Sosyalist İşçi 290 (14 Temmuz 2007)

 

Sayfa 4-5: Orta Sayfa


Antikapitalist,
genç bir hareket
27 Nisan gecesi yayınlanan e-muhtıra henüz geri çekilmedi. Yani darbe süre-cinde seçimlere giriyoruz. E-muhtıranın son bölümü-ne eklenmiş bir cümle vardı: "Ne mutlu Türk'üm diyene! anlayışına karşı çıkan herkes TC'nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır." Bu ırkçı söylem Hrant'ın cenazesindeki muazzam kalabalığa ve onların tek bir ağızdan haykırdığı "Hepimiz Ermeniyiz" sloganına gönderme yapıyor. O yürüyüş bir milattır, devletin resmi ideolojisinde genişlemiş bir çatlaktır.
Genelkurmayı endişelendiren bir şey de cena-zeye katılan insan profili oldu. Çünkü orada yürü-yen insanlar ırkçılık, milliyetçilik, darbe ve militarizm karşıtı; neoliberal po-litikalara, cinsiyetçilere yan gözle bakan; başka bir enerjiyi savunan düşünce-lere sahip.
Bu kitle "Yeni sol"u tanımlıyor
Yaklaşan seçimlerde oyu-nu kullanacak genç seçmen bu düşünce çerçevesinde oyunu atacak. Bu seçmen kitlesi ilçesinde sağlık oca-ğını kapattırmamak için, üniversitesindeki medikosuna sahip çıkmak için, G8'lere dur demek için, eşcinsellerin onur yürüyü-şünde onlara destek olmak için ve Filistin'in, Irak'ın işgal edilmesine karşı sokağa çıkan; "Başka bir enerji mümkün, Türkiye Kyoto'yu imzala!" diyen bir kitle. Aileden gelen CHP'li de değil. Düzen partilerinin hiç birisi bu kitleyi heyecanlandırmıyor. Çünkü bu insanlar değişimi istiyor.
Yaş ortalaması düşük ve çoğunluğu kadınlardan oluşan bu kitle sokakta, aktivizmin içinde kam-panya yapıyor. Onları küresel ısınma eylemlerinde, savaş karşıtı mitinglerde, Baskın Oran ya da Ufuk Uras için kampanya yaparken veya Barışa-
rock'ta görmek mümkün.
Barışarock gibi
22-24 Haziran tarihleri arasında İzmir'de bir rock festivali vardı: Rock-A. Antikapitalist bir festival, Barışarock gibi. Bu iki festivale baktıığımızda, iki-sinin de başka bir dünyayı savunduğu sonucuna ulaşıyoruz.
Bu iki kardeş festivali antikapitalist hareketin birer parçası olarak gör-meli ve büyütmek için çalışmalıyız.
Sen de katıl!
Açılacak her stant, dağı-tılacak her bildiri, düzenlenecek her forum 100 bin.
Tuna Öztürk



