Sosyalist İşçi 317 (21 Mart 2008)

 

Sayfa 6-7 : Orta Sayfa


AKP’nin kapatIlmasIna karşIyIz!
Gerçek muhalefetin önü kesiliyor
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya, DTP'den sonra AKP hakkında da kapatma davası açtı. Savcıya göre AKP 'laiklik karşıtlığının' odağı olmuş ve kapatılmalı. Savcı cumhurbaşkanı, başbakan ve AKP milletvekillerine siyaset yasağı getirilmesini istiyor. Toplumsal muhalefetin önünün kesilmesini sağla- yacak ve AKP'yi daha da güçlendirecek bundan daha iyi bir adım olamazdı. Seçmenlerin yüzde 56'sının oyunu almış iki parti kapatılıyorsa 'bari meclisi kapatın' yorumuna katılmamak imkansız.
Zayıf bir iddianame
AKP hakkında hazırlanan 162 sayfalık iddianamede AKP yöneticilerinin ve milletvekillerinin konuşmalarına, basın açıklamalarına yer veriliyor. Bunlar sır değil. AKP'nin asıl amacının İslam cumhuriyeti olduğunu kanıtlamak için yıllardır hakim medya tarafından öne çıkarılan sözler.
Savcı AKP'nin laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğunu söylüyor. Anayasa karşıtı fikirlerin odağı olmak, yani birden fazla kez aynı görüşleri dile getirmek kapatma gerekçesi. Ancak iddianameye bakılırsa savcının barutu tek atımlık. Böylesine ciddi bir iddiayı destekleyecek deliller iddianamede yok. AKP'liler tarafından bildik muhafazakar çıkışlarının yanı sıra başbakanın etnik azınlıklar, hak ve özgürlükler konusunda söyledikleri alt alta sıralanmış. Savcı sanki daha baştan AKP'yi kapatmaya karar vermiş, sonra gerekçelerini oluşturmuş. Kapatma gerekçelerinden biri, Danıştay saldırısını gerçekleştiren Ergenekoncu Aslan Alpaslan'ın ‘şeriat’ yanlısı sözleri.
Kapatmak hiç işe yaramadı
AKP'nin kapatılması için Anayasa Mahkemesi üyelerinden yedisinin kapatma yönünde oy kullanması gerekiyor. Anayasa Mahkemesi üyelerinin çoğu ordu tarafından desteklenen eski cumhurbaşkanı Sezer tarafından seçilmişti. En yüksek mahkeme 16 Mart sabahı AKP'nin kapatılması sürecini resmen başlattı.
Geçen hafta Danıştay Başkanı'nın, 27 Mayıs darbesini öven ve AKP'ye gözdağı veren açıklamalarının ardından kapatma davası geldi. Yargıtay ve Danıştay'la AKP arasındaki kavga zaten doruğa çıkmıştı. Ancak mesele hukuki bir sorun ya da adaletle ilgili değil, tamamıyla politik. Yüksek yargı kurumlarının gene- rallerle birlikte geleneksel baskı rejimini sürdürmekten yana olduğu zaten biliniyor. Parti kapatmak 84 yıllık rejimin en temel araçlarından biri. Kendilerini memleketin sahibi olarak görenler çıkarlarına aykırı her siyasi oluşumu kapatmaktan, yönetici ve üyelerini cezalandırmaktan hiç çekinmediler. Ancak parti kapatmalar hiçbir işe yaramadı.
Her seferinde güçlendiler
AKP kapatma davasına karşı hemen mücadeleye başladı. İddianamede hakkında 5 yıl ceza istenen eski meclis başkanı Bülent Arınç AKPlilerin ruh halini şu sözlerle özetliyordu: "Bizi yüzde 70'le iktidar yapmak istiyorlar."
AKP, yine kapatılan Fazilet Partisi'nden ayrılanlar tarafından kurulmuştu. Fazilet Partisi, 28 Şubat 1997'de gerçekleşen askeri muhtıra tarafından devrilmiş ve kapatılmış olan Refah Partisi'nin yerine kurulmuştu. DTP gibi AKP'lilerin geldiği gelenek de bir partiler mezarlığı. Başbakan tüm siyasi deneyiminin gösterdiği gibi parti kapatmanın kendilerini engelleyemeyeceğini biliyor. Kapatmakla AKP engellenemez.
Geçen yıl boyunca AKP'nin cumhurbaşkanını seçtirmemesi için aynı ke- simler tarafından yürütülen darbe kam-panyası başarısız olmuştu. AKP, iktidarının ikinci döneminde oylarını yüzde 47'ye çıkarmış, Abdullah Gül cumhurbaşkanı olmuş, darbeci güçler bölünmüş ve gerilemişti.
Gerçek muhalefetin önü kesiliyor
AKP'nin kapatılmasından zarar görecek olanlar ise toplumun büyük çoğunluğu, emekçiler sınıflar.
AKP'ye şeriatçı gömleğini giydirmek isteyenler onu daha da güçlendirecek. Daha güçlü bir AKP yeni liberal programı daha şiddetle uygulayacak. TÜSİAD'ın AKP'nin ka- patılmasına karşı çıkışı patronların şeriat masallarından çok paraya baktıklarını göstermekte.
AKP ve DTP'nin kapatılması demokrasiye büyük bir darbe olacak. 12 Eylül darbesinin yasaları işle- meye devam edecek. Toplumun geniş kesimleri tarafından paylaşılan demokratikleşme talepleri rafa kaldırılacak. 16 buçukmilyon kişinin oyunu alan AKP kapatılıyorsa Kürtlerin, Alevilerin, azınlıkların, sendikaların, insan hakları örgütlerinin haklarını kazanması bir hayale dönüşecektir.
DTP’yle görüşmeye yanaşmayan AKP’nin başına aynı şey geldi. AKP Kürt sorununda siyasi çözümü en azından telafuz ediyor. Kapatılması Kürt sorununda barışçıl çözüm olanakları erteleyecektir.
AKP'ye geleneksel devlet güçlerinin saldırı aşağıdan muhalefetin önünü kesecektir.
Tam da sokaklar AKP'nin gerçek yönü olan yeni li- beralizme karşı işçiler tarafından doldurulurken, yukardan inen sopa gerçek muhalefetin önünü kesecektir.
Sosyalistler AKP'nin kapatılmasına bu gerekçelerle karşı çıkmalıdır. Küresel sermayenin partisi AKP'nin sonunu darbeciler değil, işçi sınıfı getirecektir. Tam da bunun için AKP'nin kapatılmasına karşı olmak gerek.


