık ekipleri miydi? Hayır! Giden ilk ekip ABD'nin en üst düzey silahlı güçleriydi ve yaptıkları ilk iş felaketin ardından açlık da yaşayan insanların mağazaları yağmalamasını silahla engellemek, gerekirse bu insanları öldürmekti.
Bir işçi demokrasisinde, her şeyden bu türden silahlı güçlerin olması olanaksızdır. İşçi demokrasisi, azınlığın çoğunluğu yönetmesinden bambaşka bir siyasal-toplumsal örgütlenmedir. Bir azınlığın büyük bir çoğunluğu yönetmesi için, bu çoğunluğun koşullara başkaldırmasını engellemek için kendisine bağlı silahlı insanlardan kurulu düzenli ordu ve polis örgütlenmesine ihtiyacı vardır. Çoğunluğun, doğrudan demokratik özyönetim mekanizmalarıyla, aşağıdan yukarıya örgütlenmesinde, ayrıcalıklı bir bürokrasi olamayacağı gibi, düzenli, bir baskı ve şiddet aracına da gereksinim yoktur. Sadece, halkın kendisini korumak amacıyla oluşturacağı örgütlenmelere gereksinim vardır. Bu tür örgütlenme, bir baskı aracı olarak değil, aynı zamanda bir yardım örgütlenmesi olarak da çalışmak zorundandır.
Bunun en başarılı örneklerinden birisi 1917 yılında devrimci Rusya'da gerçekleşti. Çarlık rejimini deviren işçiler, düzenli ordudan bambaşka bir biçimde, işyerlerinde, mahallelerde ve hatta ordunun tabanında örgütlenerek, başka türden bir yapılanmaya gittiler. Irkçılığı Çarlık'tan devralan güçler Yahudi mahallelerinde katliam yapmaya hazırladıklarında, karşılarında işçilerin kendilerini silahlanmalarıyla oluşturdukları ve demokratik mekanizmalarla çalışan güçleri buldular. Kanlı bir soykırım işçilerin kendi örgütlenmesiyle engellendi.
Mücadele etmeye değer
Kapitalist sistemin bir manyaklık olduğu ortada. Bir alternatifimiz var. Zorunlu askerliğin olmadığı, kaynakların silahlanmaya, militarizme değil, doğayla uyumlu bir örgütlenme içinde olan insana odaklayan, dayanışmanın, uluslararası birleşik demokratik planlamanın, insanlığın ortak çıkarlarının ırkçılığa ve milliyetçiliğe galebe çaldığı bir demokrasi, işçi demokrasisi için mücadele etmeye değer.

Rıfat SOLMAZ