Her şeyiyle yeni bir sol lazım

Gencim ve üzerinde yaşadığım dünyaya karşı kayıtsız değilim. Milli-yetçiliği, ırkçılığı, her türlü ayrımcılığı meydana getirenin bu sistem olduğunu düşünüyorum. Her geçen saniye yoksullardan, çocuklardan dökülen kanın G8'lerin kâr haznesine yazılmasına karşıyım. Kyoto'yu imzalamayıp bir de üzerine nükleer santral kurmak isteyenlerden hiç haz etmiyorum. Nerede yaşı-yorsa yaşasın, hangi konuda olursa olsun ezilenlerden yanayım. Kendimi tüm dünyadan milyonlarca gençle aynı mücadelenin parçası olarak görüyorum.
Kafamı 'sol'a çevir-diğimde karşıma çıkan yayınlara bir göz attığımda birçoğu ÖSS, okul gibi konulara değinerek 'gençlerin sorunları'na duyarlı hale geldiğini sanıyor. Gençleri, fikirlerinin sorulmadığı, özgün olmalarına fırsat veril-mediği saflara davet edi-yor. Sonra otuz yıl evvelden kalan moloz-ların arasında sayfalar süren devrimci anmaları, saygı duruşları, umutsuzluk, eskimişlik gezintisine çıkartıyor.
'Sol' böyle yaparak arkasına büyük bir gençlik kitlesi mi katıyor? Bürokratik, stalinist yapısından sıyrılamayan 'sol' gençliği mi temsil ediyor? Dörtlü kortej, kızıl bayraklı 'sol' gençlerin önderliğinde mi? -Hayır! Fikirleri ve temsil ettikleri ne kadar eski ise temsil edenleri de o kadar 'eski'. Zamanla, başka bir 'ülke' için mücadele vermeye başlamalarına ve milli-yetçiliğe kadar savrulmalarına şaşırmamak gerekir.
Yanlış bir politik hat izlediğini kabullenemeyen solun kulakları dünyaya kapalı.
Hiçbiri dünyada varolan, canlı; gençlerin, kadınların ön safları tuttuğu, yeni bir hareketi görmek istemiyor. Halbuki gençler sorunlarına karşı sokakta. Düdükleriyle, yüzleri bo-yalı halde medikolarını vermemek için, küresel ısınmaya karşı mücadele veriyor. Kimileri ise hâlâ yıkıntıların arasında dolaşıyor.
Meltem Oral


Öğrenciler küçük burjuva mı?

Bu soruya yanıt vermek için ilk önce "öğrenciler bir sınıf mıdır?" sorusuna yanıt vermek gerekir. Öğrencilerin ellerinde herhangi bir üretim aracı yoktur, üretim sürecinde ögrenci olarak yer almaz-lar.
Bu nedenle öğrenciler bir sınıf değildir. Bunun yanında bugün devlet üniversitelerindeki öğrencilerin büyük bir bölümü işçi sınıfından ve yoksullardan gelmektedir ve bir çoğu eğitiminin yanında çalışmak zorundadır. Orta ve üst sınıf ailelerden gelen öğrenciler de mevcut olsa da bunlar bir çoğunluk oluştur-mazlar. Neo-liberal politikaların öğrenciler üzerinde yarattığı etki ise yıkıcı olmaktadır.
Neo-liberal politikaların temel hedefi, her alanı piyasanın hakimiyetine bırakmak, özelleştirmektir. Piyasanın hakimiyeti altına alınması hedeflenen temel alanlar ise eğitim ve sağlıktır.
Bu zaten zor koşullarda okula giden bir çok öğrenci için tam bir yıkım anlamına gelmektedir. İşçileri sendikasızlaşmaya zorlayan, sömürüyü artırmak için elinden geleni ardına koymayan kapitalizm, öğrencilerin de en kısıtlı haklarını dahi ellerinden almak için çabalamaktadır. Öğrencilerin medikolarını ellerinden alacak olan genel sağlık sigortası yasasının işçilerin de sağlık haklarını ellerinden almayı öngörmesi gibi. Bunun yanından eğitimdeki piyasalaşma da okulların kapılarını yoksullara kapatacaktır. Bu açıdan, öğrencilerin büyük bir çoğunluğu ile işçi sınıfının çıkarları ortaklaşmaktadır.
Öğrenciler, genç ve dinamik bir kesimdir. Hakları için mücadele etmeye başladıklarında balatıcı bir güç işlevi olabilirler. Tarihte bir çok kez öğrenci hareketleri ile başlayan süreçler, kitlesel işçi sınıfı hareketleriyle birleşmeyi başarabilmiştir. Bunun son örneğini geçtiğimiz yıl Fransa'da, öğrencilerin ve işçilerin, yeni iş yasasını püskürtmelerinde gördük. Öğrenci hareketleri büyük kitleleri sokağa çıkartabilir ve kazanabilir.


Apolitik olan kim?