AKP şeriatçı mı getirecek?
AKP'nin kapatılması yönünde hazırlanan iddianame basit bir teze dayanıyor. AKP, kapatılan Refah Partisi ve Fazilet Partisi'nin devamcısı. Laikliği ve demokratik rejimi ortadan kaldırmak isti- yor. Şeriat devleti kuracak. Bu yönde yürüyor, ama takiye yapıyor, yani gerçek amacını saklıyor.
Gül, Erdoğan ve arkadaşları, partileri laiklik karşıtlığı nedeniyle sürekli kapatılan Milli Görüş geleneğinden geliyor.
28 Şubat 1997'de gerçekleşen 'post-modern' darbe ile iktidardan aşağı indirilen Refah Partisi hızla bir iç tartışmaya sürüklenmişti. Geleneksel İslamcı görüşle yola devam etmek mümkün mü sorusuna Erdoğan ve yol arkadaşlarının yanıtı hayır oldu. 28 Şubat darbesi Türkiye'deki İslamcı harekete ağır bir darbe vurarak bu tartışmayı derinleştirdi.
RP yerine kurulan Fazilet Partisi bu tartışmayla bölündü. Erdoğan ve Gül liderliğindeki parti çoğunluğu geleneksel Milli Görüş çizgisini reddettiğini açıkladı. Parti azınlığı ise bugün iyice ufalmış olan Saadet Partisi'nde siyaset yapmaya devam etti.
Fazilet Partisi'nin 2001'de yine laiklik karşıtı fikirlerin odağı olduğu gerekçesiyle kapatılmasından bugüne AKP'lilere hep aynı şey söylendi: Siz takiye yapıyorsunuz!
Ancak Erdoğan ve arkadaşlarının amacı açıktı:
12 Eylül'den bu yana koalisyonlarla yönetilen, istikrarsız burjuva siyasetine muhafazakar ve liberal bir merkez oluşturmak.
Nitekim AKP iktidara gelir gelmez, bir önceki hükümetin yürüttüğü liberal ekonomik progra- mı kararlı bir şekilde uygulandı. IMF'yle evlilik devam ettirildi. Radikal söylem terk edildi.
AKP egemen sınıfın tüm kesimlerini birleştiren, TÜSİAD'ın Özal'dan bu yana rüya ettiği siyasal istikrarı yakalayan, politik ve ekonomik önceliklerini İslam'a göre değil küresel sermayenin çıkarlarına göre ayarlayan bir parti olarak öne çıktı.
Yargıtay savcısının ve kimi solcuların iddia ettiği gibi AKP şeriatçı bir parti değil. Yeni-liberal bir burjuva partisi.
AKP'yi diğerlerinden farklı kılan iki özellik var. Erdoğan ve arkadaşları askerlerin vesayetindeki geleneksel ayrıcalıklı siyaset geleneğinden gelmiyor. Sınıfsal olarak da buradan değiller. Bu yönleriyle 'siviller', doğrudan özel sermayeyi temsil ediyorlar.
AKP, TÜSİAD başta olmak üzere egemen sınıfın tüm kesimlerini birleştirirken geleneksel rejim partilerine karşı da mücadele ediyor. Bir sosyal demokrat partiymiş gibi yoksullara seslenebiliyor. Toplumun çoğunluğunun taleplerine eskimiş partilerden çok daha fazla ses veri- yor. İşte bu AKP'yi gerçek bir kitle partisi haline getiriyor.
Kapatma iddianamesi ile Kemalist bürokrasi son kozunu oynamış gibi gözüküyor. Ama bu koz işe yaramaz.
Yeni-liberal AKP'ye şeriatçı diye saldırmak ve demokrasiyi askıya alan girişimlerde bulunmak işçi sınıfının ve yoksulların aleyhinedir.
Sosyalistler şeriat paranoyalarını ve takiye masallarına inanmamalı, AKP'nin gerçek yüzüne görmeli, göstermeli.


