Sosyalist İşçi 286 (16 Haziran 2007)

 

Sayfa 3 :


BAŞYAZI
“Kuzey Irak”a girmek
Kuzey Irak’a girme söyleminin gerçekçi olmadığını artık burjuva yazarları bile anlatmaya başladılar.
Öncelikle bir noktayı açıklığa kavuşturmak gerekir. Müdahale edilmesi söz konusu olan bölge “Kuzey Irak” değil, Irak Kürdistanı’dır. Kuzey Irak kabaca Bağdat’ın Kuzeyindeki tüm bölgenin adıdır. Müdahale edilmek istenen bölgenin ise adı Irak Kürdistanı.
İkincisi müdahale sadece PKK’ye ya da Irak Kürtlerine olmayacak. Irak devletine olacak. Bir Kürt lideri bugün Irak Devlet Başkanı’dır ve Kürdistan Irak Anayasası ile oluşmuş bir bölgedir. Dolayısıyla ‘gireriz’ dedikleri bölge Irak’tır ve bugün Irak ABD denetimindedir. Dolayısıyla bir müdahale ABD’ye rağmen yapılmak zorundadır. Müdahale edecek güçler ABD ile anlaşmadan, ABD’ye rağmen Irak’a giremez-ler. Oysa müdahaleden yana olanlar sanki ABD’ye rağmen bu iş yapılacakmış gibi bir hava estirmeye çalışıyorlar.
Bu söylem bu konudaki tüm diğer söylemlerle birlikte bütünüyle içe dönüktür. Bir iç propaganda malzemesidir.
PKK üsleri Türkiye sınırından 250 kilometre içerdedir. Buraya ulaşmak için bir kaç yüz bin askerin harekete geçirilmesi gerekir. Bu Türk ordusunun üçte biridir. Böyle bir askeri hareket topyekun savaştır.
Kaldı ki sınırı geçecek olan ordu mutlaka direnişle karşılaşacaktır. Bu başbakan ve genel- kurmay başkanlarının sık sık söyledikleri gibi “aşiretlerin direnişi” değil, Irak ordusunun direnişi olacaktır. ABD ordusu ise işin cabasıdır.
Sınır ötesi operasyon söylemi sadece içe dönük politik bir malzemedir. Bu ise Ordu Partisi’nin müttefikleri CHP ve MHP’ye destek vermesinden başka bir anlam taşımaz.
Türkiye’yi maceraya sürüklemek , barışın ye- rine savaşı geçirmek isteyenler ağır sorumluluk üstlenmektedir ve bir gün bunun bedelini ödemek zorunda kalırlar.
Yaklaşık 20 yıldır savaşılıyor. Sonuç, sınır ötesi operasyon. Onlarca defa “sınır ötesi operasyon” yapıldı. Sonuç hala “sınır ötesi operasyon”. Demek ki yanlış olan birşey var. Demek ki çözüm “sınır ötesi operasyon” değil, demek ki çözüm savaş tamtamları çalmak değil.
Bugün yapılması gereken savaş kışkırtıcılığı değil, barış ve siyasal çözümdür. Başka yol yok!

Düşmanıma saldıran dostum mudur?

“Madem ki bir olası darbe AKP’yi ezecektir ve madem ki AKP’yi kendi başımıza yenemiyoruz, öyleyse darbeye karşı tavırsız kalabiliriz” şeklinde özetlenebilecek bir tutum oldukça güçlü.
Bu, bütünüyle yanlış bir tutum. Bugüne kadar Türkiye’de ve dünyada gerçekleşmiş olan darbelerden hiçbir şey anlamamış olmaktır.
Son iki darbe, 12 Eylül ve 28 Şubat “şeriat tehlikesine karşı” yapılmıştır.
12 Eylül’de darbenin kime vurduğunu anlatmaya gerek yok. Bunu bu tartışmada yer alanherkes biliyor. Kimileri buna rağmen darbeden yana tutum alıyorlar. işte bu anlaşılır gibi değil.
Daha yakın bir darbe olan 28 Şubat ise bütünüyle “şeriat tehlikesine” karşı yapıldı. Sonuç işçi ve emekçi örgütlenmelerine saldırı oldu. Darbe solu, işçi ve emekçileri vıurdu.
Bugün de satır arasına sıkışmış gibi duran “Ne mutlu Türküm demeyen herkes düşmandır” ifadesi darbenin neyi hedeflediğini açıkça göstermektedir. Hrant’ın cenazesine katılan herkes, katılma olanağı bulamayan, ama Hrant’ın cenazesine katılanlarla aynı tutumu paylaşan herkes darbenin hedefidir. Çünkü düşman “hepimiz Ermeniyiz” diyenlerdir.
Hrant’ın cenazesi bir milattır diyoruz, çünkü o cenazeye katılanların gücü egemenlerin gözünü yıldırmıştır. Kafalarını kuma gömerek korkularını atmaya çalışıyorlar, ama bu nafile bir çaba.
Kazanacak olan Hrant’ın cenazesine katılan, savaş değil barış isteyenlerdir.

