Sosyalist İşçi 317 (21 Mart 2008)

 

Sayfa 9 :


Foucault ve Tarih
Fransız tarihçi Michel Foucault (1926-1984) 20. yüzyılın en tartışmalı ve özgün tarihçilerinden biridir. Foucault’nun fikirleri sağın saldırılarına uğramakla kalmamış, devrimci fikirlere saldırmak için de kullanılmıştır.
Birçokları için onun fikirleri donuk ve kafa karıştırıcı iken bazıları için sol fikirlere katkı sunmaktadır. Foucault’nun fikirlerinin zor kavranır olmasının ardında yatan neden tarih hakkındaki sağduyumuzun altını oymasıdır. Çalışması delilik, tıp, hapishaneler ya da cinsellik gibi tarihî olmadığı farzedilen konuların tarihini açıklar.
Genellikle insanların bütün çağlarda ya da toplumlarda çıldırdıkları ya da akıllarını kaybettikleri kabul edilir. Yine cinsellik biyolojik bir davranış olarak kabul edilir ve tıpkı nefes almanın tarihi olamayacağı gibi cinselliğin de tarihi olamayacağı öne sürülür. Ama delilik deneyimi zamanla değişmiştir. Shakespeare zamanında delilik farklı bir gerçeklik düzeyine açılan baş döndürücü bir kapı olarak değerlendirilirdi. Bugün ise deliliğe tedavi edilmesi gereken bir hastalık olarak bakıyoruz.
Cinsellik ve toplumsal cinsiyet de benzer şekilde değişmiştir. Foucault’ya göre cinsellik biyolojik değil toplumsal olarak oluşturulmuştur. Foucault sık sık kabul ettiğimiz fikirlerin değiştiğini ve öncekilerin sonrakilerden oldukça farklı düşündüğünü vurgular.
Örneğin, hapishanenin tarihi üzerine çalışması olan Disiplin ve Ceza’nın girişinde iki tarihsel olayı alıntılar. Birincisi Fransa kralını öldürmeye kalkışan Damiens’in 1757’deki infazıdır. Damiens’e, halka açık bir alanda, ağır ağır işkence yapılmıştır. Etleri küçük parçalara ayrılmış, üzerine eriyik halinde kurşun dökülmüş ve kolları atlarla çekilmiştir.
İkincisi ise Damiens’den yaklaşık seksen yıl sonra uygulanan ve mahkûmların hapishanedeki yaşamlarını düzenleyen talimatnamedir. Mahkumlar sabah erken kalkacak, sessizce giyinecek ve sabah duasına katılacaktır.
Umumi infazın grotesk şiddeti, talimatnamelerle belirlenmiş düzenli hapishane hayatıyla çelişmektedir. Foucault burada bu örneklerin ilerlemenin açık örnekleri olduğu fikriyle de tartışmaktadır. Foucault insanlığın, cehaletten aydınlanmaya doğru, düzenli ve yavaş bir gelişim geçirdiği fikrine karşı çıkar. Bir zamanlar batıl olan fikirlerimizin bugün akılcı olduğu fikrine şüpheyle yaklaşır. Ona göre bugün sahip olunan kapsamlı hapishane sistemi tedrici bir gelişmenin değil 19. yy’da gelişen toplumsal denetimin sonucudur.
Foucault’un fikirleri sosyalistlerin değerli bulacağı unsurları da içermektedir ve en köklü kabul görmüş fikirlerin bile aniden değişebileceğini öne sürmektedir. Ezilenler, hapishaneler, deliler ve sıradışı cinsellik deneyimleri hakkında yazmaktadır ve onların tarafında olduğu kabul edilmektedir. Ve sorduğu sorular sözde akılcı batı ile sözde batıl İslâm arasındaki zıtlık söz konusu olduğunda da önem kazanmaktadır.
Ancak Foucault’un politik görüşleriyle ilgili sorunlar vardır. Bu sorunları anlamak için Foucault’un eserlerini yazdığı dönemdeki Fransız siyasî tarihine bakmak gerekir. Bu dönemde FKP (Fransa Komünist Partisi) büyük ve etkili bir güçtü. FKP 2. Dünya Savaşı sırasındaki direnişte oldukça etkindi ve 40’lı yılların sonunda binlerce üyesi vardı. Komünistler iş yerlerinde,sendikalarda etkiliydiler, seçimlerde önemli oylar almaktaydılar ve fikirleri kabul görmekteydi.
