Sosyalist İşçi 257 (10 Ağustos 2006)

 

Sayfa 8-9 : Orta Sayfa


İSRAİL SALDIRIYOR
LÜBNAN DİRENİYOR
Amerika ve İsrail’in Lübnan beklentileri boşa çıktı. Emperyalistler Lübnan’da hızlı bir zafer bekliyorlardı. Kısa zamanda Hizbullah’ı çökerteceklerdi, fakat daha önemlisi Lübnan halkının bir kısmının Hizbullah aleyhine dönmesini sağlayacaklardı. Bütün bu beklentiler tutmadı.
Hizbullah direniyor. İsrail ordusu Lübnan’ın içerileri-ne giremiyor. Tek üstünlüğü havada. Hava saldırıları ile Lübnan’ı yakıp yıkıyor. Ama Lübnan halkı Hizbullah’ın aleyhine döneceğine tam tersine onun yanında saf tutuyor.

İsrail’i yenen güç
Hizbullah İsrail’in 1982 yılında Lübnan’a girdiği sırada bir direni.ş örgütü olarak oluşmaya başladı. 2000 yılında ise Hizbullah İsrail ordusunun 18 yıldır işgal ettiği Lübnan’dan kaçmasını sağladı.
İsrail 2000’de Güney Lübnan’da öyle bir yenilgiye uğradı ki bir gece yarısının karanlığına sığınarak helikopterlerle Lübnan’ı terketti. Hava üstünlüğü, tankları ve diğer silahları bu hezimeti önleyemedi.
Kaçan İsrail kuvvetlerinin arkasından ise kamyonlara, otomobillere binmiş halk geliyordu. Kimi silahlı, çoğu ise silahsız.
Hizbullah İsrail’i yenen ilk Arap gücü oldu. Lübnan halkı arasında bu nedenle büyük bir destek sağladı.
İsrail’in yenilgisi ise adeta ABD’nin Vietnam yenilgisi gibi ağır ve dramatikti. Bu nedenle ABD ve İsrail için Hizbullah nefret edilen bir düşmandır.

Hizbullah-Şiiler ve Komünistler
Lübnan içsavaşında Lübnan Komünist Partisi’nin önemli bir yeri vardı. Lübnan Komünistleri özellikle Şiiler arasında güçlüydü. Hizbullah’ın İsrail karşısındaki zaferi ve 1992’de Sovyetler Birliği’nin çöküşü Komünist Partisi militanlarının önemli bir kısmının Hizbullah’a katılmasını sağladı.
1992 yılında İsrail Hizbullah’ın lideri Abbas Musavi’yi öldürdü. Hizbullah’ın bugünkü li-deri Hasan Nasrallah onun yerine geçti.
Nasrallah Hizbullah’ın önemli bir değişim yaşamasını sağladı. Onun liderliğinde Hizbullah halkın daha büyük kesimleri kucaklayan bir örgüte dönüştü.
Sosyal program oluşturdu. Hastaneler ve okullar açtı. Böylece Hizbullah sadece Şiilerin örgütü olmaktan çıkarak bütün Lübnan halkının örgütü olmaya başladı. Etkisi genişledi.
Komünist Partisi militanlarının Hizbullah’a katılması ise Hizbullah saflarına başka direniş örgütlerinden de militanların katılmasını sağladı.
1996’da İsrail, bu saldırısında da bombalayarak çoğu çocuk çok sayıda sivilin ölmesine neden olduğu Kana’yı bombaladı. Hzibullah İsrail’in bu saldırısına başarı ile cevap verdi. Bu, bir dönüm noktası oldu.
Nasrallah bugün bize dini bir fanatik olarak yansıtılıyor. Oysa durum öyle değil.

