Sosyalist İşçi 317 (21 Mart 2008)

 

Sayfa 8 :


Emek sömürüsü, çalışma saatleri, yabancılaşma
Kapitalizm nasıl işler?

1999 Seattle’ından beri sokakta olan yeni hareket yeni-liberalizme alternatif olamayacağı fikrine karşı bir savaş açtı.
Çok uluslu şirketler, hükümetler ve IMF, Dünya Bankası ve G8 gibi uluslar arası kurum ve birliktelikler kapitalizmin vahşi yüzünü sergileyecek yeterli pratiğe sahipler.
Savaşlar ve artan yoksulluk, gezegenin küresel ısınma ve iklim değişikliği ile geldiği tehlikeli nokta bir çok kampanyanın etrafından döndüğü merkezi konular arasında.
Fakat ‘Biz anti kapitalistiz’ sloganını atan bir çok aktivist de dahil olmak üzere tüm memnuniyetsizler için kapitalizmin işle- yişi ya da Marks’ın ifadesiyle ‘hareket yasaları’ hakkında bilgi sahibi olmadan, yani bu sistemin işleyişini analiz etmeden sonuçlarına karşı alternatif yaratmak ve güçlü tartışmalar yapmak zor.
1992’den günümüze inanılmaz sayıda tersane işçisinin ölümünün nedenlerini tartışırken de, SSGSS yasasının üzerinde neden hükümetin ve patronların bu kadar ısrar ettiğini anlamaya çalışırken de içinde yaşadığımız sistemin çelişkilerini iyi okuyabildiğimiz analizlere ihtiyacımız var.
Kapitalizmin devrimci eleştirisi
Fakat sıfır noktasında değiliz. Bundan 160 yıl kadar önce Karl Marks ile başlayan ve kapitalizmi eleştiren dönemin diğer reflekslerinden ayrışan bir mirasımız var. Ve bu miras bugün hareket içinde tartışan birçokları için bir merak ve çekim noktası oluşturuyor.
Komünist Manifesto’da yer alan o çok ünlü cümleyi birçoklarımız bilir: “Bugüne kadar varolmuş toplumların tarihi, sınıf mücadeleleri tarihidir.”
Bu bize eğitim sisteminde sıkça resmedilen kişilerin yazdığı tarih anlayışından daha farklı bir pencere açar.
İkiye bölünmüş bir toplumda yaşadığımızı görmemizi sağlar.
Bir yanda mülkiyetten ve hayatlarını refah içinde sürdürecek araçlardan yoksun yığınlar diğer yanda muazzam bir özel mülkiyete sahip küçük bir azınlık.
Bir tarafta günde 12 saat çalışan, ‘tulumu, demir uçlu botları, emniyet kemeri’ olmadığı için hayatlarını riske ederek yaşayanlar, diğer yanda kar oranları ile övünen tersane sahipleri ve onların işlerini halleden taşeron şirketler.
Bir yanda hastanelerde katkı parası ödemeye zorlanan, emeklilik yaşı 65’e çıkarılan işçi sınıfı diğer yanda prim yükünden kurtulmaya çalışan kapitalistler.
Peki neden silahlara bunca para harcayan, yeni makineler almak için kârlarının büyük bir kısmını kullanan kapitalistler söz konusu işçiler olduğundan bu kadar pervasızlaşıyor?
Türk Silahlı Kuvvetlerinin 2007 yılı harcaması 16 milyar dolar. Bu parayla çoğumuzun hayatını kolaylaştıracak bir sürü yatırım yapılabilirdi.
Ama silahlanma devletlerin hepsi için kaçınılmaz bir masraf ve yatırım alanı. Neden?
Metaların dünyası
Marksizmin bu sorulara verdiği yanıt 1844 Elyazmaları ile başlayan ve Kapital’in yazımına kadar sınıf mücadelesine bakarak geliştirdiği ‘değer teorisi’nde gizli. Bu teorinin iki ana bileşeni var: emeğin merkeziliği ve insanların birbirleri ve doğa ile emek aracılığıyla kurduğu ilişkinin önemi. Kapitalizmin kendinden önceki sistemlerden farkı insanlar arasında üretim sürecinde kurulan ilişkileri saklı ve gizemli bir şekilde sunması.
Markete gidip belli bir miktar para vererek kutu kola almamız yüzeysel olarak bakıldığında ücretini ödeyip bir mal almak olarak özetlenebilir.
Fakat aldığımız kutu kola nerden geliyor diye sorduğumuzda teneke kutusunun üretiminden, içine konulan tatlandırıcının üretimine, üzerine yapılan baskının kimler tarafından tasarlandığından, baskı için kullanılan boyanın üretimine uzanan çok bağlantılı bir ilişkiler bütünü ile karşı karşıya kalırız. Aslında para ve kutu kola arasında olan ve ‘şeyler arasında’ bir ilişkiymiş gibi görünen alışveriş insanlar arasındaki toplumsal ilişkileri gizler.
Marks buna ‘meta fetişizmi’ der. Kapitalizm bir meta üretim sistemidir.
Mallar önceki sistemlerdeki gibi tüketilmek için değil piyasada satılmak üzere üretilir.
