Suç oranları, günümüz toplumunun en çok konuşulan sorunlarından birisi. Her gün televizyonlarda suç haberlerine rastlamak mümkün. En çok gördüklerimiz ise gasp, tecavüz, cinayet ve benzeri olaylar. Medya, genellikle büyük şirketlerin ve patronların işledikleri suçları görmezden gelerek, bize çalışan sınıfların yaptıklarını anlatmayı tercih ediyor.

Araştırmalara göre, ağır şartlar altında çalışan, topluma yabancılaşmış ve fakirliğe mahkûm edilmiş insanların suça daha meyilli olduğu gözleniyor. Örneğin, İngiltere’de yapılan bir araştırma, ilginç bir konuyu gündeme getiriyor. Bu araştırmaya göre, özel mülkiyetlere ve insanlara karşı işlenen suçlar, ekonomik durum ile doğrudan ilgili. Günümüzde suç oranlarının en yüksek olduğu yerler, geleneksel sanayinin krizde olduğu bölgeler.  1930’lu yıllar ve 1990’ların sonu gibi küresel kriz dönemleri ise, tarih boyunca suç işleme oranlarının en çok arttığı dönemler olmuş. Kriz dönemlerinde, devletlerden sosyal yardım alamayan insanlar, yaşam şartları ve stresin etkisi ile suça daha meyilli hale geliyorlar. İşsizlerin çalışanlara oranlar üç kat fazla suça yatkın olduğu, yine araştırmalar sonucu ortaya çıkan bir gerçek.
Yoksulluk ve eğitimsizlik de gençler arasında suç oranının artmasında doğrudan etkili. 18 yaşını doldurmamış suçluların çok büyük bir kısmı, ya okullarından atılmış ya da hiç eğitim görmemişlerden oluşuyor.
Kapitalizm, sebep olduğu yabancılaşma ve izolasyon ile bizleri hayatımızı kontrol etmekten alıkoyuyor. Egemen sınıf, insanlar arasında nefret doğurarak tüm toplum içinde bir savaş üretiyor.
Ancak var olan sistem, kolektivite, dayanışma ve toplumsal mülkiyete dayalı bir sistem ile yer değiştirirse, suç oranları toplum içinde marjinal ve önemsiz bir noktaya düşer.


l Dünyada her dakika bir kişi ateşli silahlarla öldürülüyor.
l Türkiye’de her gün iki kadın tecavüze uğruyor.
l Dünyada tuttuklu sayısı 10 milyona ulaştı.
l 458 hapishanesi bulunan Türkiye yeni hapishanelerin özel şirketler tarafından yapılıp yönetilmesine sıcak bakıyor


Polisler kimi korur?
Sosyalistler, polislerin egemen sınıfın çıkarlarını korumakla yükümlü olduğu görüşündedirler. Ancak çoğu insan, her ne kadar sevmese de, güvenliği sağlamak için böyle bir örgütlenmenin her zaman gerekli olduğunu, aksi takdirde topluma tamamen kaosun hakim olacağını düşünür.
İlk bakışta, polisler, herkesi eşit ölçüde korumaya çalışıyor gibi gözükür. Bir bankanın kasasının soyulması kadar,  sıradan bir insanın evinin soyulmasıyla da ilgilendikleri düşünülebilir. Ancak, bir bankadan çalınacak milyonlarca liranın bulunması için, sıradan bir insanın uğradığı hırsızlığa kıyasla çok daha fazla çaba harcanır. Çünkü polisin asıl görevi, mülkiyetin ve gelirin büyük bir çoğunluğunu elinde tutan küçük bir azınlığı korumak, bu adaletsiz dağılımın devamlılığını garanti altına almaktır. Kitlesel muhalefet gösterilerinde şiddet uygulamalarının, greve çıkan işçileri vurmalarının sebebi de budur.
Peki polisler olmasaydı, suçların, mesela cinayetlerin önüne geçebilir miydik? Bugünkü toplum yapısında, bu pek mümkün gözükmüyor. Ancak bu suçların varlığı, insan yaşamının kaçınılmaz özelliklerinden biri değildir. Cinayet, tecavüz, kundakçılık veya gasp, sosyal şartların getirdiği sonuçlardır ve bu sosyal şartların sorumlusu kapitalizmdir. Örneğin, insanlık tarihinin en zengin toplumu olan ABD’de, işsizlik ve yoksullukla boğuşan siyahlar arasında suç oranının bu kadar yüksek olması tesadüf değildir. Zaten egemen sınıf, kendi zenginliğini muhafaza etmek ve arttırmak için, suç işlemekten kesinlikle çekinmez. ABD egemen sınıfı çıkarları için milyonlarca insanı öldürüyorken,  aynı ülkenin yoksul kesimlerinin benzer yöntemlerle refaha kavuşmaya çalışması şaşırtıcı değildir.
Yoksulluk ve savaş gibi, suç da toplumun kapitalist örgütlenmesinin bir sonucudur. Bu yapı değişikliğe uğramadığı sürece, suçların kökünün kazınması mümkün değildir. Bu gerçekleşene kadar, polisler, büyük çoğunluk için sorun yaratan suçlarla çok az ilgilenip, bu suçları yaratan mülkiyet ilişkilerinin devamını sağlamaya çalışacaklar.


Mafyanın doğuşu
Günümüzün yasa dışı yer altı örgütlenmelerine verilen isim olan “mafya”, aslında 19. yüzyılda İtalya’daki Sicilya Mafyası’na verilen özel isimdi. Bu çete, İtalya’da feodalizmden kapitalist topluma geçiş sürecinde doğdu. Feodal toprak ağalarının gelirlerini zor kullanarak toplamaya başlayan Mafya, kısa sürede para sahibi olup toprak satın almaya başladı ve küçük ölçekte sermayedarlara dönüştü. 1861’de özgür bir ulus devlet olan İtalyan’nın zayıflığından faydalanarak, egemen sınıfın tetikçisi haline getirildi. Resmi kurumlardan daha güçlü olmaya başlayan Mafya, sıradan insanların da desteğini kazanıyordu. Yoksullar ve işsizler, sosyal ve politik taleplerini sisteme değil, bu yasa dışı örgütlenmeye yöneltmeye başlamışlardı.
Sicilya Mafyası’nı büyük bir krize sokan şey ise, işçi sınıfının gelişmesi ve örgütlenerek mücadele etmeye başlaması oldu. Bunun en güzel örneği, 1892-1895 yılları arasında demokratik örgütlenmeler inşa eden Fasci Siciliani hareketidir. Ancak bu yapılar daha sonradan devlet tarafından yıkılmıştır.
Mafya adı verilen terörist çeteler, şu anda dünyanın her yerinde kumar, ticaret, uyuşturucu, finans, inşaat, kadın ticareti ve fuhuş, kaçakçılık, gasp ve adam öldürme, fidyecilik gibi yüzlerce yasal ve yasa dışı sektörde faaliyet gösteriyor.