Sosyalist İşçi 339 (7 Kasım 2008)

 

Sayfa 3 :


BAŞYAZI
Kürt sorunda çözüm var mı?

Bütün Kürt bölgelerinde gösteriler var. Her yerde polis gösterileri durdurmaya çalışıyor ve gün boyu süren çatışmalar yaşanıyor.
Tayyip Erdoğan bölgede dolaşıyor. Kürtleri seçimlerde AKP’ye oy vermeye çağırıyor ama onun konuştuğu yerin az ötesinde polis ateş ederek, panzerlerini kalabalığın üzerine sürerek göstericileri dağıtmaya çalışıyor.
Bu arada DTP kapatılmak isteniyor. Bütün bu gelişmeler bu sorunun tek ama tek bir çözümü olduğunu gösteriyor: Barış.
Masaya oturmak ve barış için görüşmek gerekir.

Kriz ve Türkiye
Egemenler ve onların hükümeti krizin Türkiye’yi vurmayacağını anlatıyorlar. “Bankacılık sistemimiz güçlü” vs gibi iddiaları var.
Kimsenin kuşkusu olmasın küresel sermayenin krizi Türkiye’yi de bütün dünya gibi vuracak.
Kendilerini solda ifade eden bazıları ise krizin küresel değil ulusal olduğunu anlatmaya çalışıyorlar. Belkide böyle yapmakla AKP’yi daha çok vurduklarını düşünüyorlar. Bu garip bir anlayış.
Kapitalizm küresel bir sistem. AKP hükümeti ise bu küresel sistemde küresel sermayenin bir parçası olan Türk sermayesinin partisi. Dolayısıyla ulusalcı Türk solcuları telaşlanmasın, küresel sermayenin krizinden AKP’de sorumlu.
Krize verilecek cevap antikpaitalist bir kampanyadır. Bu kampanya mutlaka sıkı bir biçimde antiemperyalist mücadeleye de bağlı olmak zorundadır.

Bankalara para tamam ya küresel ısınma?
Küresel sermaye bankalara ve batacak diğer şirketlere milyarlarca dolar buldu. Emekçilerin parasıyla bankerleri, fabrikatörleri kurtarıyorlar ve sonra emekçileri biraz daha eziyorlar.
Oysa küresel ısınma bütün korkunçluğu ile üzerimize geliyor. Daha şimdiden her yıl 100 ila 200 bin insanın ölümüne neden oluyor ve tahribatı her gün büyüyor.
Küresel ısınmaya karşı çok hızla bir dizi önlem almak gerekiyor. Enerji üretimini baştan sona değiştirmek ve bütün gezegeni güneş panelleri ve rüzgar tribünleri ile doldurmak gerekiyor. Ulaşım sisteminden özel arabaları kaldırıp toplu taşımacılığı öne çıkarmak gerekiyor.
Bütün bunları devletler, öncelikle de zengin devletler yapmak zorunda. Oysa onlar ellerindeki muazzam kaynakları insanlık ve üzerinde yaşadığımız gezegen için değil bir avuç sermayedarı kurtarmak için harcıyorlar.