“Hepimiz AKP’liyiz” dedirtmeye çalışıyorlar
ÖDP Genel Başkanı ve İstanbul 1. Bölge sosyalist milletvekili Ufuk Uras AKP’nin kapatılmasına karşı mecliste sokağın sesini dile getirdi:
Ufuk Uras şunları söyledi:
"Davanın Ergenekon operasyonundan hemen sonraya denk gelmesi manidar. Demokrasi dışı güçler Başsavcı'ya bel bağlamış, balans ayarı yapmaya çalışıyor"
"Belli ki bazı güçler Türkiye'de demokrasiye balans ayarı yapmaya çalışıyorlar. Ve Türkiye'deki demokrasi dışı güçlerin Cumhuriyet Başsavcısına çok bel bağladıklarını görü- yoruz. Bunun kabul edilebilir bir yanı yok. Siyasi partiler demokrasimizin teminatıdır. 2003 yılından beri ülkeyi yöneten bir partiye yönelik böyle bir tavır kabul edilemez. Birileri, “AKP kapansın, DTP kapansın, böylece iktidara gelirim” diye düşünüyor olabilir, ama bu akbaba siyasetidir. Türkiye'de savcılar ve hakimlerin hegemonyası ve diktatörlüğüne karşı çıkmamız gerekiyor. O yüzden gelişmeleri kabul edilemez buluyorum."
"Herkese demokrasi, herkese adaleti savunmamız lazım. AKP karşısında bir muhalefet olacaksa işte dün görüldüğü gibi alanlara çıkan emekçilerin muhalefetidir. Anladığım kadarıyla Cumhuriyet Başsavcısı 'hepimiz AKP'liyiz' dedirtmeye çalışıyor. AKP'nin tamamen lehine olan bir süreçtir. Sonuçta partiler kapatılıyor, yerine başkaları açılıyor, ama demokrasi çok büyük tahribat alıyor.”