11 Eylül ve Hizbullah
11 Eylül 2001’de Nasrallah İkiz Kulelere yapılan saldırıyı kınadı. İki Amerika olduğunu, yoksulların ve zenginlerin Amerikası olduğunu vurguladı. Venezüella başkanı Chavez’i “mücadele arkadaşımız” diye niteledi.
Bu dönemde Hizbullah yeni liberal politikalara da karşı tutum aldı. Ama İsrail’in son saldırısından önce giderek bu tutumu değişmeye başladı.
Bütün yığınsallığına rağmen Hizbullah esas olarak askeri bir örgütlenme. Bu nedenle yığın hareketlerinden korkuyor. Kendi sıkı kontrolünün dışına çıkabileceğini düşünüyor. Bu nedenle de elinden geldiğince kendi kontrolü dışındaki yığın hareketle-rine izin vermek istemiyor.
İsrail saldırısından hemen önce Hizbullah önderliği yeni liberal politikaları uygulamaya kararlı bir hükümete katılmış ve bu hükümetle Hizbullah mi-lislerinin Lübnan ordusu ile birleştirilmesini tartışmaya başlamıştı.
Bu tutumu ile Hizbullah yeni liberal politikaları uygulamaya hazır olduğunu göstermekteydi.
Hizbullah’ın bu gelişimi çok tipik. Diğer birçok politik İslamcı örgüt gibi Hizbullah’da halkın emperyalizme ve toplumsal adaletsizliğe karşı olan öfkesini doğru bir biçimde yansıtıyor ama toplumsal adaletsizliğin kökenlerine, gerçek nedenlerine karşı tutum alamıyor.
Yani antikapitalist bir politik hatta oturamıyor. Ancak, buna rağmen Hizbullah İsrail işgaline karşı dün olduğu gibi bugün de kahramanca direniyor. Bu direniş Lübnan’ın Şii kesimleri dışında Sunni ve Hristiyan kesimlerinde de laikler arasında da desteğini genişletmesine yol açıyor.
F ALOĞLU


BM kararları ve İsrail
İsrail Lübnan'a saldırısında, Lübnan hükümetinin Hizbullah'ın silahsızlan-dırılmasına ilişkin bir BM kararını da bu gerekçe göstermekte.
İsrail devletinin 1948'de kurulmasından bu yaba BM İsrail'in uygulaması gereken 77 karar aldı. Ayrıca 1970'lerde ve 1982'de de İsrail'in Lübnan'a saldı-rısını durdurmasını isteyen 5 karar aldı. Siyonist İsrail devleti bu kararların hiçbirini kabul etmedi ve uygulamadı.
Öte yandan ABD ise BM Genel Kurulu'na veya Güvenlik Konseyi'ne sunulan 30 kararı elindeki veto yetkisini kullanarak reddetti.
İsrail'in BM karar4ınının arkasına sığınarak Lübnan'ı harabeye çevirmesi, sivil halkı katletmesi tamamen bir ikiyüzlü-lüktür.


1 milyon
İsrail saldırganlığından kaçarak Kuzey Lübnan’a sığınan Lübnan’lı göçmen sayısı. İsrail Başbakanı, 1 milyon kişiyi evlerinden söküp atmanın normal olduğunu böylece Hizbullah’ın tabanını dağıttıklarını söylüyor


750 bin
İsrail’in 1948 yılında topraklarından sökerek komşu ülkelere göçe zorladığı Filistinli sayısı. İsrail bu zorla göç ettirmenin üzerine kuruldu. İsrail’in bütün yönetimleri Filistinlilerin topraklarından zorla sürülmesini doğru ve haklı buluyor.

Ateşkes
ABD ve İsrail yetkilileri İsrail saldırısı başladığından beri ateşkesin acil olmadığını söylüyorlar. Önce Hizbullah yok edilecek ateşkes ondan sonra olacak. Ne var ki şimdi ateşkesi hızlandırmaya çalışıyorlar.
Bir yandan Lübnan’ı daha ağır bir biçimde tahrip ediyorlar ama diğer yandan da Hizbullah’a karşı aslında hiçbir askeri başarıları olmadığını görüyorlar. Ve gelecekte başlarına ne geleceği açık... Bir kere daha Lübnan’ı terk etmek ve kaçmak zorunda kalacaklar.
İşte bu nedenle Güney Lübnan’da bir NATO gücü istiyorlar. Bu NATO gücünde Batılı askerlerin yanı sıra Müslüman ülkelerden de asker istiyorlar. Böylece Hizbullah önünde bir kere daha yenilmekten kurtulmak istiyorlar.