***

Darbeye karşı birleşme zamanı

Bugünlerde genelkurmay internet sitesi asparagas haber sitelerine dönüştü. Sitede hemen her konuda muhtıra yayınlanıyor. Son olarak Kürt illerinde çok sayıda askerin ölmeye başlaması üzerine, halkı kitlesel refleks göster- meye davet eden bir muhtıra yayınlandı.

Muhtıralar, darbeler
Muhtıralar, darbeler krizlerin ürünüdür. Peki egemen sınıf krizde mi? AKP ve TÜSİAD'ın uzun süredir uyum içinde olduğunu düşünürsek, egemen sınıfın krizde olduğunu söylemek mümkün değil.
Krizde olan devlet bürokrasisi. Ordu, Yargıtay, Danıştay, savcılar, hakimler, YÖK, CHP, DSP, ayrıcalıklı elitler, kısacası milyarlarca dolarlık bir sermaye havuzunun üzerinde oturan ve devlet geleneğini temsil eden bürokrasi. Devlet geleneği, cumhuriyet geleneği kemalizm ve milliyetçilikle özdeştir.
Bu ayrıcalıkları olan kesim, karar alma mekanizmalarında çöreklenmiş olan on binlerce insandan oluşuyor.
AKP'nin beş yıllık uygulamaları, bu kesimi önce germeye, sonra yavaş yavaş sinirlendirmeye başladı.

AKP'nin serbest piyasa demokrasisi
AKP hükümeti döneminde, Kürt hareketinin de uzun süreli ateşkesi uygulamasıyla birlikte göreceli bir demokratik gelişme yaşandı. Bu cumhuriyet sevdalılarını rahatsız etti.
Tayyip Erdoğan'ın "Kürt sorunu vardır ve devlet bu konuda bazı hatalar yapmıştır" sözleri iki yıl önce barış sürecinin hızlanacağını işaret etmişti. Cumhuriyet savunucuları, yani devlet savunucuları bu gelişmeden rahatsız oldu.
MGK genel sekreterinin asker değil sivil olmasını düzenleyen adım, AKP'nin atamalarda kendi kadrolarını devletin merkezi konumlarına yerleştirmesi ise geleneksel devlet bürokrasisinin daha da sertleşmesine neden oldu.
Kıbrıs sorununda geleneksel devlet tutumunun dışında AKP'nin Avrupa Birliği'nin taleplerine göre adım atması ve Kıbrıs'ta Denktaş'ın tasfiyesine neden olan gelişmeler bardağı taşıran damlalar arasındaydı.
Son olarak cumhurbaşkanının AKP'den Abdullah Gül olması ise ihtimali ise, geleneksel devlet bürokrasisinin dışından birisinin, başka bir geleneğin devletin tüm merkezi atamalarının da bürokrasinin elinden AKP'nin eline geçmesi demek olacaktı. Devlet bürokrasisini delirten gelişmelerden birisi de AKP'nin Abdullah Gül isminde ısrar etmesi oldu.

Hepimiz Hrantız!
Hrant Dink'in öldürülmesinden sonra bir hafta içinde yaşanan hızlı gelişmeler cumhuriyetin temellerinin ne kadar kof olduğunu gösterdi.
Yüzbinlerce insan, "Hepimiz Ermeniyiz!" sloganıyla yürüdü. Hrant'ın cenazesi, cumhuriyetin en temel ideolojisine, kemalizm ve milliyetçiliğe vurulan çok sert bir darbe oldu. Bugün yaşanan bir dizi gelişmeyi, cumhuriyet mitinglerini, muhtıraları Hrant'ın cenazesinde açığa çıkan ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi resmi tezlerini paramparça eden toplumsal öfkeye bir tepki olarak da görmemiz gerekiyor.

