Sosyalist İşçi 339 (7 Kasım 2008)

 

Sayfa 5 :

İşçi sınıfı dünya çapında büyüdü
Geçtiğimiz hafta finans kuruluşları yeni bir küresel çöküş yaşandığını kabul etti ve borsalar dibe vurdu. Resesyonun etkileri hissedilmeye başlandığında gelirler, kâr oranları ve ekonomik büyüme de dibe vuracak.
Peki bu, o kârların esas yaratıcısı olan emekçiler için ne ifade ediyor? Sıradan yorumcular işçi sınıfının ölmekte olan bir güç olduğunu, gelişmiş ülkelerde yükselen "orta sınıf" ve üçüncü dünya ülkelerindeki geçici işçiler tarafından pabucunun dama atıldığını iddia ediyorlar.
Fakat ILO'nun yeni raporuna bakarsak çok daha farklı bir manzarayla karşılaşırız. Rapora göre işçiler, yani ücret karşılığı çalışarak yaşamlarını kazanan insanlar, hâlâ oldukça etkin bir güç.
ILO tüm dünyada yaklaşık 1 milyar insanın iş gücünün bir parçası olduğunu söylüyor. Bu rakam köylerdeki çiftçileri ve kendi toprağında çalışarak geçimini kazanan diğer insanları içermiyor.
Dünyada iş gücü bir zamanlar daha çok batı ülkelerinde toplanmış haldeydi, ancak günümüzde giderek tüm dünyaya yayılıyor. En zengin ekonomiler toplam istihdamın ancak yüzde 15'ini karşılıyor.
Bu oran geçtiğimiz 10 yıl içerisinde düşmeye başladı. Buna karşılık Asya, Pasifik, Latin Amerika ve Karayipler dünyadaki istihdamın neredeyse üçte ikisine sahip hale geldi. Asya tek başına yarısından fazlasına tekabül ediyor.
Bırakın azalmayı, küresel işçi sınıfında hızlı bir büyüme yaşanıyor. Son 30 yılda kapitalizm yayıldı ve hem işçi sınıfının boyutunu hem de onların ürettiği zenginliği arttırdı.

Egemen sınıf
Ama aynı zamanda bu zenginlik şok edici bir biçimde egemen sınıfa dağıtıldı. Yani patronlara, politikacılara ve aşırı zenginlere. Yani dünyayı yöneten ve bizim ürettiğimiz zenginliği emen küçük bir azınlığa.
Önümüzdeki resesyon sürecinde en çok acı çekecek olanlar, büyüme döneminde en az kazananlar ve zarar edenler olacak.
1990'ların başıyla 2007 arasında küresel istihdamda yüzde 30'luk bir artış oldu. Fakat zenginle fakir arasındaki uçurum daha da büyüdü. Ve işçilerin kendi yarattıkları zenginlikten aldıkları pay giderek düştü.
Ücretlerin GSYİH (bir ülke sınırları içinde üretilen zenginliğin miktarı) içindeki payı bize zenginliğin ne kadarının onu üretenlere gittiğini gösteriyor.
Latin Amerika ve Karayipler'de bu oran geçtiğimiz 30 yıl içinde yüzde 13 azaldı. Asya-Pasifik bölgesinde yüzde 10 ve zengin ülkelerde de yüzde 9 oranında azaldı.
Aynı durumu işçi ve üretkenlik ilişkisine bakınca da görebiliriz. İşçiler daha çok üretiyor (daha yoğun ve daha uzun çalışıyorlar) ancak ücretleri bunu karşılayacak oranda artmıyor.

