Sosyalist İşçi 266 (30 Aralık 2006)

 

Sayfa 13 :

Tatil için
KİTAP ve FİLM

Büyümeye Direnenler İçin

Asıl adı Carles L. Dodgson olan Lewis Carroll'un bu eseri 1865 yılında Oxford Üniversitesi'nde matematik hocalığı yaptığı sıralarda yine bu üniversitenin dekanının kızlarına- ki bunların ortancası Alice'tir-Times nehrinde yaptıkları sandal gezintileri sırasında anlattığı masallardan oluşur. Yazar Alice'in isteği üzerine yazıya döküp bir noel armağanı olarak Alice'e ithaf etmiştir.
Can sıkıntısından ve havanın sıcaklığından Alice'in üzerine bir rehavet çöker. Saatine bakıp ''Geç kalacağım.'' diye koşuşturup duran Beyaz Tavşan'ın peşinden tavşan deliğine korkusuzca dalar. Sonsuzmuş gibi gelen bu düşüşün sonunda Alice'nin maceraları da başlar.Bu harikalar ülkesinde birçok tuhaf karakterle ve tuhaf olayla karşılaşır. Üzerinde ''Beni iç!'' yazan tadı karamela, ananas, kirazlı tarta benzeyen bir içecekten içer; üzerinde kuş üzümleriyle ''Beni ye!'' yazan kekten ve bir yanı büyüten diğer yanı küçülten mantardan yer. Bir büyür bir küçülür.
Gülümseyen Kedi, Şapkacı, Düşes, Kral, Kraliçe, Ejder ve daha birçok ilginç karakter gerçekte Alice'in ve yazarın çevresindeki kişilerdir. Bunlardan biri olan Dodo Kuşu, kekeme olan ve yalnızca çocuklarla birlikteyken rahat konuşan yazarımızdır. Dodo, Dodgson'un kekemece söylenişidir.
Aynı zamanda tiyatro,fotoğrafçılık, felsefe, mantık gibi birçok alana ilgi duyan, Carroll bu kitapta da sık sık mantık ve matematik oyunlarına başvurur. Kendi kendine konuşmayı seven, kendi kendine oyun oynarken yine hile yaptığında yine kendisini cezalandıran bu zeki ve tuhaf kızın serüven boyunca karşılaştığı karakterlerle yaptığı diyaloglar da kendisi kadar ilginçtir. Örneğin Alice'in Gülümseyen Kedi'yle ve Nargile İçen Tırtıl'la ya da Kral'ın celladıyla arasında geçen, sözcük oyunlarıyla süslenmiş konuşmalar, kitabın en ilgi çekici kısımlarını oluşturur.
Hepimiz Matrix'i izlemişizdir. Neo da aynı Alice gibi Beyaz Tavşan'ı izler, aynanın içinden geçer ve bir delikten aşağı düşer. Bunun gibi sayısız yerde karşılaştığımız, sayısız yerde alıntısına rastladığımız bu yeni yıl hediyesini bir kez daha hatırlayıp Alice'in ardından bu büyülü dünyaya dalalım, Alice'le beraber bir büyüyüp bir küçülelim. Yanında Alice'li şarkılar- bunlardan biri Jefferson Airplain'in White Rabbit'i -dinleyelim.
Ebru Gökçe

Alice Harikalar Diyarında, Lewis Carroll, Bordo Siyah Yayınları, 159 sayfa. Çevirmen: Gürol Koca


