Sosyalist İşçi 256 (26 Temmuz 2006)

 

Sayfa 8-9 : Orta Sayfa


Lübnan’dan elinizi çekin
Filistin’e özgürlük
ABD’nin bekçi köpeği İsrail, Filistin ve Lübnan halklarına kan kusturuyor.
İsrail ordusu Gazze’yi yeniden işgal etti. Yüzlerce Filistinli öldü. Bölgede elektrik ve su yok. Hayat felç oldu.
İsrail uçakları Lübnan’a bomba yağdırıyor. Ülkenin bütün alt yapısı tahrip oldu. Lübnan’da da elektrik ve su yok. 70 bin Lübnanlı evlerini terk ederek Kuzey’e kaçtı.
Bu bir savaş değil. Bu, İsrail’in terör eylemi.
G8 denen emperyalist ülkelerin yöneticileri İsrail’in Gazze ve Lübnan’da sivil halka saldırısının sorumlusu olarak Hamas ve Hizbullahı gösteriyor.
İngiltere Başbakanı Blair Güney Lübnan’a uluslararası güç yerleştirilmesini “İsrail’i Kuzey sınırlarını korumak için” istiyor.

Bir çavuşları kaçırıldığı için İsrail ordusu önce Gazze’ye saldırdı. İlk iş olarak elektrik santralı vuruldu. 1.4 milyon Filistinli karanlığa gömüldü. Hastaneler, işyerleri çalışamaz oldu.
Ardından köprüler, gıda depoları vuruldu. Sonra tanklar, zırhlı araçlar Gazze sokaklarını doldurdu.
Filistin halkı feryad etti, imdat, diye bağırdı. “Uluslararası kamuoyu”nun” gıkı çıkmadı. Hatta Bush ve Blair gibiler ve Türkiye dahil her ülkedeki köşe yazarları, televzyon yorumcuları Hamas’ı, Filistin halkının seçilmiş temsilcilerini suçladılar.
Emperyalistler İsrail’in saldırma hakkını savundular. Filistinlilerin uğradığı tecavüz ise bir kere daha görmezden gelindi.
Lübnan’a saldırı
Ardından Lübnan’a saldırı başladı. İsrail uçakları Lübnan’da da önce elektrik santrallarını vurdu. Ardından, havaalanları, köprüler, ana yollar, limanlar, fabrikalar, gıda depoları vuruldu.
Sonra sıra sivil halka geldi. Başkent Beyrut’un Şii mahalleleri dümdüz edildi. Beyrut yıllar süren iç savaşta ve 1984’de İsrail saldırdığında bile bu kadar çok tahrip olmamıştı.
İsrail uçakları Güney Lübnan’da halkı panikleten bildiriler atıyor. Bildiriler 1948’de Filistin’de yaşananları hatırlatıyor. “Nakba” katliam hatırlatılıyor.
Filistinliler ve Lübnanlılar Nakba’yı iyi hatırlatıyor. İsrail teröristleri ilerlerken katliamdan (Nakba’dan) kaçanlar yollarda öldürüldü. Kaçmayanlar ise köylerinde topluca imha edildi. İsrail bu katliamın üzerine kuruldu.
1984’de ise İsrail Lübnan’a girdiğinde Filistin Kurtuluş Hareketine bağlı silahlı güçler bir koşulla Lübnan’dan çekildi: İsrail geride kalan Filistinlilere saldırmayacaktı.
İsrail tabii ki sözünü tutmadı. Sabra ve Şatila kamplarına girildi. Binlerce sivil, kadın, erkek, çocuk, yaşlı kurşuna dizildi, bıçaklandı. Lübnanlılar, Filistinliler Nakba’yı iyi biliyor.
Ve şimdi İsrail ordusu bir kere daha Nakba’ya girişti. Lübnan’ı yakıp yıkıyor. Neden 2 İsrail askerinin Lübnan’da Hizbullah savaşçıları tarafından tutuklanması.
İsrail’e bu hunhar saldırı ile Lübnan’ı bölmek istiyor. Lübnanlıların bir kısmının Hizbullah’a, Filistinlilere karşı harekete geçmesini sağlamaya çalışıyor. Ama bu kez yanılıyorlar. Lübnan halkı bu kez durumun farkında.
1980’lerde iç savaşta Filistinlilere karşı mücadele eden Hristiyan Lübnanlılar bu kez evlerini, okullarını, tüm olanaklarını Güneyden kaçanlara açıyorlar.
Amerikalıların öve öve bitiremedikleri Sedir Ağacı Devrimi’nin başını çeken Hristiyan Mişel Aoun’a bağlı birlikler Hizbullah’ın yanında yer alıyor. Aoun ise “bu savaş geçen hafta başlamadı, 58 yıl önce başladı” diyor.
İsrail’in bölme politikasına uygun davrananlar da var. Bunlar, Beyrut’un doğusundaki tepelerdeki zengin villalarda yaşayanlar.
Sırada kim var?
İsrail’in Lübnan’a karadan da saldıracağı açık.. Bu satırlar yazılırken İsrail ordusu ABD’den aldığı tam destek sonucu Lübnan sınırına yığınağını arttırıyordu. Ancak Hizbullah savaşçıları şu anda sınır boyunda İsrail saldırılarına karşı direniyorlar. Topyekun bir saldırıya ne kadar dayanabilecekleri ise meçhul.
Ancak İsrail şu anda Ortadoğu’da uygulanan saldırganlığın bütünü değil. O, ABD ve İngiltere’ye Suriye ve İran’a saldırmaları için bir zemin oluşturuyor.
Bu nbedenle Hizbullah’ın İran ved Sıriye doketleri kullandığı, hatta İran askeri birlikleri tarafından eğitildiği ve para aldığı iddia ediliyor.
ABD ve İngiltere şu ana kadar İran’ın dünya için bir tehdit olduğunu anlatamıyorlardı. Irak saldırısı öncesinde söylenen yalanları henüz kimse unutmadı. Ancak ABD şlimdi yeterli delil bulduğu kanısında. Bu nedenle İran’a saldırısını meşru göstereceğini sanıyor.
Oysa dünya halklarının büyük çoğunluğu Irak’a saldırıya olduğu gibi Lübnan’a saldırıya da, yarın, öbür gün gerçekleşecek İran ve Suriye’ye saldırıya da karşı çıkacaklar.
Şimdi bütün gücümüzle Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun “İran Irak olmasın” kampanyasına sarılmak gerekir. 30 Eylül’de sokaktayız. Irak, Filistin, Lübna İran ve Suriye halklarının yanındayız.