Daha yaşlı solcularımız kadar genç solcularımızın da büyük bir bölümü, solu-duğu yenilgi psikolojisini temellendirmek için aynı laf öbeğine başvururlar: "80 sonrası apolitik gençlik".
Şöyle kısaca 'apolitik' gençlerin neler yaptığını ha-tırlayalım: Seattle, Prag, Ce-nova'da neo-liberalizme karşı devasa kampanyalar örgütleyip sokağa çıktılar, bunu yaparken zenginleri, toplantılarını dağ başına taşımaya zorlayacak kadar korkuttular.
15 Şubat 2003'te ABD'nin Irak'a saldırmasını engellemek üzere dünya tarihinin en büyük eylemini örgüt- lediler, 1 Mart 2003'te Türkiye'nin, ABD'nin Irak saldırısı için kuzey cephesini açmasını engelleyerek, Irak'ta direnişin başlamasını sağladılar. Fransa, Yunanistan ve Şili'de neo-liberal yasalara karşı direnişe geçtiler ve yasaların geri çekilmesini ya da ertelenmesini sağla-dılar. Şili'de lise ve üniversite öğrencileri hükümetle görüşmeler yapacabilecek, kararlara müdahele edebilecek duruma geldi.
Kapitalizmin yarattığı en büyük tahribat olan küresel ısınmayı dünya çapında gündeme getirdiler ve küresel eylemler örgütlediler. Latin Amerika'da ard arda solu iktidara getirdiler ve darbelere karşı savundular, bir çok Avrupa ülkesinde hareketin içinden doğan yeni sol alternatifler yarattı- lar. Hrant Dink'in cenazesinde ezici bir çoğunluk gençti. Savaş karşıtı eylemlerde de öyle. Kapitalizmin sayısız tahri- batına, neoliberalizme, homofobiye, ırkçılığa karşı kampanyalar örgütlediler ve örgütlemeye devam ediyorlar.
Belli ki, yenilgi havası içindeki solcu arkadaşlarımız dünyayı değiştirmek üzere harekete geçmiş bu kuşağı yeterince politik, yeterince solcu, yeterince devrimci bulmuyorlar.
Bu, kendilerini kitlelerin yanında değil de önünde gören bir elitizmden kaynaklanıyor. Onun için yenilgi soluyorlar. Çünkü gerçekten eskimiş, çürümüş ve kendi örgütü dışında anlatacak hiç bir şeyi olmayan sol yeniliyor; gençlerin, kadınların, ezilenlerin ve yoksulların sesi olan yeni sol ise sokakta büyümeye devam ediyor. Peki apolitik olan kim?
Irmak Özinanır


