Sosyalist İşçi 266 (30 Aralık 2006)

 

Sayfa 3 :


BAŞYAZI
1 yıla sığanlar
Geriye dönüp 2006’da neler oldu diye baktığınızda o kadar çok şey var ki insan şaşırı-yor. Aslında 2000’li yılların hemen hepsinde durum aynıydı.
Latin Amerika’da solun ard arda gelen zaferleri yeni liberal politikaların ne denli zayıfladığının bir göstergesi oldu. Özellikle Chavez’in son seççim zaferi bu ülkede durumun artık değişmeye başlamak zorunda olduğunu da gösteriyor.
Hareket kimilerinin zannttiği gibi sadece Latin Amerika’da gelişmedi. Fransa başta olmak üzere bir dizi ülkede de hareket yükseldi ve en önemlisi kimi yerlerde işçi sınıfı harekete geçmeye başladı.
Fransa’da AB Anayasası’na hayır oyu çıkmasının ardından banliyö ayaklanması geldi ve onun da ardından işçiler ve gençler yoğun bir mücadelenin sonucunda yeni liberal bir yasanın çıkışını durdurdular.
Fransızlara bakan Yunanlı öğrenciler de yeni bir yasayı bütün üniversiteleri işgal ederek durdurdular.
Bu arada Irak direnişi bütün şiddetiyle devam ediyor. Artık ABD v e İngiltere’de “yenildik” sesleri düzenin kurumlarından da çıkıyor. Bush ve Blair bile ne demeleri gerektiğini tam bilmiyorlar. Savaşı kazanmadıklarını zaman zaman söylüyorlar ama yenildiklerini ve bu nedenle Irak’ı terk etmeyeceklerini söylüyorlar.
Ne var ki Bush ve Blair çekilmeyeceklerini, tersine Irak’a daha çok asker göndereceklerini söylerken kimileri savaşı artık Irak’ta bittiğini, İran’a bir saldırının ise artık mümkün olmadığını söylemeye başladılar.
Savaşın tarihsel önemini en baştan doğru dürüst kavrayamayanlar ise şimdi çok daha yoğun bir biçimde savaşın artık eskisi gibi belirleyici olmadığını iddia etmeye başladılar. Bu kesim çeşitli başka mücadele alanlarının öne çıkması gerektiğini anlatıyorlar.
Oysa savaş hala belirleyici bir öneme sahip. Amerikan emperyalizmi diğer emperyalist ülkelerle hegemonya mücadelesi sürdürürken ve Afganistan ve Irak’ta savaşın batağına gömülmüşken dünya halkları yeni liberal saldırılara karşı mücadelelerinde nefes alabiliyorlar.
Öte yandan emperyalizmin Afganistan-Irak yenilgisi bütün dünya halklarına güven veriyor. “ABD madem Irak’ta yenildi öyleyse biz de kendi egemen sınıfımızı yenebiliriz” diyebili-yorlar.
İşte tam da bu iki nedenle savaş karşıtlığı bütün dünyada tek merkezi konudur.
Önümüzdeki dönemde Afganistan, Irak ve Lübnan’daki işgale karşı mücadele ederken bir yandan da bu mücadeleyi antikapitalizme bağlamalıdırlar. Zaten emperyalizm bu ülkelere saldırırken esas olarak bu ülkeleri serbest pazar ekonomisinin içine çekmeyi hedefliyordu. Bu açıdan Irak ve Afganistan’da emperyalizm büyük ölçüde başarılıdır. He riki ülkede serbest pazar ekonomisine dahil edilmiştir. O kadar ki Türkiye’nin tohum yasası aynen işgal altındaki Irak’a uygulanmış olan yasadır.
2006 hareketin yükselmeye devam ettiği bir yıl oldu. 2007’nin ise daha da hareketli olacağı şimdiden belli. Dünyanın hemen her yerinde iki tarafın güçleri planlarını ve programlarını hazırlıyorlar.
Türkiye’de de yoğun bir mücadele programımız var. Mart ayında Irak’ın işgaline karşı küresel gösteri var. 6 ay sonta Genel sağlık Sigortası Yasası gene gündeme gelecek ve emek güçleri vakit geçirmeden yasanın gene gelmesişne hazırlanmalıdırlar. 2007’de Genel Sağlık Sigortası yasası mutlaka durdurulmalı ve çöpe yollanmalıdır.


Yeni bir kuşak var
14 Aralık eylemleri çok kalabalık değildi. Ankara’da bin kişi, İzmir’de 3 bin, İstanbul’da da 5 bin kişi yürüyüşlere katıldı.
Eylemler küçüktü ve genel gereve katılım da küçüktü ama hava iyidi.
Göstericiler genellikle çok gençti. Harekete yeni katılan unsurlardı. Çoşkuluydular ve uzun süredir sokağa çıkmayı bekledikleri açıktı.
Eski kuşak KESK üyeleri ve yöneticileri yürüyüşçülere “bağımsız Türkiye” gibi günün anlamı ile alakasıolamayan sloganlar attırmaya çalışırken hakim olan sloganlar daha günceldi.
Yürüyüşçüler yoğun olarak SSGSS yasasına karşı slogan atıyor, savaşı protesto ediyor ve savaşa değil emekçiye bütçe istiyordu.