G8: Halklara düşman
İsrail ordusu Lübnan’da sivil halka saldırırken Rusya’da St. Petersburg’da toplanan dünyanın en zengin ve güçlü 8 ülkesinin liderleri bir dizi başka konunun yanı sıra İsrail’in “kendisini savunma hakkını” da tartıştılar.
G8 liderlerinin gündemi yoğundu ama İsrail’in saldırısı gündemlerini belirledi.
Uzun pazarlıklıklardan sonra G8 liderleri İsrail’i aklayan bir bildiri yayınladılar.
Aynı günlerde Birleşmiş Milletlerde hazırlanan ve İsrail’in saldırganlığını kınayan ve saldırıların hemen durdurulmasını talep eden bir önerge ise Amerika tarafından veto edildi. Böylece önerge tartışılmadan gündemden çıkmış oldu.
Bölgeye gideceğini açıklayan ABD Dışişleri Bananı Rice ise ateş kes istemnenin erken olduğunu söyledi. Rice’a göre Hizbullah, yani Lübnan halkı yeterince cezalandırılmamıştı.
Basın: İsrail ve Lübnan
İsrail’in Lübnan’a saldırısını dünyanın her tarafında basın mümkün olan en büyük çarpıtma ile anlatıyor.
Basın en çok Hizbullah’ın roker attığı İsrail’in Hayfa kentindeki sivil kayıpları anlatıyor. Sanki Lübnan’da hiç kayıp yokmuş gibi.
Hizbullah savaşçıları “saldırıyor”, İsrail ise “bombardıman uçı,uşları” yapıyor. Hizbullah “teröristleri” “sivil hedeflere saldırırken” İsrail uçakları Lübnan ve Beyrut üzerindeki bombardımana devam ediyor.”
Eğer basına bakarsanız Bush ve benzerleri İsrail’in saldırılarını desteklemekte çok haklı.
Öte yandan haberlerin arasına sık sık Hizbullah’ın kullandığı roketlerin İran yapısı olduğu sıkıştırılıyor. Gene sık sık Suriye’nin Hizbullah’ı desteklediği anlatılıyor. Hizbullah roketleri zaman zaman Suriye yapısı da olabiliyor.
Tabii doğruları yansıtan tek tük gazeteciler de var. Sağolsunlar.


Kim kime yardım ediyor?

ABD ve İsrail yetkilileri sık sık İran ve Suriye’nin Hizbullah’a yardım ettiğini söylüyorlar. Onlara göre bu iki ülke her yıl Hizbullah’a 300 milyon dolar veriyor.
ABD ise her yıl İsrail’e sadece askeri yardım olarak 3 milyar dolar veriyor.
Askeri araçlar, teknoloji, nükleer silahlar ise cabası...