Değişen konumlar
Bununla birlikte Soğuk Savaş döneminde FKP Sovyetler’e eleştirel olmayan bir destek vermekteydi. Bu, partinin marksizmin oldukça tahrif edilmiş ve çarpıtılmış bir yorumunu savunduğu anlamına geliyordu. FKP SBKP’nin değişen her konumunu taklit ediyordu ve parti içi tartışma ve demokrasiden bahsetmek mümkün değildi. Bu çarpıtılmış siyasal teori sıradan bir parlamenter parti hüviyetiyle yan yana gidiyordu. Ezilenlerin mücadelesi partinin gündeminden düşmüştü.
Foucault 1950’lerin sonunda parti üyesi ve hemen ardından hükümetin Yüksek Öğrenim Komisyonu’nun üyesi olmuştu. Eylemleri ve fikirleri sağ ile sol arasında, eylem ve eylemsizlik arasında gidip gelmekteydi. Ancak iki konuda tutarlıydı. Dünyanın liberal kapitalist algılanışına ve FKP’nin tarih anlayışına karşı çıkıyordu. Çalışmaları FKP’nin dünya görüşüne karşı soldan itirazlar içermekteydi.
Marksist Azınlık
Foucault’un fikirleri radikal fakat marksist değildir. Fikirleri marksistlerin azınlıkta olduğu, Noam Chomsky gibi marksist olmayan radikallerin büyük saygı gördüğü bir döneme denk düşer.
Foucault’un yaklaşımı bazı ciddi sorunlara neden olur. Haklı olarak kapitalizme ve stalinizme karşı çıkıyordu. Bu iyi bir başlangıçtı ancak fikirlerimizin maddi dünya ile nasıl ilişkilendiğine hiç değinmiyordu.
Toplumun bütünlüklü bir izahına en çok yaklaştığı eseri “İktidar” hakkında 80’li yıllarda yazdıklarıdır. Foucalut iktidar kavramı ile toplumsal baskının tüm gayri iktisadi biçimlerine atıfta bulunur. Buna göre iktidar her yerdedir ve birilerinin iktidara sahip olduğunu, diğerlerinin olmadığını söyleyemezsiniz.
Foucault gayri iktisadi faktörlerin önemine vurgu yapmakta haklıdır ancak bu vurgunun arkasındaki açıklamalar çok belirsizdir. Ve aslında fikirleri liberalizm ve anarşizmin harmanlanmasından ibarettir. Fikirlerinin sağdan ve soldan alıcı bulmasının nedeni budur.
1960’lı ve 70’li yılların keskin mücadele döneminin yenilgiyle sonuçlanmasının hemen ardından 80’li yıllarda büyük ün kazandı. Bu dönemde toplumsal muhalefet bölünerek ayrı yollar izledi. Foucault’un fikirleri birleşik mücadeleden bu sağa kayışı gerekçelendirmek için kullanıldı. Marksizm dinozorluk ve kabalık olarak değerlendirildi. Eğer iktidar her yerdeyse, mücadele de, örneğin siyah ve kadın hareketi gibi, her yerde olabilirdi. Bu, birleşik mücadelenin artık rafa kaldırıldığı anlamına geliyordu.
Foucault’un İran devrimine verdiği tepki de onun fikirlerindeki belirsizliğe işaret ediyordu. İran’ı ziyaret etmiş ve Şah ile mücadele içinde radikalize olan kitlelere şahit olmuştu. Foucault İran’da olan bitenin, FKP’nin toplumsal dönüşümlerin doğasına ilişkin söylemlerinin tersine, gerçek bir devrim olduğunu anlamıştı.
Marks’ın “din kalpsiz dünyanın kalbidir” yorumuna bağlı kalıyor, kadınların ABD destekli yoz rejime karşı başörtüsü takma hakkını destekliyordu. Foucault marksist olmadığını iddia ettiği İran devrimini coşkuyla karşılıyordu. Ancak işçiler ve mollalar gibi politik güçler arasında ayrım yapmıyordu. Bunlar onun fikirlerinin zayıf yönleri. Ancak eserlerinin radikalizmi bugün hâlâ bazılarına ilham veriyor. Kolay okunamasa da fikirleri hâlâ provokatif.
Colin Wilson