İnsanlar tarafından üretilen mallar sanki kendi güçlerine sahipmiş gibi görünür. Ve bu birçok dini fetişten farklı olarak gerçekten de böyledir.
Tüm diğerleri ile değiştirilebilen ‘evrensel meta’ ise paradır. Çeşitli yatırımlarla çoğaldığı için de güçlüdür. Bu mistik görünen ilişkinin arkasındaki toplumsal ilişkiler sistemi anlamanın anahtarıdır.
Marks’a göre metanın iki tür değeri vardır. Birincisi fiziksel özelliklerine bağlı olan tüm metalarda farklı olan kullanım değeri diğeri ise diğer bir meta ile hangi oranda eşitleneceğini gösteren değişim değeridir.
Bir kilo sütü, bir kutu kolaya eşitleyen şey nedir? Marks bir ürün için gerekli emek miktarının o ürünün değerini oluşturduğunu söyler.
Emek miktarı ise kapitalizmde zamanla ölçülür: saat, gün, hafta, ay…
Peki bir işçi diğerinden daha hızlı, daha çok çalışıyorsa bu bir standart ölçü olabilir mi?
Sermaye birikimi
Kapitalizmde ölçüm zamanı ‘toplumsal olarak gerekli zaman’ diye nitelendirilen ‘belli bir zamanda geçerli yetenek ve yoğunluk derecesi’dir.
İkinci tartışma noktası ise bir ürünün sadece ona işçinin harcadığı emeğin değil daha önceki üretilen malların da ürünü olduğudur.
İşçinin çeşitli araçlar kullanarak harcadığı emek ‘canlı emek’, bütün bu araçlar için daha önce harcanmış ve birikmiş olan emek ise ‘ölü emek’ olarak adlandırılır. Burada önemli olan şudur. Sadece canlı olan emek son ürüne, yani metaya, yeni değer katabilir. Ölü emek zaten var olan değeri devreder. Özetle bir şişe sütü, bir kutu kolaya eşitleyen şey ikisi harcanan emek zamanın aynı olmasıdır.
Artı değer
Peki canlı emeğin yani işçinin emeğinin fiyatını ne belirler?
Eğer kutu kola işçisi ürettiği bütün değeri alırsa kapitaliste hiçbir şey kalmayacaktır.
O yüzden kapitalistler asla işçiye ürettikleri değeri ödemezler. Sadece ‘iş güçleri’ yani bir günlük işi yapma yeteneklerine para öder.
İş gücünün değeri ise kendini yeniden üretecek kadar gerekli miktardır. Yemek, kalacak yer, giyim vs. Kapitalistin ödediği kısım dışında kalan ‘değer’ ise ‘artı değer’dir. İşte kapitalizmde gizlenen ilişki bu ilişkidir.
Bunun çok görünür olmamasının nedeni işçinin kendi ücreti için ve kapitalistin karı için çalıştığı zamanın birbirinden ayrı olmamasıdır. Bu sistemde sömürü, ücret maskesinin arkasına gizlenmiştir.
Kapitalistler bu artı değeri nasıl arttırabilirler? İşçileri daha çok çalıştırarak. İşgününün uzunluğu ile ilgili iki yüzyıldır süren mücadele bu yüzdendir. Bu yüzden Tuzla tersanesinde işçiler ILO sözleşmesine imza atmış bir çok uluslar arası armatörün işine yapıyor olmalarına rağmen 12 saat çalışmaya zorlanmaktadırlar.
Ve iki tane çay molası için pazarlık etmektedirler. İşçinin yeniden üretimi işçi ücretlerinin temel kriteri olduğu için SSGSS denilen yasa ile kapitalistler aslında toplumsal ücreti asgari noktada tutmaya çalışmaktadırlar.
Ve azınlık bir grubun zenginliğin büyük bölümünü kontrol ettiği bir toplumda güvenlik ve asayişi sağlamak ancak ordu , polis ve hükümet kurumu ile olabilir.
Kapitalistler ancak yasalar ve ordu denetimi ile ve silah üretimini denetimleri altına alarak hakimiyetlerini devam ettirebilirler. Yani 16 milyar dolarlık harcama tuzla tersanesindeki işçinin 12 saat çalışabilmesi için gereklidir.
Kapitalizm üretim sürecini kolektifleştirmiş ve büyük işçi yığınları yan yana getirmiştir.
Tarihte ilk defa ezilenler baskıyı, sömürüyü ve adaletsizliği ortadan kaldırabilecek maddi olanaklara sahiptir. Bunun tek yolu üretimin yanında mülkiyetin de kolektifleşmesidir. Makinenin bir parçası olmaya indirgenmiş işçiler o zaman bu sistemin yarattığı zenginliği toplumun hepsi için seferber edebilirler.
Canan Şahin


“Burjuvazi, dünya pazarını sömürmekle, her ülkenin üretimine ve tüketimine kozmopolit bir nitelik verdi. Gericileri derin kedere boğarak, sanayiin ayaklan altından üzerinde durmakta olduğu ulusal temeli çekip aldı.” Komünist Manifesto
Her dakika her şeyin alt üst olduğu bu dünyada aslında nelerin olduğunu bilmek isteyenler Karl Marks’ın açtığı pencereden bakabilirler.
1844 El Yazmaları
Ücretli emek ve sermaye
Ücret, fiyat, kâr
Kapital 1. cilt