Hepimiz Lübnanlıyız!
Hemen her gösterinin öne çıkan sloganlarından birisi de “Hepimiz Filistinliyiz, hepimiz Lübnanlıyız” sloganı. Her iki halk da yoğun bir saldırı altında ve her iki halk da dişiyle tırnağıyla bu saldırıya karşı direniyor.
İsrail ordusu Lübnan’a 30 bin asker soktu. Askerlerin yanı sıra tanklar ve diğer ağır silahları ve muazzam bir hava gücü var. Bugüne kadar 6.800 hava bombardımanı gerçekleştirmiş. Buna rağmen ilerleyemiyorlar. Lübnan’da Hizbullah İsrail ordusunu durdurdu. Bunu gören herkes saldırı altındaki halkın direnişini destekliyor ve “hepimiz Lübnanlıyız” diye haykırıyor.
Ne var ki bir kısım solcular garip bir tutum içinde. “Politik İslamın olduğu eylemlere katılmayız” diyorlar ve daha da öteye politik islamcı gruplarla birlikte eylem yapanları da suçluyorlar.
Bu tutum sahipleri politik islamcı hareketleri gerçekten antiempereyalist olarak görmüyorlar. Oysa Irak’ta emperyalist işgale karşı direnen güçlerin belkemiğini politik İslam oluşturuyor. Lübnan’da, Filistin’de emperyalizme karşı mücadelenin gene bel kemiğini politik İslamcılar oluşturuyor.
Eğer politik İslam’ın olduğu yerde ben yokum dersen, Lübnan’da, Filistin’de, Irak’ta tarafsız kalmaya çalışırsın. Bu ülklerdeki mücadelelerde tarafsız kaldığını sanmak ise asıl olarak ABD emperyalizminin yanına düşmektir. Politik İslamın olduğu yerde olmam diyenler bu çelişkiyi çözmek zorunda.
Bu arada iki önemli uluslararası örnek var önümüzde. İngiltere’de savaş karşıtı hareket politik İslamcılarla birlikte davranıyor. Bu nedenle Lübnan gösterisine 100 bin kişi katıldı. Bu nedenle Irak’ın işgalinden önce 2 milyon kişi sokağa çıktı.
Fransa’da ise solcular “politik İslamcılarla aynı yerde durmayız” diyorlar. Orada savaş karşıtı hareket küçük. Önemsiz ölçüde küçük. Üstelik Fransa’da sol yoksul mahallelerin esas olarak göçmen ve müslüman olan gençleri ayaklandığında bu hareketle de ilişki kuramadı. Çünkü sol Fransa’da türbana karşı. Aynen kema-listler gibi.
Türkiye’de de kökeni kemalistlere dayanan solcular bir yandan türbana karşılar, bu nedenle 28 Şubat’ta ne yapacaklarını şaşırdılar, şimdi de savaş karşıtı hareket içinde politik İslama karşılar.
Harekete zarar veriyorlar. Oysa politik İslamla eylemde yan yana durabiliriz. Biz fikirlerimize, mücadelemize güveniyoruz. Politik İslam bizim saflarımızı etkileyemez ama biz onların saflarını etkile-yebiliriz. Birlikte olmadan politik İslamın saflarını etki-leme şansı yok.
Kemalist geçmişin üzerinde, henüz ondan tam kopma-dan politika yapanlar ise fikirlerine güvenmiyor ve bu nedenle fiili olarak politişk İslamdan uzak durmaya çalışıyor.


