Sosyalist İşçi 257 (10 Ağustos 2006)

 

Sayfa 13 :


Herkesi birleştirmeliyiz
Savaş neden çıktı?
İsrail dünyada en çok ABD yardımı alan ülke. ABD silah üreticilerinden ABD hükümetinden izin almadan silah alabilen tek ülke. Sanki ABD yönetiminin bir parçası gibi bir ilişkiye sahip.
ABD’den aldığı askeri yardımla ABD’li olmayan silah şirketlerinden silah alabilen tek ülke. Aynı şe-kilde ABD’nin askeri olmayan yardımı ile de askeri malzeme alabilen tek ülke.
Bütün bunlar Filistinlilere karşı kullanmak için değil, Ortadoğu’da ABD etkinliğine karşı çıkacak herkese karşı kullanmak için yapılabiliyor.
Lübnan’a yapılan bu saldırı ABD ve İngiltere ile anlaşmadan bu biçimde yapılamazdı. O vakit asıl soru şu: ABD neden şimdi bu saldırıyı onayladı?
Bu sorunun cevabı Irak’taki felakette yatıyor. ABD ve İngiltere, geçen hafta Bağdat’tan ayrılan büyükelçinin basına da sızan raporunun da kanıtladığı gibi Irak’ta kontrolü kaybediyorlar. Biliyorlar ki “yeni Irak”ta hakim olan akım İran ile iyi ilişkileri olan Şiiler.
Biliyorlar ki Irak’ta güçlü bir batı yanlısı hükümet olmadığı takdirde İran bölgesel bir güç haline gelecek.
ABD ve İngiltere İran’ın burnunu sürtmek istiyor. Ancak şu anda Irak’ta işleri çok fazla ve kendi evlerinde güçlü savaş karşıtı hareketlerle mücadele etmek zorundalar. Bu nedenle İran’a doğrudan saldıramıyorlar.
Dolayısıyla Hizbullah’a saldırı aslında dolaylı bir savaş. Emperyaizmin Ortadoğu’daki ajanı İran ile iyi ilişkileri olan bir örgüte saldırıyor. Aslında bu Irak’ın ikinci cephesi.
İsrail’in Lübnan’ı işgali Irak’tan önce Afganistan’a saldırılması ve işgal edilmesi gibi bir şey.
ABD ve İngiltere asıl hedef olan Suriye ve İran’a saldırmadan önce bu hazırlık sürecinden geçmek zorundalar.
Tony Blair bu nedenle geçen hafta İran, Suriye, Hamas ve Hizbullah’ı birleştiren ve suçlayan konuşmasını yaptı.
Ekonomist dergisinin de dediği gibi “bu savaş aslında İsrail ile Lübnan ve hatta İsrail ile Hizbullah’ın destekçisi İran arasında değil, Amerika ile İran arasında.”

Sosyalistler bu savaşta tutum almalı mı?
Bu eşit iki güç arasındaki bir savaş değil. İsrail’in son model Apaçi helikopterleri var. F15, F16 savaş uçakları var. Tankları ve illegal nükleer silahları var.
Hizbullah’ın temel silahı ise 1942’de Rus ordusu tarafından kullanılmaya başlanan Katyuşka roketleri. Bir İsrailliye karşı 10 Lübnanlının ölmesi biçiminde olan ölüm oranı da bu savaşın eşitsiz güçler arasında olduğunu gösteriyor.
Hizbullah popüler bir direniş hareketi. Lübnan’daki önde gelen bir gazete olan Beirut Daily Star gazetesi geçen hafta bir anket yaptı. Ankete katılanların yüzde 87’si Hizbullah’ın askeri mücadelesini destekliyor.
Geçen hafta Beyrut’da Müslümanların yanı sıra Hristiyanların, Şiilerin yanı sıra Sünnilerin de yürüdüğü ve Hizbullah’a destek verdiği dev bir gösteri oldu.
Eğer ABD, İngiltere ve İsrail Hizbullah’a karşı kazanırlarsa bu Suriye ve İran’a saldırının ve belki de çok daha geniş kapsamlı bir Ortadoğu savaşının kapılarını açacaktır.
Ancak ABD ve İngiltere’nin silahlı gücüne karşı Lübnan direnişinini askeri gücü yetmez. Onları durduracak olan güç Arap kentlerinin sokaklarında, mesela Kahire’de. Sosyalistler bu güce, esas olarak da giderek güçlenen işçi sınıfı hareketine bakmak durumundalar.
Açıkça söylersek, Mısır’da Hüsnü Mübarek rejiminin devrilmesi emperyalistlerin Ortadoğu planlarını bir başka gelişmeden, örneğin bir Hizbullah zaferinden, çok daha net bir biçimde durduracaktır. Bu bizim özellikle sosyalist güçleri desteklememiz anlamına gelir.