Irak, Afganistan, İran ve emperyalizm

Afganistan ve Irak’da işgal sürüyor. Her iki ülkede de işgalciler çok zor durumdalar. Ne çekildikleri takdirde yerlerine kendilerinden yana tutum alabilecek alternatifler yaratabildiler ne de baştan iddia ettikleri hedeflere bir milim yaklaşabildiler.
Afganistan’da ABD ve İngiltere’nin imdadına NATO yetişti. İçinde Türk askerlerin de bulunduğu NATO ordusu ABD ordusunun yanı sıra Afgan halkına karşı savaşıyor. Kabil’deki iktidarın ise ülke çapında hiçbir gücü yok. Emperyalistler çekildiği an yıkılıp gidecek.
Irak’da da durum aynı. İşbirlikçi bir rejimkurulamadı. Bütün Irak işgalcilerin çekilipgitmesiniistiyor ama buna rağmen 150 bin işgalci asker Iark’da. Yakın zamanda çekilecekleri de yok.
Irak ve Afganistan savaşları sadece bu ülkelerdeki hedefler için yapılmadı. Afganistan’daki ve Irak’taki hedeflerin imhasının yanı sıra ABD bu ülkeleri işgal ederek emperyalist sistem içindeki hegemonyasını güçlendirmek istiyordu.
Baştan bunu becerdi. Birinci Körfez Savaşı’nda ABD çok geniş bir ittifak kurmuşken bu kez buna gerek duymadı. Yanına sadece İngilizleri alarak savaşa girişti. Çünkü asıl amaç Irak’ın yanı sıra d,ğer emperyalistlere göz dağı vermekti.
Diğer yandan da petrole hakim olmak bu iki savaşın başlıca amaçlarındandı. Bu gerçekleşti. ABD ve İngiltere şimdi Irak petrolüne hakim. Dolayısıyla Ortadoğu petrolüne bağımlı diğer büyük güçler üzerinde gücü arttı.
ABD savaş öncesinde başlattığı atakla özellikle Çin’in çevresinde geniş bir askeri üsler zinciri kurdu. Ne var ki Irak’taki başarısızlık petrol üstünlüğünü sarsmanın yanı sıra bu ülkelerin bir kısmında bu üslere karşı bir tutumun da gelişmesine yol açtı.
Dünya egemenliği için adım atan ABD evde de zor durumda. Bush’un desteği bütün zamanların en düşük düzeyinde. Geçen aylarda yapılan seçimlerde Bush’un partisi Cumhuriyetçilerin ülke çapında çok kötü duruma düşmeleri, uzun bir süreden sonra ilk kez parlamenter üstünlüğü yitirmeleri de Irak yenilgisinin sonuçlarından birisi.
Ne var ki Bush’un Cumhuriyetçileri yenilse ve yerlerine daha “ilerici” görünen Demokratlar gelse de savaş politikalarında bir değişiklik olmayacak. Cumhuriyetçiler gibi Demokratlar da hegemnonya ataklarına devam edecekler. Fark müttefiklerlebirlikte mi yoksa müttefiklere rağmen mi hegemonya savaşı sürdürülecek.
Soruna bu şekilde bakıldığında ABD’nin İran’a dönük tehditlerinin bitmediğini tesbit etmek gerekir. Bir süredir ABD-İran sürtüşmesidurulmuş gibi görünmekte ama durum hiç de öyle değil, tam tersine ipler daha da gerilmekte.
Irak’ta yenilen ABD için Irak’tan öekilebilmek için bir kazanım gerekli. Aksi takidşrde Irak’ı başı önde, yenilmiş bir askeri güç olarak terk etmek zorunda ve böyle bir sonuç ABD’nin en son istediği şeydir.
İran ABD’ye yeni bir saldırı, yeni bir savaş olanağı sunmaktadır. İran’a havadan yapılacak ve İran’ı çok büyük ölçüde tahrip edecek bir savaş Irak yenilgisini bir ölçüde azaltabilir. ABD yönetimi ayrıca bir ağır hava saldırısından sonra İran’da muhalefetin ayaklanacağını da beklemekte.
Ne var ki bunlar yanlış beklentiler. Bir İran saldırısı ABD için yenibir yenilgi jaline gelebilir. İran’a saldırı hem ABD’de hem de bütün dünyada büyük, çok büyük bir muhalefetle karşılaşacaktır. savaş karşıtı hareket ayağa kalkacaktır. ABD ve müttefikleri için böylesi bir hareket karşı konulması zor olan bir güçtür.
İşte bu nedenle savaş karşıtı hareketi yaşatmak, güçlendirmek gerekiyor. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu’nun büyük önemi b urada yatıyor. BAK aralıksız olarak savaşa, işgale karşı duruyor ve direniyor.
F. ALOĞLU



GÖRÜŞ
Titrerim mücrim gibi...
"... baktıkça istikbalime". Bu şarkıyı geçen hafta radyoda duyduğum gün, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir mahkemesinde Türkiye Barolarına kayıtlı bir avukat, kocası sokakta katledilmiş bir Türkiye vatandaşına ve ailesine ve onları destekleyen vatandaşlara "Hepiniz Ermenisiniz, Ermeni pasaportunuz var, Ermenistan'a gidin" diye bağırdı.