GÖRÜŞ
Dünya sessiz değil
İkiz Kuleler'in ardından Bush Afganistan'a saldıracağını belli ettiği günden beri, bu gazete siyasi mücadelenin birinci maddesi olarak savaşı hep ön plana koyuyor. Beş yıldır.
Eylül 2002'de Kadıköy'de ilk savaş karşıtı sempozyumu, 1 Aralık 2002'de Türkiye'nin ilk savaş karşıtı kitlesel gösterisini, Irak'ta Savaşa Hayır Koordinasyonu'nu ve ardından Küresel BAK'ı, 1 Mart 2003'te tezkereye karşı Ankara gösterisini önerenler, inşa edenler, geniş çevreleri ikna ederek hareketin kitleselliğini sağlayanlar hep bu gazetenin yazar, okur ve taraftarları oldu. Ve bunu her aşamada hep en geniş birliktelikleri kurmaya çalışarak yaptık. Eylemlerin, kampanyaların, toplantıların mümkün olduğunca çok katılımlı, kapsamlı, kitlesel olması için her ödünü vermeye razı olduk, kendi örgütümüzün çıkarlarını hep ikincil olarak gördük.
O kadar ki, kendi aramızdan "Yeter yahu, hareketi inşa edeceğiz diye örgütü tasfiye ettiniz" eleştirileriyle bile karşılaştık! 1 Mart tezkere zaferiyle, eleştiri meleştiri kalmadı ama. Ne aramızdan, ne dışımızdan. Yüz bin kişiyi Meclis'in önüne yığan hareketi inşa etmemiş olsaydık, Amerika Irak'a kuzeyden de saldıracak ve belki de bugün Irak'ta direniş olmayacaktı, belki Türkiye savaşa girmiş olacaktı.
İşgalin sürdüğü üç yıl boyunca, bu gazete, savaş karşıtı hareketi inşa etmeye devam etmenin hâlâ en temel işimiz olduğunu savunmayı sürdürdü. Bu iddiamızda giderek yalnız kaldık. Çabalarımız zorlaştı. "Dünyada hareket geri çekiliyor", "Dünya ilgisiz, halkımız ilgisiz, size ne oluyor" diyenler, saplantılı olduğumuzu düşünenler hiç eksik değildi, daha da çoğaldı.
Oysa saplantıdan değil, siyasi saptamalardan kaynaklanıyordu söylediklerimiz. Afganistan ve Irak 11 Eylül İkiz Kulelerinden kaynaklanmıyor, diyorduk, bunlar Amerika'nın 21. yüzyılda hegemonyasını sürdürebilme mücadelesinin ilk iki adımı ve adımlar bunlardan ibaret kalmayacak, ekonomik gücünü yitiren Amerika askeri gücünü dayatmaya devam edecek, hiçbir aykırı gelişmeye izin vermemek, rakiplerine gözdağı vermek için ard arda savaşlar açacak. Bu nedenledir ki, Amerika'nın Irak'ta yenilgiye uğratılması sadece günümüzün Ortadoğu'suyla değil, yüzyılımızın gezegeniyle ilgili diyorduk. Neoliberalizme karşı mücadelenin de, kapitalizme karşı mücadelenin de geleceği bugün Irak'ta olanlara bağlı diyorduk. Bunun böyle olduğu, bugün daha da açık. Ortadoğu'da zafer kazanan bir Amerika, ardından gözlerini Latin Amerika'ya, Çin'e, Uzak Doğu'ya çevirecektir.
Dün bize "Savaş karşıtlığını amma abarttınız ha" diyenler, şimdi "Vicdanımızı kaybettik, dünyadan ses çıkmıyor" diye yakınıyorlar. Dünyadan ses çıkıyor oysa. Londra'da, örneğin, önce 30 bin, ardından 100 bin kişilik iki gösteri oldu. Niye? Çünkü 'Stop the War Coalition' üç yıldır faaliyetleri-ne hiç ara vermedi. Biz de ülkenin her yanında BAK yerelleri inşa etmeye devam etmiş olsaydık, son saldırılar başlar başlamaz büyük eylemler düzenleyebilirdik.
Zarar yok. Savaş ne yarın bitecek, ne önümüzdeki ay. Şimdi, Hamas'la Hizbullah'ın nasıl örgütler olduğu gibi anlamsız tartışmalara girmeden, savaşın İsrail ile Hizbullah arasında değil, emperyalizm ile emperyalizme direnenler arasında olduğunu kavrayarak, önce İstanbul'da 20 Ağustos'u, sonra 23 Eylül'de Ankara'da bir gösteriyi inşa edelim. Halkın duyarsız olmadığını, dünyanın sessiz olmadığını o zaman göreceğiz.

Roni Margulies