Savaşı Durdurun Koalisyonu Hizbullah’ı
desteklemeli mi?
İngiltere’de savaş karşıtı hareketin temel görevi hükümetin George Bush’un emperyaist politikalarından kopmasını sağlamaktır.
Bunun için, bu hedefte anlaşan herkesi, Lübnan veya Filistin direnişini destekleyen ya da desteklemeyen herkesi birleştirmeliyiz.
Eğer savaş karşıtı hareketten barış isteyen ama direnişi desteklemeyenleri çıkaracak olursak Tony Blair’i devrimek çok zor olacak. 23 Eylül’de Manchester’de, İşçi Partisi Kongresi’nin önünde pasifistleri, sadece çatışmaları durdurmak isteyenleri de görmek istiyoruz.
Ulusal Öğrenci Biliği’nin, içinde Hizbullah’ı destekleyenler de olduğu için 23 Eylül gösterisini desteklememe kararı bütünüyle sekter bir hatadır ve bir an önce değişmesini istiyoruz.
Bu nedenle sosyalistler direnişi desteklemenin Savaşı Durdurun Koalisyonu’na katılmak için bir ön koşul olmadığını çok açıkça savunmalıdırlar.
Sosyalistlerin eşit ölçüde önemli iki görevi var: Direniş hakkındaki düşüncelerimizi dürüst bir biçimde ifade etmeliyiz ama aynı zamanda hareketin gelişmesi ve nefes alabilmesinin de garantörü olmalıyız.
Bu nedenle savaşın durmasını isteyen ama henüz tam anlamı ile anti emperyalist olmayanları, ki bunlar işçi sınıfı içinde bizden çok daha fazlalar, harekete katmak için özel bir çaba harcamalıyız.
Bu insanlar bizimle birlikte olmazlarsa kazanamyız. Ve eğer biz Blair’e karşı kazanamazsak kimse kazanamaz. Hizbullah ve Hamas Blair’i deviremez. Bu işi sadece biz yapabiliriz.
Bu da geniş, hangi nedenle olursa olsun “teröre karşı savaşa” karşı tutum alan herkesin birleşik bir hareketi olmadan mümkün değil.
John Rees

John Rees, İngiltere’de DSİP’in kardeş örgütü Sosyalist işçi Partisi (SWP)’nin önde gelen bir üyesi ve aynı zamanda da Respect’in Genel Sekreteri ‘dir