Partiler mezarlığı
Anayasa Mahkemesi, kurulduğu 1963 yılından bu yana 24 siyasi parti kapattı. Anayasa Mahkemesi'nin kuruluşundan önce de 2 parti ka- patılmıştı.
26 Ocak 1954 tarihinde Millet Partisi, Ankara Sulh Ceza Mahkemesi'nce, Demokrat Parti de, 20 Haziran 1960 tarihinde Ankara Asliye Hukuk Mahkemesi'nce kapatıldı.
Anayasa Mahkemesi'nin kapattığı partiler:
İşçi-Çiftçi Partisi (İÇP) 1968
Milli Nizam Partisi (MNP) 20.5.1971
Türkiye İleri Ülkü Partisi (TİÜP) 24.6.1971
Türkiye İşçi Partisi (TİP) 20.7.1971
Büyük Anadolu Partisi (BAP) 19.12.1972
Türkiye Emekçi Partisi (TEP) 8.5.1980
Büyük Anadolu Partisi 24 Kasım 1992
Sosyalist Parti 10 Temmuz 1992
Yeşiller Partisi 10 Şubat 1994
Halk Partisi 25 Eylül 1991
Türkiye Birleşik Komünist Partisi 16 Temmuz 1991
Halkın Emek Partisi 14 Temmuz 1993
Özgürlük Demokrasi Partisi 30 Nisan 1993
Sosyalist Türkiye Partisi 30 Kasım 1993
Demokrasi Partisi 16 Haziran 1994
Demokrat Parti-2 13 Eylül 1994
Demokrasi ve Değişim Partisi 19 Mart 1996
Diriliş Partisi 1996
Emek Partisi 1997
Sosyalist Birlik Partisi 7.6.1994
Refah Partisi 16.1.1998
Demokratik Kitle Partisi 26.2.1999
Fazilet Partisi 22.06.2001
Halkın Demokrasi Partisi 13 Mart 2003.


Ergenekon’a yanıt mı?
AKP’li Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’a göre, AKP’ye açılan kapatma davası ile Ergenekon soruşturmasının önü kesildi. Günay hazırlanan iddiana- me ile asıl önemli tartışma- ların önünün kesildiğini söyledi: “Bundan kastım Ergenekon soruşturmasıdır. Olaylar öyle gelişti ve geliştirildi ki, sayın Başsavcı dava açmaya zorlandı belki”


CHP savcının yanında
“Cumhuriyet Başsavcısı- na, Anayasa Mahkemesi'ne karşı bir linç kampanyası yaşanıyor. 'Bir parti az oy almıştır suç işleyemez, çok oy almıştır suç işleyebilir' diye bir kural yok. Türkiye bir hukuk devletidir. Biliyoruz ki, AKP Anayasa'yı içine sindirememiştir, laikliği kabul etmemektedir. Bunu pek çok eylem ve söylemleri ile ortaya koymuşlardır. Başsavcı da bu belge ve bilgileri topladıktan sonra görevini yapmıştır. Eğer Başsavcı bu davayı açmamış olsaydı sorumluluğunu yerine getirmemekle suçlanabilirdi." CHP’li Mustafa Özyürek


Emperyalizm nedir?