Darbeler kime karşı?
Genelkurmay'ın 27 Nisan darbesi iki düşmana karşı yapıldı. Birisi irtica, diğeri ise "Ne mutlu Türküm" demeyen tüm muhalefet. Birisi mecliste çoğunluğa sahip olan AKP, darbenin diğer muhatabı ise 23 Ocak'ta Hrant Dink cenazesinde "Hepimiz Ermeniyiz" sloganını atan yüzbinlerce insan.
27 Nisan darbesinin pervasızlığını etki- leyen önemli bir gelişme de 14 Nisan'da Ankara'da gerçekleşen cumhuriyet mitingi oldu. Cumhuriyet mitingleri, darbeye bir kitle tabanı oluşturdu. Genelkurmay internet sitesinin en çok izlenen sitelerden birisi olmasına neden olan ikinci muhtıra da gücünü bu kitle gösterilerinden almaya çalışıyor.
Bu mitingler, öncelikle abartılı bir biçimde yansıltıldı. Ama bu, mitinglerin küçük olduğu anlamına gelmez. Bunlar büyük mitinglerdi. Bu mitingler, demokrasi kullanılarak darbe çığırtkanlığı yapmanın zemini haline geldiler. Özellikle kürsüdeki faşizan konuşmalar ırkçılığı yaygınlaştırdı. CHP'nin miting- lere dahil olmasıyla, ırkçılık, daha önce esas olarak devletin bir tutumuyken, şimdi cumhuriyet mitingine katılanlar arasında da yaygınlaştı ve bu mitinglerin en olumsuz özelliği ırkçılığa bir kitle tabanı yaratmış olması. Bu miting- lere katılanlar arasında güçlü bir anti Amerikan duygu var. Ama bu duygunun milliyetçilikle doldurulmuş olduğuna ve ABD'nin Irak işgaline esas olarak Kuzey'de bir Kürt devletine izin vermesi nedeniyle itiraz eden, savaş kışkırtıcısı bir ABD aleyhtarlığı olduğuna da dikkat etmeliyiz.
Bu mitingler, özetle, "şeriata karşı, cumhuriyetin kazanımlarını korumak için gerekirse darbeyi de savunmaktan çekinmeyeceğini" söyleyenlerin mitingiydi.
Mitinge katılanların "yaşam tarzını savunuyoruz" yaygarasını kopartmaları da bir başka iki yüzlülüktü. Çünkü mitinge katılanlar kendi yaşam tarzlarını savunmuyor, başkalarının yaşam tarzlarına saldırıyordu. Ordunun gölgesinde başörütülü kadınlara da bir saldırıydı bu mitingler.

Kuzey Irak
8 Haziran muhtırası ise bir kaç hedefe sahip: Cumhuriyetçiler Kuzey Irak'a saldırmak istiyor, ama sorumluluğu AKP'ye yıkmak istiyorlar. Halkın sokağa çağırılması, "AKP bu işi yapamıyor, ama halk istiyor" duygusunun güçlendirilmesine yarayacak. Böylece bir taşla bir kuş sürüsünü avlamayı amaçlıyorlar. AKP'ye basınç yapmak, seçim öncesi cumhuriyetçileri sivriltmek, CHP' ve MHP’yi öne çıkartmak, '"teröre" karşı her işi de ordu düşünüyor” fikrini yaygınlaştırmak, seçimlerin daha da gerginleşmesine neden olmak, seçim konuşmalalarında Kürt bağımsız adayların köşeye sıkıştırmak, Kerkük referandumundan önce güç gösterisinde bulunmak ve en önemlisi de AKP'nin gözünü karartarak Kuzey Irak'a operasyon yapılmasını sağlamak.
Karşımızda Kürtleri, Emenileri, yoksulları ve müslümanları hedef tahtasına oturtan ve sık sık anayasal suç işleyen bir e-muhtıra "yazarı" var. Bu "yazar"ın hedef tahtasındaki güçler bir araya gelebilirse, darbecileri yargılamanın da ilk adımı atılmış olur.
Şenol Karakaş