KESK sokaktaydı

Uzun bir aradan sonra Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu, KESK gene sokaklardaydı. 250 bin kamu emekçisi greve çıktı.
Önceki çok daha büyük boyutlu genel grev eylemleri ile karşılaştırınca bu eylem doğrusu çok büyük değildi ama gelecekte daha büyük eylemlerin gerçekleşmesinin mümkün olduğunu gösteren bir havası vardı.
KESK ve bağlı sendikaları bir süredir bu grevi örgütlemeye çalışmaktaydı. Ne var ki bu denli uzun bir aradan sonra KESK’in grev silahını hatırlaması eylemi sınırladı.
Fakat asıl önemli olan grevin ve eylemlerin neden yapıldığı.
Bu günlerde TBMM 2007 bütçesini tartışıyor ve KESK bu bütçenin halk için olmadığını söylüyor ve bütçeden kamu emekçileri için daha fazla pay istiyor. Ne var ki bu istem gösterilerin duyulan talebi değildi.
Bir kere daha KESK kazanmak, yeni haklar ve ücret artışı elde etmek için değil protesto etmek, protestosunu göstermek için sokaklardaydı.
Gösterilerin nisbeten küçük olmasının nedeni bu. İstanbul’da 5 bin, İzmir’de 3 bin ve Ankara’da sadece bin kişi. Yani KESK’in çağırısına uyarak sokaklara çıkanlar sadece KESK’in en mücadeleci kesimiydi. Böyle olunca da KESK kendiüyeleri dışındaki kamu emekçilerini de harekete geçiren bir hamle yapamamış oluyor. Böyle olunca da üye sayısını arttırıcı bir adım atılamadı.
Kazanmak için değil protesto için eylem yapmak Türkiye solunun tipik tutumu. Bu tutum asıl olarak harekete güvenmeyen, hareketi küçümseyen tepeden inmeci bir anlayış. Bu sol için herşeyden önde olan kendi parti bayraklarının görünmesidir. Ne var ki bu sefer KESK yürüyüşlerinde solun önemli bir kısmı yoktu!
Harekete güvenmeyenler ikamecilik anlayışına sahip olanlar. Yani kendi küçük, dar gruplarının gene küçük ve dar eylemlerini büyük yığınların yerine geçirmeye çalışanlardır. Onlar büyük yığınların eylemini örgütlemek yerine kendi bir kaç yüz kişilik örgütlerinin eylemleri ile mutludurlar. B u eylemlerin sonucu örgütlerini bir-kaç kişi daha genişletmişlerse daha da mutludurlar. Eğer örgütlerinin bayrakları haberlerde göründüyse daha iyisi olamaz.
Sonra otururlar kendi örgütlerine, örgüt eylemlerine güzellemeler yazarlar. “Ne kadar da büyüktük, her tarafı tutuncuya boyadık” biçiminde. Her tarafı turuncuya ya da kızıla boyayanların sayısı ise bazen 30-40, bazen bir kaç yüzdür. Ama onlar ya sayı vermezler ya da sayılarını en aşırı biçimde abartırlar. Doğru söylemezler.
Oysa günümüzde en temen görev hareketi inşa etmektir. Önemli olan bir örgütün ne kadar bayrağının gösterilerde göründüğü değil, gösterilere katılımın ne kadar yüksek olduğudur.
Büyük yığınlar sadece protesto etmek için sokaklara çıkmazlar. Söz konusu gösteri örneğin küresel ısınma, savaşa karşı olursa “protesto” daha anlamlıdır ama sendika protesto için değil bir talebi kazanmak için sokağa çıkar, eylem yapar, greve çıkar.
Türkiye’de sendikal hareket içinde yer alan sol bunu kavramadığı sürece gösterilerin yeterli etkinliğe ulaşamayacağı, gerçek genel grevlerin gerçekleşmeyeceği açıktır.
KESK 14 Aralık günü genel greve çıktı ama bu genel grevin amacı, hedefi belli değildi. Sonunda somut, elde edilebilir bir talebi yoktu ve bu nedenle katılım sınırlı oldu. Bütün bunlara rağmen 250 bin kişinin greve çıkmış olması önemli. Bu tabanda mücadele isteğinin ne denli yüksek olduğunu gösteriyor. Ama eğer KESK önümüzdeki dönemde bu 250 bine güvenip ardı ardına talepsiz eylemlere devam ederse gene gerilemek kaçınılmaz olur.
Oysa bütün emek hareketinin önünde çok somut bir sorun var: Sosyal Güvenlik ve Genel Sağlık Sigortası(SSGSS) Yasası. Bu yasaya karşı emek hareketi yeterli yaygınlıkta bir mücadele vermedi. Buna rağmen gene de referandum, 26 Kasım İzmir eylemi önemli gösterilerdi.
Şimdi önümüzde en az 6 ay var belki de daha uzun bir süre. Yoğun ve güçlü bir kampanya inşa etmek için yeterli bir süre. 6 ay boyunca emekçilere, tüm topluma bu yasanın neleri getirdiği ve neleri götürdüğü ayrıntılı bir biçimde anlatılmalı, aktivist birikimi yapılmalıdır.
6 ayda sadece KESK bile yüzlerce şubesini harekete geçirse binlerce toplantı gerçekleştirebilir. Yüz milyonlarca bildiri dağıtılabilir. Ancak böyle yoğunlukta bir kampanya 6 ay sonra yasa yeniden gündeme geldiğinde gerçekten güçlü bir direnişi örgütler.
6 ay sonrasının sloganı şimdiden bellidir: Yasa gene gelirse Ankara’da, sokaktayız. Yasayı durduracağız. İşte o vakit yüzbinlerle Ankara’ya somut bir taleple, yasayı durdurmak için gidilir. Greve çıkılabilir. Diğer emek örgütleri eyleme çekilebilir. Örgütlerin kendisi gelemese de tabanları çekilebilir.
DİSK, Tabipler Birliği ve KESK önümüzdeki dönemde SSGSS’ye karşı bir kampanya örgütlediklerinde Sosyalist İşçi ve DSİP onların yanında yer alacaktır.