Sosyalist İşçi 264 (2 Aralık 2006)

 

Sayfa 3 :



BAŞYAZI
Savaş-1
İran Irak olmasın
Bu talebimizin artık eskidiğini düşünenler var. Nedeni ABD seçimleri. Gerçekten de ABD’de Bush’un Cumhuriyetçi partisi’nin seçim yenilgisinin en önemli nedeni Irak savaşı. Savaş karşıtı hareket için bu yenilgi önemli bir mevzi.
Ancak hayalekapılmamak gerekir. ABD’nin henüz İran ve Suriye ile anlaşarak, Irak’ta bir miktar asker bırakarak Irak’tan ve Afganistan’dan çekileceğini düşünmek çok yanlış olur. ABD hegemonya için, petrolün kontrolü için “teröre karşı uzun savaşı” başlattı ve bu strateji Bush ile veya bir başka Demokrat ya da Cumhuriyetçi Başkan ile de devam edecektir. Tersi ABD’nin dünya hegemonyası iddiasondan vaz geçmesi anlamına gelir. Tam da rakipsiz bir askeri güce sahipken.
Bu nedenle artık politik olarak kaybedeceği hiçbir şey kalmamış olan Bush’un daha da çılgın bir biçimde İran’a saldırması her zaman gündemde.
Ama bu arada ABD ve müttefiklerinin ani bir çöküşle Irak’tan, Afganistan’dan ve Lübnan’dan öekilmeleri de mümkündür. Bu emperyalizm için ağır bir darbe olur. İşte savaş karşıtı hareketin bugüne kadarki mücadelesini sürdürmesinin gerekliliği de tam bu n oktada anlam kazanmaktadır. ve gene tam bu nedenle savaşa karşı antiemperyalist mücadele merkezi olan konudur.


Savaş-2
Ateşkese acil yanıt gerekiyor
Kürt savaşında ateşkesin ilanı ve bu kez ateşkesteki kararlılık çok önemli bir dönüm noktasıydı. Ne var ki bu tutuma hala resmi bir yanıt gelmedi.Tam tersine operasyonlar sürüyor. Kan akmaya devam ediyor. gerginlik tırmandırılmaya çalışılıyor. Kürt hareketi kararlı. Bu oyunlara şimdiye kadar gelmedi. Ama bu gazetenin daha önce de defalarca belirttiği gibi ezilen sabırlıdır ama her sabrın bri sınırı vardır. Bu sınırı zorlamamak gerekir. Sonuçları herkes için ağır olacaktır.
Şimdiye kadar ateşkese en tutarlı cevaplar eski özel harpçi Mehmet Ağar’dan gelmekte. Son olarak “ateş etmeyene niye ateşedilecek ki, hepsini sonuna kadar öldürmek politikası doğru olamaz” dedi.
AğaR2ın çıkışları beklenmeyen çıkışlar olarak değerlendiriliyor ama tam da öyle değil. O, egemen sınıfın temsilcilerinden birisi ve Türkiye’de egemen sınıf, tekelciler savaş istemiyor. İstikrarsızlık istemiyor. En son olarak bugüne kadar şahin kanatta yer alan Ağar’da bu nedenle hareketegeçti.
Türkiye’de savaşı isteyenler “etnik milliyetçiliğe” karşı olduklarını söyleyen ırkçılardır. Devlet kademelerinde geniş yereleri olan bu kesim Kürtlere karşı imha hareketinin devam etmesini istiyorlar. Bundan politik olduğu kadar daha doğrudan da çıkarları var.
Mesele onların hayat damarlarını kesmektir. Bunun ilk adımı milliyetçiliğin bütün görünümlerine karşı kesin bir tutum almaktır. Vatanseverlik, yurtseverlik ve milliyetçilik. Bu akımlara karşı mücadele bugün Kürt sorununda solun en önemli görevidir.