Cumhuriyet Bayramı kutlamaları

Roni MARGULİES

Bu gazetenin yazar ve okurları, Ertuğrul Gazi'yi Anma ve Söğüt Şenlikleri'ne katılmadıkları gibi, birbirlerinin Cumhuriyet Bayramı'nı da kutlamaz. Çalışanların kitlesel eylemiyle devrileceğini umduğumuz düzenin kuruluş yıldönümünü kutlamak adetimiz değildir.
Türkiye Komünist Partisi Siyasi Komite'sinin 29 Ekim günü yaptığı açıklama ise şöyle son buluyor: "TKP bu yol ayrımında, ülkenin tüm ilerici, yurtsever, devrimci birikimini, tasfiyeci güçlere karşı koymaya, bu süreci durdurmaya çağırmaktadır. Bu çağrıya kulak verenlerin Cumhuriyet Bayramı kutlu olsun!" Zaten TKP bir zamandır "Cumhuriyet'in kazanımlarının savunulmasını" komünistlerin temel görevi olarak saptamış bulunuyor.
Önce kendi tavrımızı açıklayalım.
"Cumhuriyet", tarihötesi, soyut, her koşulda savunulması gereken mutlak ve ulvi bir değer değildir. Örneğin, birileri çıkıp İlhan Selçuk'u Padişah, Doğu Perinçek'i Halife yapsa ve Büyük Millet Meclisi'ni lağvederek saltanat dönemine geri döndüğümüzü ilan etse, Cumhuriyet'i korumak için TKP ile omuz omuza mücadele ederiz. Keza, yarın tüm seçimler kaldırılıp sivil kurumlar kapatılıp İlker Başbuğ Milli Şef ilan edilse, TKP yine Cumhuriyet'i korumada bizden iyi müttefik bulamayacaktır.
Öte yandan, Cumhuriyet'i tehdit eden güç, örgütlü ve silahlı işçi sınıfı ise, bir genel grev ortamında işçiler kendi iktidar organlarını kurup Meclis'in kapısına kilit vurmuş, mevcut Cumhuriyet devletini yıkıp kendi devletini kurmaya başlamış ise, Biz Cumhuriyet'i koruyor olmayacağız. Anlaşılan, TKP koruyor olacak; müttefikleri ise mevcut devletin ordusu ve kolluk güçleri olacak.
Kendine "komünist" sıfatını yakıştıran bir partinin bunlardan habersiz olması mümkün değil, ama bu durum Türkiye'de artık kimseyi şaşırtmıyor.
TKP'nin "Cumhuriyet'in kuruluşunun 85. yılı nedeniyle yaptığı açıklama" şöyle başlıyor: "Türkiye Cumhuriyeti, 85 yıl önce bağımsızlık, egemenlik, laiklik ve halk iradesine dayanma iddiasıyla yola çıktı. Arkalarına bağımsızlık mücadelesinin meşruiyetini alan Kemalist kadrolar, Türkiye Cumhuriyeti'ni ilan ederek tarihsel bir sıçramaya imza atmışlardır. Bu sıçramanın kendisi de, bağımsızlık, egemenlik, laiklik ve halk iradesine dayanma fikri de komünistler için bugün tarihsel değerini fazlasıyla korumaktadır".
Bir burjuva devletinin kuruluşunu ve kuran kadroların amaçlarını böylesine safça ve ahmakça anlatan metinler, TKP yayınlarının yanı sıra, olsa olsa Eğitim Bakanlığı'nın liseler için hazırlattığı resmi tarih kitaplarında bulunabilir. Kuruluşunun ilk 27 yılında tek parti (hatta tek kişi) yönetimi ile yönetilen, gülünç ve göstermelik seçimlerden başkasını bilmeyen, "Ebedi Şef", "Milli Şef" gibi kavramlardan kurtulamayan Cumhuriyet, "halk iradesine dayanma iddiası" taşıyormuş!
Türkiye'de burjuva devletinin kuruluş ideolojisi olan Kemalizm'i kutsayan ve kutlayan TKP, "bağımsızlık, egemenlik, laiklik ve halk iradesi" amaçlarını Mustafa Kemal'den öğrenmiş, mal bulmuş Magribi gibi bu amaçlara sarılmış kalmış. Siyaseti burjuva devrimcilerinden öğrenip bir adım öteye gidemeyenler hangi anlamda "komünist" oluyor? TKP'nin herhangi bir komünist amacı var mı? İşçi sınıfının iktidarı gibi, çalışanların yönetmesi gibi, sömürünün ortadan kaldırılması gibi?
Kaldı ki, "bağımsızlık, egemenlik, laiklik ve halk iradesi" gibi laflar tümüyle madrabazlık, tümüyle yalan. Tek derdi var TKP'nin: Laiklik. "Şeriat geliyor, laiklik elden gidiyor, gericiler ve örümcek kafalılar memleketi ele geçiriyor".
Baklayı ağzından şu kelimelerle çıkarıyor TKP açıklaması: "Türkiye burjuvazisi, 85 yıl önce iç ve dış koşulların denk düştüğü bir sırada göze aldığı, kendi çıkarlarına uyarladığı büyük "Cumhuriyet hamlesi"nden bugün tamamen kurtulmak için gün saymaktadır. AKP iktidarını kimse başka türlü anlamlandıramaz… Türkiye hiçbir zaman gerçek anlamda laik bir ülke olmamış, dinci hareketler zengin sınıfların imdadına yetişen bir siyasal araç olarak ilerici düşünce ve örgütlenmeye karşı kullanılmıştı. Ancak bugün laiklikten bir bütün olarak kurtulmak için düğmeye basılıyor".
Mesele sadece ve basitçe AKP. Zaten 2002 öncesinde TKP "Cumhuriyet'i korumak"tan söz etmiyordu. Erdoğan'ın başbakan olmasıyla başladı bu yaygara. Yine Mustafa Kemal'den öğrenilmiş, Genelkurmay'dan alınan ek derslerle pekiştirilmiş bir yaygara.
AKP'nin neoliberal siyasetleri, sağlıkta "reform" uygulaması, Kürt sorununun barışçıl çözümü hakkındaki çekingenliği ve daha bir dizi benzer konu eleştiriliyor olsa, bir diyeceğimiz olmaz. Birlikte mücadele ederiz.
Oysa, "bugün laiklikten bir bütün olarak kurtulmak için düğmeye basılıyor" ifadesi, Milli Güvenlik Konseyi'nin başlattığı ve kullandığı Kemalist paranoyadan başka bir şey değil. TKP'nin, CHP'nin ve diğer ulusalcıların tüm yaklaşımını özetleyen bu ifade, iki sonuç yaratıyor.
Birincisi, Cumhuriyet tarihinde ilk kez din konusunda yumuşak, esnek ve hoşgörülü bir yaklaşım sergileyen hükümetin bu yaklaşımından memnun olan çok büyük çoğunluk, "laiklik elden gidiyor" korkusunun anlamsız olduğunu bildiği için, bu korkuyu yayanları ciddiye almıyor. Yayanlar "sol" olarak algılandığı için de, solu ciddiye almıyor.
İkincisi, parlamentoda CHP, sokaklarda da TKP ve benzerleri hababam laiklik yaygarası kopardıkça, halk kendini hükümete daha da yakın hissediyor, neoliberalizme karşı yapılabilecek muhalefet kaynayıp gidiyor.
Önümüzdeki dönemde, ekonomik krizin yıkıcı etkileri yoğunlaştıkça ve krizin faturası emekçilere çıkartılmaya çalışıldıkça, hükümetin ekonomik politikalarına karşı direnmek daha da önem kazanacak. TKP ise "laiklikten bir bütün olarak kurtulmak için düğmeye basan" hayali bir düşmana karşı hayali bir mücadele sürdürmeye devam edecek. Etsin. İyi olur. Silinir gider.