Stalinizm, Soğuk Savaş ve ‘tarihin sonu’
Dünya, İkinci Dünya Savaşı’nın sonunda birbiriyle rekabet iki emperyalist blok arasında paylaşıldı – Kapitalist Batı ve devlet kapitalisti Sovyetler Birliği ile bu iki süper gücün uydu devletleri ve müttefikleri.
Bu paylaşıma, savaşın galibi olan devletler –İngiltere, ABD ve Rusya – arasında yapılan bir dizi zirve toplantısı sonucunda karar verildi.
Bu paylaşımla birlikte, ABD’nin müttefikleri, kendilerini ABD’nin askeri liderliğine tabi kıldılar. İngiltere ve Fransa, kendi imparatorluklarına dayanan ve rakipleri olan ABD’yi dışarıda bırakan ticaret bloklarını dağıtmayı kabul etmek zorunda kaldılar.
Bölünmenin diğer tarafı olan Rusya’da, devrimin 1920’lerde yalnız kalmasıyla birlikte devlet kapitalizmi gelişti.
Stalin ve onun etrafındaki bürokrasi, işçi sınıfı kontrolüne dair hiçbir şey bırakmadı ve yeni bir egemen sınıf oluşturdu.
Sovyetler Birliği enternasyonalizmi terk etti ve dış politikasını Stalin’in egemen sınıfının çıkarlarını korumak üzerine kurdu. Hitler anlaşmayı bozuncaya kadar bu faşist Alman diktatörüyle bile ittifak kurdu.
Savaş 1945’de sona erdiğinde, Rusya Doğu Avrupa’nın büyük bölümünü işgal etmiş ve bu bölgenin kaynaklarını yağmalamıştı.
Aslında Soğuk Savaş hiç de ‘soğuk’ değildi. ABD birkaç kez, Rusya tarafından desteklenen birkaç küçük ülke ile savaştı – bu savaşların en çarpıcıları Kore ve Vietnam savaşlarıdır.
Dünyada petrolün öneminin giderek artması, süper güçlerin dikkatini giderek daha çok Orta Doğu’ya yöneltmesine yol açtı.
İsrail, bölgede ABD’nin jandarması gibi davrandı ve ABD’den çok büyük askeri ve mali yardımlar aldı.
Başkan Richard Nixon’un Ulusal Güvenlik Danışmanı olan Henry Kissinger, 1973 yılında, ABD’nin İsrail’i desteklemesi hakkında şunları söyledi, “İstediğimiz şey, Arapların olabilecek en kötü şekilde yenilmesiydi, böylece, Sovyetler’e bağlı kalarak hiçbir yere ulaşamayacaklarını açık bir şekilde anlayabileceklerdi”, dedi.
1950’lerde, Hindistan, Mısır, Endonezya gibi bağımsızlığını yeni kazanmış ülkeler, Rusya’nın büyüme hızından etkilendiler ve devlet kontrolü altında sanayileş- meyi bir model olarak benimsediler.
Fakat, Rusya’nın büyüme hızı 1970’lerde düştü ve 1980’lerde durdu. Rusya, ABD başkanı Ronald Reagan tarafından başlatılan silahlanma savaşının maliyetini karşılayamıyordu.
Sovyetler Birliği, Batı ile rekabet edemediği için 1991’de çöktü.
SSCB’nin ekonomik sistemi, Batı ile alışverişi sınırlı olan ulusal ekonomilere dayanıyordu. 1950’lere kadar kural buydu, fakat Batı emperyalizmi 1960’lardan itibaren, daha düşük üretim maliyetinden yararlanan küresel üretime giderek daha bağımlı hale geldi.
Marksist ekonomistler içinde bir akım, savaş sonrası emperyalizmin olumsuzculuğuna, emperyalizmin yoksul ülkelerin zenginliğini tükettiğini söyleyerek tepki gösterdiler.
Bu durum, bu ülkelerin yöneticilerini, ileri kapitalist ülkelere bağımlı hale getiriyordu, ta ki bu ülkeler kendi ulusal gelişimlerini sağlamak için gelişmiş kapitalist ülkelerden kopuncaya kadar.
Fakat, bağımlılık teorisi olarak bilinen bu teori, Brezilya ve Arjantin gibi “bağımlı ülkeler”deki endüstriyel gelişmeyi açıklamayı başaramadı.
1980’lerle birlikte, Güney Kore, Tayvan ve Malezya gibi ülkeler büyük endüstriyel üreticiler haline geldiler.
Nijerya, Güney Afrika ve Brezilya gibi devletler, ağırlıklarını kendi arka bahçelerine veren alt-emperyalist devletler olarak davranmaya başladılar.
Emperyalizm hiçbir zaman, basitçe, yoksul ülkelerin zenginler tarafından sömürülmesi anlamına gelmedi. Emperyalizm, ekonomik, mali ve askeri bir hiyerarşinin yaratılmasıyla ilgilidir.
Şu anda, dünyadaki sermaye akışının yüzde 80’i ABD, Japonya, İngiltere ve Avrupa arasında gerçekleşiyor.
Stalinist sistemin çökmesiyle, uluslararası çatışmanın motorunun yok olduğuna dair yaygın bir kanı var.
Politika teorisyeni Francis Fukuyama “tarihin sonunu” ilan ederken, baba George “yeni dünya düzeni”nden söz ediyordu.
O zamandan bu yana dünyada zengin ile fakir arasındaki uçurum daha da büyüdü. ABD, Balkanlar’da, Afganistan’da ve Irak’ta büyük çatışmaların içine girdi.
Emperyalist rekabetin sona ermesi bir yana, ABD askeri üstünlüğüne her zamankinden daha bağımlı hale geldi.
Paradoksal olarak, Irak’taki aşağılanma, İran’a saldırmak gibi, umutsuz ve sorumsuz davranışlarda bulunma riskini artırıyor.