Üretkenlik
ILO raporu, 1990-2006 arasında incelenen 32 ülkenin 24'ünde üretimdeki artışın ücretlerdeki artıştan fazla olduğunu gösteriyor.
Başka bir deyişle her işçinin ürettiği zenginlik ücretlerinden daha hızlı artıyor, ki bu da tüm dünyada işçilerin refah düzeyinin neden giderek düştüğünü açıklıyor.
1990-2000 yılları arasında elimizde verileri bulunan 85 ülkenin üçte ikisinde eşitsizlikler arttı.
Aynı dönemde ülkelerin yüzde 70'inde nüfusun en zengin ve en fakir yüzde 10'luk kesimleri arasındaki uçurum önemli oranda büyüdü.
Fakat rapordan çıkarabileceğimiz başka bir sonuç daha var: Dünyanın neresinde olursa olsun sendikalı işçiler diğerlerine göre daha iyi durumdalar.
Sendika yoğunluğunun yüksek olduğu, yani işçilerin büyük kısmının sendikalı olduğu ülkelerde gelir dağılımı daha adil.
Sendika yoğunluğu Brezilya, Çin, Hindistan, Paraguay, Singapur ve İspanya'da artarken Belçika, Finlandiya ve Pakistan'da sabit kaldı.
Ortalamada sendikalılık oranında bir düşüş olduğu görülüyor, ancak bunda eski Doğu Bloğu ülkelerindeki devlet destekli sözde sendikaların gerilemesinin de payı var.

Yarı-zamanlı işçiler
Geçici istihdam iddia edildiği kadar hızlı olmasa da tüm dünyada gittikçe yaygınlaşıyor. Yarı zamanlı işler, ülkeler arası farklılıklar olsa da önem kazanmakta.
1990'ların ortalarından beri gelişmiş ülkelerde yarı-zamanlı işlerin oranı büyük oranda sabit kaldı. 2006 itibariyle bu oran yüzde 16.
Nerede yaşarsanız yaşayın, risk taşıyan işlere her zaman daha güvenli işlere göre daha az ücret veriliyor. Avrupa ülkelerinde geçici işçilik ücretleri, sürekli işlere göre yüzde 20 daha az.
Latin Amerika'da kayıt dışı işçiler sigortalı işçilere göre yüzde 43 daha az kazanıyor.
Eşitsizlik bu kadarla da kalmıyor. 2004 ve 2005'te Hindistan'da kayıt dışı çalışan işçilerin ücretleri, toplam işçi ücretlerinin yüzde 44'ünü oluşturuyor. Bu rakam 1983'te yüzde 62'ydi. Kısacası tüm dünyada kayıt dışı çalışmak ücretlerin azalması anlamına geliyor.
Çalışan kadınlar
1990'ların başından itibaren bakarsak kadın işçilerin rolü bölgesel farklılıklar gösteriyor. Zengin ülkelerde kadın işçiler istihdamdaki artışın çoğunluğunu (yüzde 60'ını) oluştururken diğer ülkelerde bu oran üçte birden daha az.
Genellikle kadın işçiler kötü çalışma koşullarından düzenli ücret alınan veya maaşlı işlere geçmeye başladılar. Ancak bu iş hayatındaki cinsiyet farkını kapatmadı.
Kadınların yüzde 49'u bir işte çalışıyorken bu oran erkekler için yüzde 74. Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Asya-Pasifik bölgelerinde işsizlerin yüzde 80'i kadın.

Vergilendirme
Tüm dünyada zenginler artık daha az vergi ödüyor. Dünyan çapında kurumsal vergiler, yani kâr üzerinden alınan vergiler 1993'te yüzde 38 iken 2007'de yüzde 27'nin altına düştü. 2000'den beri tek bir ülkede bile kurumsal vergiler arttırılmadı.
Şahsi vergilere baktığımızda yine zenginlerin durumu gayet iyi. Aynı dönemde zenginlerin verdiği vergi ortalamada yüzde 37'den 34'e düştü.
Aynı zamanda devletler gelirlerinin büyük kısmını KDV gibi "dolaylı" vergilerden elde etti. İşçiler paralarının büyük kısmını tüketim mallarına harcadıkları için bu vergiler işçileri çok daha fazla vuruyor.
Dünya çapında dolaylı vergi oranları yükseldi. Almanya'da 1980'de yüzde 13 olan KDV oranı 2007'de yüzde 19'a yükseldi. Latin Amerika'da yüzde 10'dan 15'e çıktı.
Bütün dünyada kamu hizmetlerinin yükü işçilerin sırtına yüklenirken zenginler daha az para ödüyor.

