1917 Ekim devriminin liderlerinden Lenin açık ya da gizli sürekli bir eleştiri bombardımanı halinde. Daha devrimin ilk yıllarında, Ekim devriminin erken bir devrim olduğunu iddia edenlerce, Rusya gibi geri bir ülkede sosyalist devrimi savunduğu için zorba olmakla, despotik bir toplumsal yapıyı savunmakla eleştirilmişti.
Stalin dönemi de ilk bakışta bu eleştirileri haklı çıkartmış gibi göründü.
1989 yılında Doğu Bloku rejimleri, ardından SSCB yıkıldığında, çökenin Lenin’in fikrileri olduğu, tüm fikirleri arasında özellikle parti fikrinin tarihin çöp tenekesine atılması gerektiği moda görüş haline gelmişti.
Moda haline gelmişti çünkü Stalin döneminin icraatları ortaya çıkmış, stalinizmin sistematik bir baskı aygıtı olarak Rusya’da en başta işçi sınıfı tüm muhalefeti sindirdiği, örgütsüzleştirdiği, işkencenin Rusya’da günlük bir uygulama olduğu gizlenemez gerçekle olarak medyada günlük haberler haline gelmişti.
Stalin gökten zembille inmediğine göre, bu diktatörün tarihi kökeninin Bolşevik Parti anlayışı olduğu, el çabukluğu marifet birkaç dakikada kanıtlanmıştı. Sadece Ekim devrimi erken bir devrim değildi, Bolşevik Parti de sonu Stalin rejimiyle biten özelliklerle doluydu.
Kısaca, Stalin Lenin’in devamıydı ve stalinist uygulamalar için Lenin’in parti anlayışı gereken tüm cephaneyi sağlıyordu. Öyleyse…
Öyleyse yapılması gereken çok açık. Yeni Stalinlere yol açmamak için bugün her şey denenebilir ama Bolşevik Partisi gibi bir deneyime asla kapı aralamamak lazım!
Bolşevik Parti hakkındaki bu baştan sona yanlış iddia, küçük bir sorunu atlıyor. 1917 yılında Birinci Dünya Savaşı’nın göbeğinde Şubat ayında kendiliğinden bir şekilde, hiç kimseye sormadan, hiçbir partiye danışmadan, “Ekmek ve Barış” sloganlarıyla sefalete ve savaşa karşı devrime başlayan Rus işçi sınıfıydı. Ekim ayına gelindiğinde Rusya’nın önünde pek beğenilen parlamenter bir cumhuriyet seçeneği yoktu. Ya askeri bir darbe olacaktı ya da bir işçi demokrasisi kurulacaktı!
Bolşevikler ve Lenin, Rusya’da tarihlerindeki ne büyük prestije, askeri darbeye karşı savundukları birleşik cephe politikasının sayesinde ulaştılar. Tüm eğilimlerden işçiler askeri darbeyi püskürtürken, Bolşevikler bu politikanın sadece savunucuları değil, uygulayıcıları olarak da yüz binlerce işçinin güvenini kazandı.
Bu güven, diğer partiler askeri darbeyle işçi devrimi arasında yalpalarken, Bolşeviklerin işçi demokrasisinin kazanımlarını korumak için devrimin sürekli kılınması yönündeki politikaları, “Leninci” partiyi tüm işçi partilerinden bir adım öne çıkarttı. İşçi sınıfının politik odağı haline getirdi. Ayaklanmanın, bir işçi ayaklanmasının planlayıcı olmasını sağladı.
Bolşevikler, kendileri ayaklanmadılar. Ayaklanan işçi sınıfının, yoksul köylü ve askerlerin kazanması için, sonuna kadar gitmeyen bir ayaklanmanın ezilenler açısından en büyük, en kanlı felaket olduğunu, işçi sınıfının kuşaklar boyunca harekete geçmesine engel olacak bir baskı ve zorbalık rejimi- nin kurulacağını bildikleri için mücadele ettiler.
Üstelik ne Lenin ne de dönemin Bolşevikleri, Rusya’da tek başına bir sosyalizm kurulabileceğini düşündü. Rusya’daki işçi devrimi, Avrupa işçi devrimleri imdada yetişene kadar tüm dünya ezilenlerine ilham veren bir ayaklanma merkezi olacaktı. Stalin, bu koşulların, bu yaklaşımın ürünü değildir. Stalinizm, işçi devriminin ve Bolşevik partisinin doğal ürünü değildir. Stalinizm dünya kapitalizminin baskısı, tek bir ülkede sıkışıp kalan işçi devrimi üzerinde şiddetini artırdıkça, bu devrimi ve devrime öncülük eden işçi partisini arkasına              kapitalizmin gücünü ve olanaklarını alarak boğan geleneğin adıdır.   

Şenol Karakaş