Sinan Canbay

“Üstünlüğün parayla kazanılmadığı bir sistem bulmak gerek. Yoksa bütün yoksullar yok olup gidecek ve zenginler baş başa kalacak. Ben bu amansız kapitalizmi istemiyorum.” diyordu, 2000 yılının Nisan ayında, şimdiki UEFA başkanı Michel Platini.

 

‘Halkın sporu’ denilen futbol, hemen oynamaya alışılabilen, paylaşımı arttıran ve toplumun her sınıfında oynanabilen bir spordur. Stadyumların bilet fiyatları, transferler, reklamlar, hep bir rekabet alanı olmuştur. Futbol kapitalizmin en sert hissedildiği alanlardan biridir. Eskiden işçi sınıfının gittiği az bir parayla stada girdiği ve takımı desteklediği tribünlere, koltuklar sonradan eklenmiş ve stadyumların güzel seyirlik yerleri parası olanlara ayrılmıştır. Küresel çapta düzenlenen turnuvalarda ise çok büyük paralar dönüyor. Mesela Güney Afrika, 2010 Dünya Kupasına 4.3 milyon dolar para ayırdı. 50 milyonluk nüfusun yarısının açlık sınırında yaşadığı Güney Afrika’da bu durum protesto edilmişti.

Böyle bir bataklığın içinde şike skandallarının patlak vermesi ise hiç şaşırtıcı değil. Bu skandallar sadece Türkiye’ye özgü değil, Avrupa’da İtalya ve Almanya’da da ortaya çıktı. Onlar bu işle ilgili düzgün bir yargılama yaptı ve gereken cezalar verildi. İtalya’da 2006 yılında yapılan ‘Temiz Ayaklar Operasyonu’nda, Fiorentina ve Lazio takımları, İtalya birinci ligi olan Serie A’da kaldı. Bir sonraki sezon Fiorentina’dan 19 puan, Lazio’dan ise 11 puan düşülmesine karar verildi. Juventus’un bir alt kümeye düşmesi onandı ancak eksi 30 puandan başlaması istenen ilk karar bozuldu ve eksi 17 puanla 2006-2007 sezonuna başlaması kararı verildi. Zaten küme düşürülmeyen Milan’ının ise 15 puan silinmesi şeklindeki ilk karar bozuldu ve ceza 8 puana indirildi. Almanya’da ise ‘Bochum bahis skandalı’ olarak bilinen davada manipüle edilen maçlar üzerine bahis oynayan ve bazı futbolculara rüşvet veren kişiler hapis cezaları aldı. Türkiye’de ise 2011 yılında bir operasyon düzenlendi, yargılama sonucu 93 sanıktan 48’i çeşitli cezalar alırken, 45’i beraat etti. Profesyonel Futbol Disiplin Kuruluna (PFDK) sevk edilen 17 takım ise hiçbir ceza almadı. Bu çıkan kararları tatmin edici bulmaya UEFA ise 10 Haziran 2013 tarihinde, Beşiktaş ve Fenerbahçe kulüplerini “Direkt veya dolaylı olarak maç sonucuna etki etmek” suçlamasıyla UEFA Kontrol ve Disiplin Kuruluna sevk ederek, Fenerbahçe’yi 2, Beşiktaş’ı ise 1 sezon UEFA müsabakalarından men etti.

Şike olan bir yerde ise mafya olmazsa olmaz. Galatasaray’ın 90’lardaki başarılarında Fatih Terim-Mehmet Ağar-Haluk Ulusoy ilişkileri, Beşiktaş’ın 2002-2004 yılları arasında Sinan Engin-Alaattin Çakıcı ilişkisi ve son 2011 operasyonlarında Fenerbahçe’nin Ergenekon üyesi Sedat Peker ile ilişkisi otaya çıkmıştı. Aziz Yıldırım hapiste olduğu dönemde, “Ben konuşursam herkes yanar” demişti, bu ifade 90’larda Mehmet Ağar’ın “Tuğlayı çekersem duvar yıkılır” ifadesiyle oldukça benzeşmekteydi. Bunun anlamı, “Beni kurtaramazsanız hepinizi yakarım” anlamına geliyordu. Nitekim ikisi de –şimdilik- kurtarılmış durumda.

Cinsiyetçilik, homofobi, ırkçılık ve türcülük. Bu konularda Avrupa’da pek çok yaptırım var ama Türkiye’de henüz yok. Mesela Yunanistan’da ırkçı tweet atan Yunan sporcu Voula Papachristou, Olimpiyatlardan men edilmişti. Sırbistan Futbol Federasyonu ise Partizan ve Novi Pazar takımlarının maçında İslamiyet’i aşağılayan ve ırkçı slogan atan taraftarlar yüzünden, iki takıma da sezon sonuna kadar seyircisiz oynama cezası vermişti. Yine UEFA, ırkçılık yapan futbolculara 10 maça kadar ceza verebiliyor. Türkiye bu konularda biraz öncü durumda ve dosyası kabarık, akla ilk gelen örneklere bakarsak: Eşcinsel olduğunu açıklayan hakem Halil İbrahim Dinçdağ, meslekten ihraç edildi ve mafya tarafından ölümle tehdit edildi. Maçlarda erkeklerin uyguladığı şiddet veya küfür yüzünden, ‘ceza olarak’ maçları ‘kadınlar ve çocuklar’ izliyor. Ülkede ‘AMK’ adında bir futbol gazetesi var ve bu gazeteyi çıkaranlar isimlerini nereden esinlenip koyduklarını söylemekte bir beis görmüyor.

Biraz da güzel şeylerden bahsedelim. Geçtiğimiz aylarda İtalya’da Milan-Pro Patriali hazırlık karşılaşmasında, Pro Patriali taraftarları Milan’lı Kevin-Prince Boateng, Sulley Muntari ve M’Baye Niang’a yaptıkları ırkçı hareketlerden ötürü Milan takımı sahadan çekildi. Endüstriyel futbola karşı tavrını koyabilen, neredeyse her maçı bir protesto gösterisine dönüştüren, tribünleri kızıl renk olan Livorno ve futboldan bağımsız neşeli ve küfürsüz tribünleri, eşcinsel başkanları, Gezi’ye selam gönderen, Halil İbrahim Dinçdağ’a destek olan anti-faşit St. Pauli takımlarının taraftarları ise, futbolun farklı yanlarını bizlere gösteriyor.

Peki bunca pislik stadyumlardan ve futbol dünyasından nasıl temizlenecek? Bu sorunun cevabı oldukça zor ama öncelikle topu sermayedarlara değil çocuklara yuvarlayabiliriz ve Galatasaray’ın rahmetli futbolcusu Metin Kurt’un dediği gibi: Futbol borsada değil, arsada güzel.