Sosyalist İşçi 294 (18 Ağustos 2007)

 

Sayfa 3 :


BAŞYAZI
Cumhurbaşkanlığı
Uzlaşma nedir?
Cumhurbaşkanlığı seçimleri Genelkurmay Başkanlığı, hala cumhurbaşkanlığına devam eden ve yerini hiç bir biçimde bir başkasına devretmeye niyeti olmayan Ahmet Necdet Sezer, YÖK ve YÖK’ün seçtirdiği rektörler, Atatürkçü Düşünce Derneği, Cumhuriyet gazetesi, CHP ve MHP tarafından bir krize dönüştürülmüştü. Ard arda tehdit konuşmaları yapıldı. Genelkurmay 27 Nisan geceyarısı bir muhtıra yayınladı.
Temel argüman AKP’nin parlamentoda haksız bir biçimde büyük bir çoğunluğa sahip olmasıydı ve bu nedenle diğer güçlerle uzlaşmak zorunda olduğuydu.
Bu sürecin sonunda seçimlere gidildi ve AKP oyların yaklaşık yarısını aldı. Yani Türkiye’de yaşayan her iki kişiden birisi AKP’ye destek verdi. Yani kriz yaratmaya çalışanların temel argümanı çöktü. AKP bu kez parlamentoya yeterli temsil yeteneği ile gelmişti.
Ne var ki yurtsever, milliyetçi, vatansever cephe gene “uzlaşma” istiyor. AKP’nin çoğunluğunu tanımamaya çalışıyor. Gene tehditler başladı.
Yurtsever, milliyetçi, vatansever cephe aslında uzlaşma değil itaat istiyor. Kendisine yani devletin gerçek sahiplerine itaat istiyor. Çoğunluğun azınlığa, yani kendilerine itaat etmesini, çizmeyi aşmamasını istiyor. AKP hükümet kurabilir, AKPliler başbakan ve dışişleri bakanı olabilirler, ama o kadar. Bunlarla sadece kendilerini devletin gerçek sahibi olarak görenlere hizmet ederler ve devletin gerçek sahipleri istedikleri vakit darbe yapar ve onları devirir. Halkın oyu kendilerini devletin gerçek sahibi olarak görenler için önemsiz ve anlamsızdır.
Bugün de AKP’nin adayına geçit vermeyeceklerini ilan ediyorlar. Oyların yarısını hiç düşünmüyorlar. AKP saflarında buldukları eski bir faşisti sadece ‘bu bakanın eşi türban takmıyor’ diye destekleyeceklerini ilan ediyorlar.
AKP 27 Nisan’da verdiği cevabı bugün yeniledi. Abdullah Gül gene AKP’nin cumhurbaşkanı adayı. Bakalım AKP’den başka aday çıkacak mı? Göreceğiz.
AKP Türk sermaye sınıfının partisi. Yeni liberal politikaların uygulayıcısı. Önemi burada. Bu nitelikleri ile aslında uzlaşmaya, krizleri yatıştırmaya aday bir örgüt. Ama buna rağmen Gül’ün gene de aday olması bu partinin doğal refleksinden çok Türkiye nüfusunun çoğunluğunun Gül’ü istemesinden kaynaklanıyor.
Şimdi AKP kartını oynadı. Sırada CHP ve MHP değil, Genelkurmay var.


Su sorunu
Türkiye Kyoto’yu imzalamalı
Ankara susuzluktan kırılıyor. Küresel ısınmaya karşı çıkanlar bu tehlikeye yıllardır işaret edenler susuzluğun gelmekte olduğunu sürekli olarak vurguladılar.
Şimdi Ankara Belediye Başkanı Melih Gökçek sorunu küresel ısınma gibi göstermeye çalışıyor. Sorun elbette küresel ısınma. Ama belediye bu sorunu görerek zamanında gerekli tedbirleri almalıydı. Oysa tam tersi oldu. Melih Gökçek nasıl daha fazla talan ederim diye düşünmekten tedbir almayı düşünemedi.
Şimdi Ankara’nın kimi semtleri 10 gündür susuz. Sorun yarın öbür gün çözülmeyecek. Sıkıntı daha uzun süre derinleşerek devam edecek. Belediye gerekli tedbirleri almalı. Melih Gökçek Ankara’yı bir an önce terk etmeli.
Ancak asıl sorunu çözmek için de adım atılmalı. Türkiye Kyoto anlaşmasını imzalamalı ve karbondioksit salınımını sınırlamalı.
Bu talebi güçlü bir biçimde dile getirmek için 8 Aralık’ta Ankara’dayız.