 


İsrail Genel Kurmay Başkanı (sırıtarak): “Beyrut’un Güney mahallesi Al Da Hiya artık yok.”
Birleşmiş Milletler: “Lübnan’da ölenlerin üçte birinden fazlası çocuk.”
İsrail Genel Kurmay’ı: “Sivil halkı bombalıyoruz çünkü Hizbullah silahlarını sivil bölgelerde saklıyor.”
Gazze ve Lübnan’da ilk bombalanan hedefler elektrik santralları, köprüler, ana yollar ve gıda depoları oldu.
Güneyden gelen göçmenlerin sığındıkları yerlerde çok sayıda çocuk var. Filistinliler ve Lübnanlılar “dert etmeyin, gelecek neslin direnişçileri işte buralarda yetişiyor, eğitim alıyor” diyor.



GÖRÜŞ
Müslümanlar için bir sınav
Bu Müslümanların acaba ne kadarı gerçekten ve tutarlı bir şekilde savaş karşıtı?
Geçtiğimiz hafta içinde, biri İstanbul Beyoğlu'nda, biri Ankara Kızılay'da, Filistin ve Lübnan hakkında Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu'nun (BAK) düzenlediği iki toplantıda konuştum. İkisi de büyük, canlı ve pratik eylem kararlarıyla sonuçlanan toplantılardı. Çok yüreklendim, ama aynı zamanda anladım ki, BAK'ın işi gerçekten zor.
Zor, çünkü her iki toplantıda da aşağıdaki sorularla karşılaştım ("soru" demek doğru olmayabilir belki de, soranın cevabını içinde taşıyor zaten hepsi çünkü).
Şu ana kadar en hızlı ve en kitlesel savaş karşıtı eylemleri Saadet Partisi'nin gerçekleştirmiş olduğunu belirtmem üzerine, Müslümanların ne ölçüde gerçekten savaş karşıtı olduğunu sorgulayan sorulardan söz ediyorum: "Evet, SP'nin mitingleri büyük oluyor, ama acaba o kalabalık gerçekten savaş karşıtı mı?" "Onlar aslında din kardeşleri öldürülüyor olduğu için bu savaşa karşı, acaba gerçekte tüm savaşlara karşılar mı?" "Müslümanların savaş karşıtlığı, şiddet karşıtlığı tutarlı mı?"
Anlaşılan, savaş karşıtı eylemlere katılan Müslümanları sınavdan geçirmemiz gerek! Ya tarihsel ya da hayalî savaşlardan oluşan (veya ikisini harmanlayabiliriz elbet) uzun bir liste yapıp miting meydanının girişlerinde özellikle çember sakallı erkeklerle başörtülü kadınları durdurmalı ve listede destekledikleri herhangi bir savaş olup olmadığını sormalıyız. Var diyenler giremez.
Buraya kadarı kolay. Ama peki tesettürlü olmayan fakat yine de Allah'a inanan, dinibütün kadınları nasıl ayırd edeceğiz? Yoksa onları sınamak gerekmiyor mu? Nüfusun yüzde 99,9'u Müslüman olduğuna göre, herkesi mi sınayacağız (ben hariç), yoksa daha ayrıntılı ve hassas bir Müslüman tanımı mı yapmamız gerekecek?
Allah rızası için, Müslümanların tutarlı olduklarını kanıtlamaları niye gerekiyor? Niye özellikle Müslümanlar? Güvenilmez oldukları için mi? Ya peki sol literatürde kaypaklığın zirvesini temsil eden küçük burjuvaziye ne demeli? Küçük kırtasiyeci, aktar ve kuruyemişçileri de mi sınamamız gerek?
Dahası, bu soruları soranlar genellikle solcu olduklarına göre ve bu tür solcular geçmişte Rusya'nın Doğu Avrupa'yı, Macaristan'ı, Çekoslovakya'yı, Afganistan'ı işgal etmesini desteklediklerine göre, ben Müslüman olsam solcuların sınavdan geçmesini talep ederdim.
Kampanya kazanmak için yapılır. Kendi hükümetimizi etkilemek, bir kararı engellemek veya geri çektirtmek için yapılır. Bir de, Irak'ta, Filistin'de, Lübnan'da direnenlere, Amerika'da Bush'a karşı kampanya yapanlara moral vermek, yalnız olmadıklarını bilmelerini sağlamak için yapılır. Kazanmak ve moral vermek, ancak kitlesellikle mümkündür.
Unutuyordum, bir de çeşitli örgütlerin "Biz de bir şeyler yaptık" diyebilmek, kendi küçük örgütlerinin biraz daha az küçük olmasını sağlamak için yaptığı kampanyalar, eylemler var. Müslümanları dışlamak da, kendi ayrı ve küçük eylemini yapmak da aynı kapıya çıkıyor: Kitlesel bir kampanya inşa etmeyi olanaksızlaştırıyor.
BAK ise, savaşa karşı olan herkesi, sınamadan ve sorgulamadan, eylemde bir araya getirerek kitlesel bir hareket yaratmaya çalışıyor. İşimiz zor, ama yapılan başka her şey sekterlik ve fasa fiso.

Roni Margulies