Yoksulluğu kitlelerin eylemi durdurabilir
Yoksulluk, günümüzün en ciddi sorunlarından biri; savaşlardan, küresel ısınmadan, özelleştirmelerden ve daha sayabileceğimiz birçok beladan ilk etkilenenler yoksul kitleler.
Murat Belge de Radikal gazetesindeki köşesinde yoksulluktan bahsetmiş ve sosyalistlerin bu konuda bir şeyler yapması gerektiğini söylemiş.
Murat Belge, günümüzde Marksizmin geçerliliğini yitirdiğini söylemiş: "bugün, buna bakışımızda, ister istemez, Marksizm'den çok 'utopik' sosyalizmin aldığı pozisyonlara yakınız. 'Geleceği yoksullar kuracak, yeni dünyayı onlar inşa edecek' diyecek bir durum kalmadı." demiş. Oysa dünyaya baktığımızda yoksulların yeni bir dünyayı inşa etmeye çoktan başladıklarını görüyoruz.
Irak'ta, Filistin'de, Lübnan'da yoksul halk kitlelerinin desteğine sahip direniş hareketleri gün geçtikçe büyüyüp yayılıyor, bunun yanında küresel antikapitalist ve savaş karşıtı hareketin de büyümesine, siyasallaşmasına, zaferler kazanmasına şahit oluyoruz,
Latin Amerika'da yoksullar solu hükümete taşıdı ve seçtikleri insanlara karşı ABD tezgahlı darbeleri püskürttüler,
Fransa'da göçmen ayaklanmalarından kısa bir süre sonra öğrencilerin ayaklanmasına işçiler destek verdi ve gençlerin çalışma hakkını engelleyen yasayı geri çektirdiler. Bütün bunlar yoksulların aşağıdan kendi mücadeleleriyle gerçekleşti ve gerçekleşmekte. Marks'a kadar hiçbir sosyalist, kitlelerin aşağıdan kendi eylemiyle dünyayı değiştirebileceklerini dillendirmemiştiÇ
Ütopik sosyalistler her zaman kitlesellikten kopuk, elitist çözümler önermişlerdi, bu yüzden ütopik sosyalizm yukarıda saydığımız kitle hareketlerini anlamaktan ve yoksulluğu yoketmekten çok uzak.
Sosyalizm düşüncesi 1800'lerde işçi sınıfının tarih sahnesine çıkışı ile Fransa ve İngiltere'de başlamıştı. Charles Fourier, Saint-simon, Robert Owen gibi bir kaç iyi niyetli burjuva, kendileri gibi iyi niyetli insanlar sayesinde işçilerin yaşam koşullarının iyileşeceği ve sosyalizmin kurulacağı gibi anti-demokratik ve elitist tezler savunuyorlardı. İşçi sınıfını pasif, kurtarılması gereken bir sınıf olarak görüyorlar, işçilerin kendi eylemine karşı çıkıyorlardı.
Aynı dönemlerde sosyalist hareket içinde "komplocu komünistler" olarak anılan devrimci bir kanat da vardı. Babeuf ve Blanqui gibi devrimciler bir grup komünistin iktidara el koyarak, sosyalizmi kuracağını savunuyordu.
Bu düşünce de tıpkı devrimci olmayan ütopik sosyalistlerinki gibi elitistti. İlk defa işçi sınıfına yüzünü çevirmiş ve işçi sınıfının eyleminden bir teori çıkartmış olan düşünür ise Karl Marks'tı.
Karl Marks, 1830-1848 arası yaşanan grevlerden ve büyük işçi hareketliliklerinden etkilenerek, işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağını gördü, ütopik sosyalistlerin bütün antidemokratik tezlerini çürüttü ve kitlelerin kendi eylemiyle özgürleşeceğini savundu. Tıpkı bugün antikapitalist hareket içindeki aktivistlerin, dünyadaki yoksulların özgürleşmeye başlamaları gibi.
Bugün dünyada işçilerin sayısı Marks'ın yaşadığı yıllara göre kat be kat fazla, üstüne üstlük tüm dünyada yoksulların kendine güvenini arttıran bir hareket var.
Henüz işçi sınıfı tüm güçleriyle harekete dahil olmadı, henüz hareket dünyayı kökten değiştir-meye başlamadı fakat devrimin güncelliği hergün daha çok ortaya çıkmakta. Yoksulluğu durdurmanın yolu, sokaktan, kitlelerin kendi eyleminden geçer. Bugün dünyayı değiştirmek sokağa çıkıp ABD'nin ve İsrail'in işgaline, genel sağlık sigortasına, küresel ısınmaya, nükleer enerjiye karşı aşağıdan kampanyalar örgütlemekten geçer.

Irmak Can ÖZİNANIR