Büyüklere Masallar
"Küçük Prens", Saint Exupery'nin çocuklar için yazdığı ama onlardan çok biz büyüklere hitap edebilecek olan bu kitapta, bir çocuğun gözünden büyüklerin dünyası ve bir yaşam felsefesi anlatılıyor.
1940'lı yıllarda uçağında çıkan bir arıza sonucunda Sahra Çölü'ne düşen pilot, Küçük Prens'le karşılaşması şaşırtıcı bir soruyla başlar. "Bana bir koyun çizebilir misin?"Pilota saçma gelen bu soru kitabın ilerleyen sayfalarında anlam kazanmaya başlayacak. Çünkü yetişkinlerin alışagelmiş dünyasındaki alışkanlıkların, değerlerin, kuralların sorgulanmasına neden olacaktır. Kitap boyunca sürekli soru soracak olan Küçük Prens B 612 gezegeninde yaşayan, her sabah gezegenindeki volkanlarını süpüren, gülünü çok seven, zeki ve yalnız bir çocuktur. Kitap Küçük Prens'in kendi gezegeni, gezdiği diğer gezegenler ve gülünün hikâyesini anlatmasıyla devam eder:
Küçük Prens gittiği diğer gezegenlerde "tuhaf" bulduğu büyüklerle .(kral, patron, bilim adamı, kendini beğenmiş, fenerci, ayyaş) karşılaşır. Bu kişiler tekdüze bir beklenti içinde, doyumsuz bir yaşam sürdürmektedir. Derken Dünya'ya gelir. Dünya'da ise bunlardan binlercesi vardır. Dar bir alana hapsolmuş, hep bir şeyin peşinde koşan, belirli bir rolün tutsağı olmuş büyüklerle dolu bir dünya. Uçağı düşen Pilot(Exupery), Prens sayesinde tekrar çocukluğuna yaklaşır, büyüklerin dünyasını ve kendisini de sorgulamaya başlar.
Kitap acıklı bir sahneyle son bulur. Küçük Prens'in de onayıyla bir çöl yılanı kendisini sokacaktır.
Kitap, Exupery'nin, çocukluğu ve çocukluğun naifliğini yüceltiyor gibi görünse de aslında büyüklerin kurduğu bu düzenin eleştirisi ve kirliliğinin sorgulanması yatmakta.
(Küçük bir ayrıntı; B 612 gezegenini bulanın bir Türk astronom olmuştur. Bunu uluslararası bir kongrede anlatmış ancak fesli ve doğulu kıyafetinden dolayı kimse ona inanmamış. Ama bir diktatör(Mustafa Kemal) gelip kılık- kıyafet devrimi yapıp halkı Avrupalı gibi giymeye zorladıktan sonra, aynı astronom daha sonraki kongrede söylediklerine herkes inanır .)
Berna Tezcan

Küçük Prens, Antoıne De Saınt-Exupery,Mavibulut Yayınları, S.95


Martin Eden
Jack London, Martin Eden adlı kitabını diğer tüm kitaplarında olduğu gibi yine kendi hayatından yola çıkarak kaleme almıştır. Martin adlı karakterin yıllarca gemilerde çalışmanın getirdiği birikimlerle ortaya çıktığı tahmin ediliyor. Martin Eden'in kitapta Ruth adlı bir kadına olan aşkı dolayısıyla kendinin bulunduğu sınıfsal konumu irdelemesi ve ona layık olmak için yabancısı olduğu dünyaya girmeye çalıması konu edilmektedir. Yine hayatıyla paralel olarak Jack London, Martin Eden'i dünyaca ünlü bir yazar olarak intihar ettirir kitabın sonunda.
Benzerliklere rağmen Martin Eden yazarla temelde büyük farklılıklara sahiptir. Öncelikle Martin Eden'in bireyci yapısı yazar tarafından da eleştirilmektedir. Kendi hayalleri dışında bir dünya düşünmemesi dikkat çeker. Başlarda kafasında yarattığı ve ulaşmak istediği "Ruth" fenomeni giderek onun hayatında daha da kaybolmaya başlar, kendi iç dünyasına ve hayallerine daha da kapılır.
Jack London, Martin'le ilgili olarak "...Martin Eden aşırı bir bireyciydi, bense bir sosyalist. İşte bu yüzden ben yaşamaya devam ediyorum ve işte bu nedenle Martin Eden intihar etti ve öldü." demiştir.
Onur Uzundağ