Patron maaşları
Patronların maaşları ortalama işçi ücretinin an az 50 katı. Bazı yerlerde bu oran, primler hariç 180 katına ulaşıyor.
Gelişmiş ülkelerde eşitsizlik en çok ABD'de yaşanıyor. Orada yöneticilerle sıradan işçiler arasındaki uçurum çok büyük. Genel müdürler 2007 yılında ortalama işçiden 520 kat daha fazla kazanıyor. 2003'te ise 360 kat daha fazla kazanıyorlardı.
Hong Kong ve Güney Afrika'da yöneticiler ABD'deki meslektaşlarına oranla daha az olsa da yine de işçilerden sırasıyla 160 ve 104 kat fazla kazanıyorlar.
Prim ödemelerini de hesaba kattığımızda 2003'te yıllık 16 milyon dolar kazanan Amerikan patronların 2007'de 24 milyon dolar kazanır hale geldiğini görüyoruz. Bu da yüzde 10'luk bir artışa tekabül ediyor. Buna karşılık ABD işçilerinin ücretlerinde sadece yüzde 0.7'lik bir artış yaşandı.
Üstüne üstlük bu devasa fark mevzubahis şirketin başarılı veya başarısız olmasından tamamen bağımsız.

Kriz
Mevcut krizle beraber iyice anladık ki kapitalizm küresel bir sistem, dolayısıyla ancak işçilerin küresel eylemiyle yıkılabilir. Bu yüzden zengin ülkelerdeki işçilerle fakir ülkelerdeki işçilerin çıkarları ortaktır. Şirketlerin aç gözlülüğüne dayalı bir sistemin yerine insan ihtiyaçlarına dayalı bir sistem kurmak için işçiler birleşmek zorunda.
İstatistiklerin gösterdiği şey, küresel işçi sınıfının her zamanki gücünü koruduğu ve saldırılara direnmek için bir sürü sebebi olduğu. Göstermediği şey ise siyasi ve endüstriyel mücadele. Tam da bu mücadele, işçilerin, bütün zenginliğin patronlarca cebe indirildiği 30 yıllık bu düzeni tersine çevirip çeviremeyeceğini gösterecek. Ve yine bu mücadele, kapitalizmin bu krizinin sosyalist bir dünya yaratılmasına mı yoksa hep beraber daha zalim bir dünyaya gömülmemize mi yol açacağını belirleyecek.


İtalya’da 1 milyon kişi krize ve ırkçılığa karşı sokağa çıktı
İtalya'da işçiler ve öğrenciler krize ve ırkçılığa karşı ülkenin pek çok yerinde eylemler gerçekleştirdi.
30 Ekim'de bir milyona yakın öğrenci, öğretmen, öğretim görevlisi ve onları destekleyenler Roma'da Berlusconi hükümetinin eğitim harcamalarını kısmasına karşı bir gösteri düzenledi. Okulların yüzde 90'ından fazlası kapandı. Ülkenin en büyük sendika konfederasyonu CGIL de Roma'daki harekete katıldı ve genel grev çağrıları yapıldı.
Bir günlük grev olarak başlayan süreç okul işgalleriyle devam ediyor. 87 bin öğretmenin işten atılması planlarına karşı ülkede okulların yarısı tekrar öğrenci ve öğretmenlerin boykotu sonucu kapandı. Turin'de 50 bin kişi orkestra eşliğinde yürüdü. Milan'da öğrenciler borsa binasının önüne giderek krizin faturalarının kendilerine yüklenmemesi gerektiğini haykırdılar. Floransa'da demiryollarını, Napoli'de şehir meydanını ve Venedik'de adayı anakaraya bağlayan yolu kapattılar.
Otobüs ve tren işçileri büyük sendikaların desteklememesine rağmen ücret arttırımı talebiyle greve gittiler ve ulaşım durma noktasına geldi. Tüm bunlar krizin sonuçlarına karşı bir direnişin mümkün olduğunu gösteriyor. Ama direniş bununla da sınırlı değil.
Aynı zamanda on binlerce lise ve üniversite öğrencisi ülkede göçmenlere yönelik saldırıları ve kötü koşullarda çalıştırılmalarını kınamak amacıyla düzenlenen eyleme katıldı.
İtalya’da krize ve ırkçılığa karşı çıkan hareketlerin ırkçı iktidarı sarsmaya devam edeceği görüldü.