Ve bu avukatın başına hiçbir şey gelmedi. Bazı çevrelerde kahraman ilan edilmiştir kuşkusuz.

Aynı mahkemede cinayet suçuyla yargılanan kişinin bir karakolda, polislerle beraber ve kahraman edasıyla, bir Atatürk resminin önünde resmi çekilmişti. Pozu hazırlayan ve resmi çeken polisler bir başka mahkemede yargılandı ve suçsuz bulundu. Suçsuz ne kelime, görevlerini başarıyla yerine getirdikleri için özellikle övgüye değer bulundular.

Ve söz konusu cinayet ile daha bir dizi benzer karanlık işin içinde, bazen arka bazen ön planında adı geçen, parmağı görülen, ismi bazen V.K. bazen de Veli Küçük olarak verilen emekli general elini kolunu sallaya sallaya "derin" planlarını yapmaya devam ediyor.

Ve bugün internet'te gördüğüme göre, Erzurum'da CHP "Devleti böldürmeyeceğiz!.. Erzurum'un Ermenistan'a verileceğini biliyor musunuz?.." yazılı afişler asmış. Hakiki mi, photoshop numarası mı, bilmem. Ama önemli olan, inandırıcı olması. CHP'nin böyle afişler asmış olabileceğine inanıyorum.

Avukatın sözleri, Küçük Veli Efendi'nin planları ve Erzurum CHP afişi karşısında, İstanbul'un Pangaltı mahallesinde oturan ve çocukları işe gittiğinde torunlarına bakan Ermeni bir nine veya bütün gece dolma sardıktan sonra küçük camlı bir tablada bu dolmaları satarak yaşamını sürdürmeye çalışan Ermeni bir amca ne düşünür, ne hisseder? Yeni doğmuş bir bebek kadar masum da olsa, mücrim gibi titremez mi? İstikbaline baktığında, bu memlekette herhangi bir vatandaş gibi güven içinde, saldırıya uğramadan, hakaret duymadan yaşayıp gideceğine ikna olabilir mi?

CHP yönetimi tüm seçim stratejisini "saldırıya karşı direnmek" teması üzerine kurdu: Vatanı bölmek istiyorlar, böldürmeyeceğiz; Erzurum'u Ermenilere verecekler, verdirmeyeceğiz; hepimize türban taktırmak istiyorlar, taktırtmayacağız; misyoner faaliyetleri var, yaptırtmayacağız; vatanı parsellediler satıyorlar, sattırtmayacağız.

Dış düşmanları bir kenara bırakalım; CHP yönetiminin işaret ettiği asıl düşmanlar içerde. Vatanı bölmek isteyen, Kürtler. Düşman ülke Ermenistan'ın içerdeki beşinci kolu, Ermeniler. Türban taktırtmak isteyen, türbanlı kadınlar. Cumhuriyet'e tehlike oluşturanlar, "Ne mutlu Türküm diyene" demeyenler.

Memlekette saldırı, tehdit, korku ve şanlı direniş havasını yaratan başlıca kurum CHP. Küçük'ler, Ermeni ve Protestan katilleri, silahlı ve bombalı Kuvayı Milliyeciler, darbe planlayan emekli ve emeksiz subaylar hep CHP'nin yarattığı bu havadan besleniyor, dal budak salıyor.

Peki, bu havada bir Ermeni ne yapar? Ne yapabilir?

Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime
Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime
Titrerim mücrim gibi, baktıkça istikbalime

Şarkının beste ve güftesi, Üsküdarlı Kemençeci Onnik Efendi'nin oğlu Kemanî Sarkis Efendi'ye ait. Sarkis Efendi yaşamının sonlarına doğru ailesi ile birlikte Paris'e göç ettikten sonra 1944'te vefat etmiş. Hrant gitmeyi reddetmişti; Sarkis Efendi iyi ki gitmiş.

Roni Margulies