Örgüt, solcular,
dinazorlar ve hareket
2002 yılında 1 Aralık göste-risinin hazırlıkları sürüyordu. Bütün sol o süreçte seçimlere kitlenmişti. Büyük beklentiler vardı. DSİP ise aynı süreçte savaşa karşı kampanya örgütlüyordu. DSİP üyelerinin kurduğu Savaşa Hayır Platformu, 167 örgütü biraraya getirerek, 1 Aralık’ta ki ilk savaş karşıtı gösterinin çağrısını yapmıştı.
O günlerde televizyonda yapılan bir açıkoturuma katılan DSİP üyeleri 1 Aralık gösterisinin çok meşru olduğunu isteyen herkesin gösteriye katılabileceğini anlatıyordu. Aynı açık oturuma gelen Türkiye’nin mağrur sol örgütlerinden birisinin en önde gelen yöneticilerinden birisi ise savaş karşıtı gösteriye örgütlü olanların gelmesi gerektiğini savunu- yordu ve DSİP’lileri örgüt- süzlüğü savunmakla suçlu-yordu.
Aynı örgütün gençleri 1 Aralık’tan 6-7 gün önce İstiklal Caddesi’nde “örgütlü” bir yürüyüş düzenlemiş, Taksim’e çıkmak istemiş ve polis tarafından dağıtılmıştı. Yürüyüşe 40 kişi katılmıştı. 40 kişi ama “örgütlü” 40 kişi. Televizyonlar ise bu 40 kişinin nasıl dağıtıldığını uzun uzun göstermişler ve adeta ‘1 Aralık’a katılmayın’ demişlerdi.
Savaş karşıtı hareket daha sonra kendisine yeni formlar buldu. Savaşa Hayır Platformu, 1 Aralık gösterisini düzenleyen 167 örgütle birlikte Irak’ta Savaşa Hayır Platformu oldu. Ancak bu Platform’da da sürekli aynı sorunlar yaşandı.
Solcular için önemli olan savaşı durdurmak değil, kendi örgütlerinin bu vesile ile propagandasını yapmaktı. Örgütlerinin bayraklarını göstermekti. Küçük, ama gerçekten çok küçük güçleri ile hepsi bunu yaptı. Öne çı- kabilmek için birbirleriyle kavga ettiler.
Savaşa Hayır Platformu yukarıda bahsettiğim örgütün kortejlerinin defalarca “faşizme karşı omuz omuza” sloganıyla saldırısına maruz kaldı.
Sonunda savaş karşıtı hareket için çok keskin bir biçimde bölündü. Küresel Barış ve Adalet Koalisyonu kuruldu.
DSİP üyeleri bu koalisyonda yer aldı ve solcuların kızgın bakışları altında BAK kortejleri yeni bir anlayışı, yeni bir hareketi inşa etmeye başladı.
Bireyler BAK kortejlerine katılmaktan çekinmiyorlardı. Çekinmiyorlardı, çünkü bir yandan BAK kortejleri bütün yapıları ile buna açıktı, diğer yandan da bireylere güven veriyordu.
Eski sol tarafından BAK sürekli olarak eleştirildi. Bütün bu eleştirileri kısaca “light” olmakla özetleyebiliriz.
Light olmak, sıraya girmeden yürümekten, başta onbaşılar olmadan yürümekten, renkli ve yeni sloganlar atmaktan, genç, çok genç ve ağırlıklı olarak kadın olmaktan kaynaklanıyordu.
BAK kortejleri bir yürüyüşün başında kaç kişiyse bittiğinde bunun iki katına çıkmaktaydı. Çünkü yol boyu gösteriye gelen yüzlerce, binlerce savaş karşıtı için yürünebilecek tek kortej oluyordu.