MARKSİZM, PARTİ VE SINIF
Marx ve Engels'in Parti Anlayışı

Marx'ın düşüncesinin en önemli yanı, dünyayı sınıf temelli olarak açıklamasıdır. Marx'a göre insanlar üretim ilişkilerine bireyler olarak katılmazlar. Üretime göre konumlanışları yani sınıflarına göre katılırlar. Kapitalizmde değer üreten sınıf olan işçi sınıfı, toplumu bir bütün olarak dönüştürebilme potansiyeline sahiptir.
Marx'ın parti anlayışı da bu sınıf temeli üzerinde yükselir. Marx, işçi sınıfının kurtuluşunun kendi eseri olacağını düşünüyordu, fakat sınıfın egemen fikirlerden etkilendiğini de söylüyordu. Bu sebeple, proletarya ve parti ilişkisi üzerine kafa yordu. Buna rağmen hiçbir zaman net bir örgüt anlayışı miras bırakmadı, hatta eserlerinde bu konu bir çok açıdan muğlak kaldı. Bu konudaki en net açıklamaları, Engels'le birlikte yazdıkları Komünist Manifesto'da komünistler ve proleterlerden bahsedilen bölümde görülebilir.
Burada birkaç noktanın altı çizilmiştir: "komünistlerin işçi sınıfından ayrı çıkarları yoktur", "kendileri- ne ait bağımsız ve sekter çıkarları işçi hareketine dayatmazlar", "diğer işçi sınıfı partilerine muhalif ayrı bir parti oluşturmazlar", "farklı ülkelerin proleterlerinin ulusal mücadelelerinde ulusun bütününden bağımsız olarak bütün proletaryanın ortak çıkarlarına işaret ederler."
Yani, Marx'ın parti düşüncesinde ana hatları ile sınıf temelinin, proletaryayı birleştirme ve enternasyonalizm vurgusunun öne çıktığını söyleyebiliriz. Marx ve Engels, yaşamlarında da kafalarındaki bu örgüt kurgusuna uygun hareket etmeye çalışmış ve örgütlü mücadele içinde yer almışlardır.
1847-1850 arasında Komünist Birlik'te,1864-1872 arasında Uluslararası İşçi Birliği (Enternasyonal)'de çalışmışlar, 1873'ten itibaren de sosyal demokrasinin doğuşuna katkıda bulunmuşlardır. Bütün bu süreçler boyunca işçi örgütleri içindeki yanlış fikirlerle de mücadele etmişlerdir.
1847'de dünya çapında ancak 300-400 üyesi bulunan ve gerçek bir parti olmaktan uzak olan Komünist Birlik'e katılırken Marx ve Engels, bütün komplocu fikirlerin temizlenmesini şart koşmuşlardır. Komünist Birlik en başta sadece demokratik olma ilkesi üzerine kuruluydu. Marx daha çok burjuva radikallerinin aşırı sol kanadı gibi hareket ediyor ve demokratik adımları ittirmek üzere çaba sarfediyordu.
1848'de Alman Devrimi'nin yenilgisi Marx'ı işçi sınıfı partisinin bağımsızlığı fikrine götürdü. Komünist Birlik'in son döneminde bu fikir ön plana çıktı. Bu dönemde Marx daha merkezi ve disiplinli bir örgüt modelinin hayata geçmesini savundu.
1850-1864 arası gerek Marx'ın kişisel yaşamı gerekse de sınıf mücadelesi açısından geri çekilme dönemiydi. Bu dönemde Marx ve Engels teorik çalışmalarına ağırlık verdi.
1864'de Enternasyonal'in kurulması bu geri çekilme dönemine son verdi. Enternasyonal, işçi hareketindeki bir çok eğilimin bir bileşiminden oluşuyordu. Emek-sermayenin uzlaşması gerektiğini düşünen Proudhon'culardan, Bakunin gibi anarşistlere, Owen'ci ütopik sosyalistlerden, milliyetçi Mazzini'ye kadar bir çok grup enternasyonal içinde yer alıyordu. Marx, tüzüğü kendisi yazarak bu ayrımlara müdahale etmeye çalıştıysa da hareketin birliğini korumak için bir takım tavizler de verdi. Enternasyonal gevşek bir örgütlenmeydi. Bu Bakunin öncülüğündeki komplocu grubun Enternasyonal'e sızmasına ve "anti-otoriterizm" maskesi altında Marksistlere karşı mücadele etmelerine olanak sağladı. Marx ve Engels bu mücadeleyi kazanarak 1867'de Bakunin'in ihrac edilmesini sağladılar. Enternasyonal, Marx ve Engels'in siyasi faaliyetinin en önemli aşamasıydı. Bir çok ülkede işçiler arasında örgütlenmeyi sağlamıştı. Fakat kaygan zemini ve gevşekliği, Paris Komünü'nün yenilgisinin ardından Enternasyonal'in saldırıların hedefi haline gelerek dağılmasına yol açtı.
Can Irmak Özinanır

Haftaya:
Sosyal Demokrasinin doğuşu ve reformizm sorunu