Meltem Oral
İki yıl önce 24 Nisan tarihinde askerde öldürülen Sevag Balıkçı davasının yargılama süreci ve nihayetindeki kararı, Türkiye’de yaşayan bir Hristiyan’ın kimliği nedeniyle öldürülebileceğini ve yasalar nezdinde katilinden hesap sorulamayacağını gösteriyor.

Sevag Balıkçı, Hrant Dink bir derin devlet operasyonuyla katledildikten dört yıl sonra, bir milyondan fazla Ermeni’nin yok edildiği Ermeni soykırımın 96. yılının anıldığı gün, faşist BBP sempatizanı bir asker tarafından öldürüldü.

Irkçılık öldürdü

Davadaki tanıkların çelişkileri ifadeleri, bir tanık askerin dört kez ifade değiştirmesi olayın şahitlerinin baskı altında tutulduğunu gösteriyor. Delillerin toplanmasından, katilin daha ilk celsede serbest kalmasına, sorumlu astsubayın görevde tutulmaya devam etmesine kadar dava sürecindeki her aşama olayın üzerini kapamak sonuç olarak da Ermeni toplumunun ve bütün müslüman olmayan azınlığın korkularını pekiştirmek, ırkçı milliyetçi zihniyete ise güven vermek üzerine kurulu.

Hrant Dink cinayetinin ardından “Hepimiz Ermeniyiz” diyerek sokağa çıkan, davanın takipçisi olan, bu toplumda ırkçı saiklerle cinayetler işlenmesine son vermeye çalışan, bir Ermeni’nin Ermeni olduğu için öldürülme riskinin olmadığı bir toplumda yaşamak isteyen binlerce insan resmi tarihin bu en karanlık köşesine dair bolca tartıştı, gündeme soktu, sadece derin devletin büyük abilerinin değil devletin sığ yüzünün oynadığı rolün de teşhir edilmesine çalıştı.

Resmi ideolojinin hafızasızlaştırmasına inat kendi tarihini yeniden ‘hatırlamaya’ çabaladı. Bütün bu çabaların Türkiye’nin en merkezi noktası Taksim Meydanı’nda 24 Nisan Ermeni soykırımını binlerce insanın birlikte anmasını, ‘soykırım vardır’ı meydanlarda söyleyebilmesini sağlayan bir etkisi de oldu.

Hrant Dink cinayetinde büyük abilerin hala deşifre olmaması ve son olarak da Sevag cinayetindeki karar gösterdi ki mücadele edilmesi gereken çok şey var. Öncelikle bir nefret suçları yasasının çıkması, Sevag cinayetinde olduğu gibi katilin sadece kasten adam öldürmekten yargılanması değil, ırkçı saiklerle cinayet işlediğinin kabul edilmesi dolayısıyla ırkçı, nefret kültüründen yasalar karşısında gerçekten hesap sorulması için önemli. Ama tabii ki yeterli değil, aynı zamanda o yasaları uygulamaya koymasını beklediğimiz organların zihniyetiyle de hesaplaşılması gerekiyor.

Resmi ideolojinin katliamcı, asimilasyoncu, inkarcı tarihi eğitimi, yargıyı, medyayı, gündelik hayatın birçok alanını ırkçı, milliyetçi nefret kültürüyle beslemeye çalışıyor. Bu yüzden ancak sokakta ırkçılığa ve milliyetçiliğe karşı politik bir kampanya örerek, neferet suçları yasası talebimizi kazanabilir hem de bu yasanın gerçekten kullanılmasını sağlayabiliriz.

Sokakta ırkçı fikirlere karşı tartışmak için bugünkü barış süreci çok önemli bir fırsat. Kürt sorununda çözümsüzlük isteyenlerle, Ermenilere, Rumlara, Yahudilere, Süryanilere dönük ırkçı söylemi üretenlerin aynı zihniyet olduğunu, halkları birbirine düşman etmeye çalışan bütün anlatılarla hesaplaşmak için Kürt sorununda ‘çözüm’ derken bunun aynı zamanda Türkiye’de yaşayan bütün halkların özgürleşmesi için önemli olduğunu anlatmalıyız.