BAK’ın ardından Küresel Eylem Grubu da aynı tarzı tutturdu. Sağlık yasasına karşı, üniversite öğrencilerinin medikoları için, eşcinsel ve transseksüellerin hakları için, öğrencilerin ulaşım hakkı için, nükleer santralların durdurdurulması için, küresel ısınmaya karşı kampanyalar düzenleyen KEG bütün bu kampanyaların gösterilerine büyük katılımlar sağladı.
İlk küresel ısınma gösterisine bin kişi katıldı. 3. gösteriye 15 bin kişi katıldı. Bunun 10 bini KEG dövizleri taşıyarak yürüdü. Şimdi KEG daha büyük bir gösteri düzenlemeye çalışıyor.
KEG, BAK gibi sadece protesto için değil, sadece kendisini göstermek için değil, kazanmak, değiştirmek için sokağa çıkıyor. Bir eylemini diğerine bağlıyor, farklı mücadeleleri birleştiriyor.
KEG şimdi de Ankara’da su için kampanya yapıyor.
BAK ve KEG aktivistleri, 22 Temmuz seçimlerinde Baskın Oran ve kısmen de Ufuk Uras kampanyasına her zamanki tutumları ile katıldılar.
Baskın Oran kampanyasında BAK ve KEG aktivistlerinin ne denli merkezi bir rol oynadığını söylemek gerekmez.
Ufuk Uras kampanyasında ise kampanyanın bütününde olmasa da BAK ve KEG aktivistleri kısmen önemli bir rol oynadılar. 1,5 ayda 300 bin bildiri dağıttılar.
Ama şimdi Ufuk Uras ve daha çok da Baskın Oran kampanyası solun eleştiri yağmuru altında. Eskimiş sol bu seçim kampanyalarını örgütsüz solcuların yaptığını asıl önemli olanın örgütlü olmak olduğunu anlatıp duruyor.
Oysa, bu örgütlü denen solun seçimlerde varlığı hemen hemen yoktu. Sadece bir küçük kitle partisi olan ÖDP’nin Ufuk Uras kampan- yasında varlığını silik olarak görmek mümkündü.
Baskın Oran kampanyasında ise örgütlü sol ortada hiç yoktu.
Örgütlü solun kimi adaylarının aldığı oy ise bu örgütlerin gücünü açıkça gösteri- yor.
Fakat burada asıl önemli olan solun var olup olmaması değil. Önemli olan solun örgüt kavramını nasıl sadece kendisi ile fetişleştirmiş olması.
Sol, BAK ya da KEG’i örgüt olarak görmüyor. BarışaRock’ı düzenleyen bir örgütlenmenin farkına varamıyor.
Baskın Oran kampanyasında ilçe ilçe kurulan örgütlenmeyi örgütlenme olarak kabul etmiyor. Bu örgütlenmelerin devam etme kararını anlayamıyor.
Eskimiş sol sadece parti bayraklarını yukarı, daha daha yukarı kaldıran, 1960’lardan veya 70’lerden kalan sloganları huşu ile atan, 3 ya da 5’erli sıralar halinde yürümeyi erdem olarak gören, mutlaka bir merkez komitesine ve yasal bir örgütlenme ise parti meclisine sahip örgütlenmeleri örgüt olarak görür.
Oysa, eskimiş sol ne derse desin, yeni bir hareket inadına yükseliyor, gelişiyor. Giderek hakim hale geliyor. Sol ne derse desin bu yeni hareket kendi yolundan yürüyor ve kendisine yeni bir politik oluşum kuruyor.
Biz, DSİP’de örgütlü olan sosyalistler yeni hareketten yanayız. Onunla birlikte yürümekte kararlıyız.
Doğan TARKAN