Milliyetçilik ya da yurtseverlik kime yarıyor
MHP Kongresi’nin ardından CHP’nin bu partiye yolladığı sıcak mesajlar ve neredeyse açık açık seçimlerden sonra birlikte hükümet kurma çağrısı basında da önemli yer tutuyor.
Yapılan bir dizi kamuoyuyoklaması CHP’nin koalisyon kurma çağrısı yaptığı ülkücü faşist paritnin oylarının %7 ila 9 arasında olduğunu gösteriyor. Ama hemen hemen hiç bir kamuoyu araştırması henüz MHP’nin %10 barajını aştığını göstermedi.
CHP ise aynı kamuoyu araştırmalarına göre yüzde 12 ila 15 arasında bir oy alacak gibi görünüyor. Yani iki partinin toplam oyları yüzde 19 ila 24 arasında.
CHP’nin “cumhuriyet tehlikede” diyerek karşısında ittifak kurmaya çalıştığı AKP ise aynı kamuoyu araştırmalarına göre en az yüzde 30, en çok ise yüzde 38 oy almakta.
MHP’ye ittifak öneren CHP asıl olarak oy arttırmak istiyor. AKP ile aradaki açığı kapamak istiyor. Ve aklınca AKP’den CHP’ye oy kaydırmak istiyor. İnce ve sinsi bir plan. Bu amaçla Baykal “cumhuriyet tehlikede” dedikten sonra “sağ sol fark etmez, birlik” diyor. Bunu söylerken AKP’yi sağ olarak değil daha da tehlikeli bir düşman olarak gösteriyor. Sağı ise kazanmaya çalışıyor. Baykal’ın kazanmaya çalıştığı sağ, liberal demokratlar, merkez sağ değil, MHP.
20 yıl boyunca bu ülkede sola karşı katliamlar düzenlemiş bir parti. İnsanları CHP’liolduğu için öldürmüş bir parti.
O günden bugüne MHP’de bir değişiklik yok. Partinin lideri Devlet Bahçeli bunu defalarca ifade etti. Eskisi gibi sokakta değiliz çünkü o zaman marksist sol güçlü ve etkin bir biçimde sokaktaydı bizde onu durdurmakiçin savaştık, şimdi o yok bizde sokakta değiliz. Gene çıkarsa gene sokağa çıkarız diyor. “Biz değil, onlar değişti” diyor.
gerçekten de değişen MHP değil. Değişen CHP. MHP eskiden olduğu gibi ülkücü gençliği ile liselerde ve üniversitelerde terör estiriyor. Saçları uzun diye, bira içiyor diye ya da solcu olduğu için insanlara saldırıyor. Öldürüyor. Son Gazi Üniversitesi olayları açık bir gösterge.
CHP ise keskin bir dönüş yaşıyor. Aslında dönüşümü kemalist-laik cephe yaşıyor. Bir yandan hayali bir şeriat düşmanı yaratıyorlar ve AKP’yi bu düşman olarak tanımlıyorlar ardından “vatansever cephe”, “cumhuriyet cephesi” gibi birlikler önererek faşistlerle işbirliği oluşturmaya çalışıyorlar. Kimi sağ yazarlar dahi, örneğin Taha Akyol, CHP’yi uyarıyor. Bu ittifak işe yaramaz diyor. İhtiyaç faşistlerle işbirliği yapmak için sağa geçmek değil, tam tersine daha sola geçmek gerekir diyor.
Aslında CHP bu ittifak politikası ile doğrudan MHP’ye yardımcı oluyor. Oyları barajı aşamayan MHP bu nedenle de oy kaybediyor. Nasıl olsa barajı aşamayacak diyen önemlice bire kesim başka yerlere kayıoyor. Belki, sağcı olduğu ölçüde AKP’ye, belki “vatansever”, milliyetçi, “yurtsever” olduğu ölçüde CHP’ye.
MHP ile koalisyon önererek CHP aslında bu partinin barajı aşmasına yardımcı oluyor. Çünkü artık MHP’nin barajı aşmasının bir anlamı var. Üstelik barajı aşarsa belki bir önceki dönemde olduğu gibi gene hükümet olmasının olasılığı var. Kaçan oylar böyle düşünerek geri gelecektir.
Kısacası CHP kendi katilini yeniden meclise taşıyor.
Soldan gelen her milliyetçi adımın aslında daha sağa, daha sağdaki milliyetçi örgütlenmeye yaradığının en iyi göstergesi.
Birde daha solda olup milliyetçi olanlar var. En başta İşçi Partisi. Bu parti yıllardır sağa kayan milliyetçi-vatansever bir çizgi üzerinde ama bir türlü büyüyemiyor. Hep aynı noktada: Binde 2. Bazen daha da aşağıya düşüyor. İşçi Partisi’nin vatansever milliyetçiliği aynı cephenin daha güçlü partisine CHP’ye ayrıyor. Onun milliyetçiliği ise MHP’ye.
Bu kervana katılan bir diğer parti ise yeni TKP. TKP’nin giderek bütün güçlerini yığdığı yurtseverlik çizgisi aynen İşçi Partisi’nin vatanseverliği gibi önce CHP’ye, ardından MHP’ye yaramaktadır.
Bugün İşçi Partisi ile TKP’yi aynı yerekoymak haksızlık gibi görünebilir. Bir anlamda doğrudurda. İki parti arasında farklar var ama teorikolarak aynı yerde duruyorlar.
TKP Genel Sekreteri “teorikolarak ABD Türkiye’ye saldırabilir öyleyse pratik olarak da bu mümkündür ve bu nedenle hazırlanmak gerekir” diyor. Yurtseverliklerini bir anlamda bu ABD saldırısına da bağlıyor. Belli ki son zamanlarda çokan romanları çok okumuş. Hayali geniş. Ama o-nun bu geniş hayali TKP’yi aramızdan alarak sağa oturtuyor. İşte bu nedenle soldan ki hertürlü milliyetçi, vatansever, yurtsever eğilime karşı çıkmak gerekiyor.
Solda olmak toplumdaki ve dünyadaki çelişkilerde milli temellerde değil sınıf temelinde ayrışmaktır.
İlk seçimlerde ne yazık ki gene göreceğiz. Solda milliyetçilik, vatanseverlik ve yurtseverlik üzerinden politika yapanlar son seçimlerden daha kötü sonuçlar elde edecekler. Sağda milliyetçilik yapanlar kazançlı çıkacaklar. Fakat kimse ülkede yürüttüğü IMF-Dünya Bankası politikaları nedeniyle AKP’yi eleştirmediği için AKP ya oykaybetmeyecek ya da çok az kaybedecek ve büyük olasılıkla gene tek başına iktidar olacaktır.
Doğan TARKAN