Martin Eden, Jack London, Oda yayınları


Louis Aragon’un aşkı
Louis Aragon, özellikle Elsa'ya yazdığı aşk şiirleriyle beynimizde yer etmiş büyük bir edebiyatçı. Aşklar ve çiftler dizisinden çıkan bu kitap sadece Aragon'un hayatının başka boyutlarını göstermekle, Elsa ve Louis aşkını anlatmakla kalmıyor, Fransa'dan Rusya'ya, Mayakovski'den Andre Breton'a, gerçeküstücülükten stalinizme, dönemin tarihsel politik atmosferini de başarılı bir biçimde anlatıyor.
Dada akımıyla yola çıkan, Andre Breton ve Paul Eluard'la birlikte gerçeküstücülüğün öncülüğünü yapan Aragon'un, Fransız Komünist Partisi(FKP)'ne ve koyu bir stalinizme giden hayatını, sanat anlayışını gözler önüne seriyor.
Aragon ilk yıllarında bohem yaşamaktan hoşlanan bir şairdi, Triolet'e ise Rusya'da, devrimin şairi Mayakovski'ye tutkulu bir aşk duyuyordu ve bu aşktan yara almıştı. Triolet, devrimin ardından iç savaş ile birlikte Rusya'dan kaçarak Fransa'ya gelmişti, Aragon ise bulunduğu çevreden ve yaşam tarzından kopmakta, yeni bir bakış açısı aramaktaydı.
6 Kasım 1928'de bu iki isim buluştu ve geri kalanı birlikte geçecek hayat hikayeleri başlamış oldu.
2. Dünya Savaşı'nda çift direnişin simge isimleri haline geldi. Maalesef birlikte geçirdikleri hayat hep savaşların, koyu bir bürokrasinin ve stalinizmin gölgesi altındaydı, stalinizmin bütün suçlarına, Elsa'nın eski aşkı ve yakın dostu Maya-kovski'ye yaptıklarına bile gözlerini kapattılar, çoğu zaman FKP'nin görünen yüzü, sesi oldular. Onlar için hiçbir zaman "mutlu aşk yoktu".
Irmak Özinanır

Louis Aragon - Elsa Triolet, Unda Hörner, Çev: Hulki Demirel, Monika Demirel, İletişim Yayınları, 2003


Bir ortaçağ romanı
Narziss ve Goldmund, ortaçağ toplum yapısı üzerine kurgulanmış bir roman. Ancak, tarihte yaşanmış bir olayı anlatmıyor. Oldukça güncel bir anlatıma sa-hip. Sadece, kitabın dekoru orta-çağ motifleriyle süslenmiş. Süs-lenmiş demek çok hafif bir ifade olabilir. Kitabın anlatımı bir ke-nara bırakılıp dekor dikkatlice incelendiğinde, Hermann Hes-se'in ortaçağ toplum yapısına i-lişkin tarihsel ve sosyolojik bir analiz ortaya koyduğu görü-lebilir.
Kitap ortaçağın en önemli toplumsal kurumu kilisede başlıyor. Kilisede öğrenci olan Goldmund, rahip olmaktan vazgeçerek göçebe bir yaşam sürmeye başlıyor. Goldmund'un göçebeliği sayesinde ortaçağın önemli toplumsal özneleriyle bir bir tanışıyoruz. Kiliseden sonraki durağımız bir derebeyi şatosu. Şatodan sonra bir süreliğine, lonca üyesi bir heykeltıraş'ın yanında çıraklık yapıyor. Çiftçi, çoban, köylü ve kendisi gibi göçebe olan pek çok kişiyle tanışıyor. Goldmund'un bir hedefi olmayan, olduğu yerde dönüp duran yolculuğu ortaçağ toplumunun farklı toplumsal katmanlarında yaşanan toplumsal ilişkileri ve genel olarak ortaçağ toplum yapısını görmemizi sağlıyor.
Kapitalist toplumda gelişimin uzun vadeli gidişatı krize doğrudur. Ortaçağın en temel iktisadi etkinliği olan tarımda iktisadi büyüme, üretim birimlerinin zaten var olan çizgiler dahilinde çoğaltımı biçimindedir. Bu durumda gelişimin uzun vadeli gidişatı krize doğru değil, atalete doğru olacaktır. Bu, tarihsel materyalizmi de içine çeken önemli bir tartışmadır. Hermann Hesse bu ataleti oldukça iyi aktarıyor. Değişimin hızının oldukça düşük olduğu ortaçağ toplumunda değişim baskısı genelde dış faktörlerden gelir. Goldmund göçebe (toplumsal yapının karakteristiğini yansıtmayan bir dış unsur) olarak girip çıktığı her yerde toplumsal yapıda sarsılmaya neden oluyor. Ancak en büyük sarsılmaya bir veba salgını yol açıyor. Çok durağan bir yapıya sahip olan ortaçağ toplumu olağanüstü olayları kaldırmakta zorlanıyor.
Ben sadece kitabın dekoruna bir göz attım. Hermann Hesse'in romanından farklı tatlar çıkarmak mümkün. Yılbaşı tatilini kitap okuyarak geçirmek isteyenlere önerilir.
Mehmet Demiröz

Narziss ve Goldmundi Hermann Hesse, AFA yayıncılık, 380 sayfa