Düşünceye özgürlük
Geçtiğimiz günlerde AKP gençlik kollarının düzenlediği bir konferansta Gazi Üniversitesi'nden Prof.Dr. Akif Yayla kemalizmin ilericilikten çok gericiliğe tekabül ettiğini söyledi. Hemen ardından olay (aslında bir olay da yok ama) manşetlere taşındı, sansasyonlar yaratıldı. Akif Yayla cennetteki yasak elmayı ısırdı, devletin resmi ideolojisine ters düşen şeyler söyledi. Tıpkı Orhan Pamuk, Elif Şafak, Hrant Dink gibi. Ve tabii ki tıpkı onlara olduğu gibi Yayla'ya da saldırılar başladı.
En başta medya tarafından düşman ilan edildi Akif Yayla, arkasından Gazi Üniversitesi'ndeki görevinden uzaklaştırıldı, kendisini konferansa davet eden AKP'lilerin hepsi Yayla'yı yalnız bıraktı son olarak da İstanbul Barosu'ndan bir avukat tarafından hakkında suç duyurusunda bulunuldu. Suç duyurusu metni ise Yayla'ya karşı kampanya yapanların düşünce özgürlüğüne bakışlarını ve kendi "bilimselliklerini" ortaya koyar nitelikte: "Kemalizmin ilerlemeden çok gerilemeye tekabül ettiğini söylemek adeta bilimi inkâr etmektir. Cumhuriyet'e, devrim yasalarına, laikliğe karşı olmakla eş anlamlıdır". Solun büyük kısmı ise bu konuda sessiz kalmayı tercih ediyor. Akif Yayla'ya sadece İHD, Mazlumder, İHGD ve HYD gibi bir kaç insan hakları derneği sahip çıktı. Bu konuda sessiz kalmaya devam eden sol ise ne yazık ki statükocuların tarafını güçlendiriyor.
Sosyalistler, katliam, nefret ve ırkçılıktan beslenen faşistler hariç herkes için sınırsız düşünce, söz söyleme ve örgütlenme özgürlüğünü savunurlar. Düşünmenin ve düşündüğünü ifade etmenin en temel insan haklarından olduğunu düşünürler. Bu sebeple her tür özgürlük ihlalinin karşısında tutarlı bir biçimde mücadele ederler.
Türkiye'de resmi ideoloji etkisini yitirmeye başlarken her tür özgürlüğe saldırmaya devam ediyor. Akif Yayla'nın başına gelenler bunun son örneği. Kendi düşüncesi dışında hiçbir düşünceye tahammülü olmayanlara karşı mücadeleye devam etmek gerekir.
Irmak Can İNANIR