Şenol Karakaş
Türkiye İstatistik Kurumu verileri, işsizlik oranının yüzde 16 olduğunu gösteriyor. İşsizlik rekoru kırılıyor. Bu, Türkiye’de dört milyon kişinin işsiz olduğu anlamına geliyor.
Aynı kurumun verileri, 4 milyon işçinin 530 bininin son bir yılda işten çıkartıldığını gösteriyor.
Aile bazında hesaplanırsa 16 milyon kişi her akşam kaç ekmek yiyeceğini ölçüp biçmek zorunda.
İşsizliğin azalacağı yönünde hiçbir işaret de yok henüz.
İşsizlik sadece Türkiye’ye özgü bir sorun değil. ABD’de işsiz sayısı 13,2 milyona ulaşırken, bu rakam son 26 yılın en yüksek oranı oldu. ABD’de sadece 2007 yılı Aralık ayından bugüne kadar 5 milyondan fazla işçi işini kaybetti.
İspanya’da işsizlik oranının 2010 yılında %20’ye çıkması bekleniyor. Avrupa ülkelerinde işsizlik rekor kırdı. Şubat ayı verileriyle işsiz sayısı bu ülkelerde 13,5 milyona yaklaştı.
Dünya çapında artan işsizlikle Türkiye’dekinin farkı hükümetten kaynaklanıyor. Türkiye’de hükümete ve başbakana göre, “kriz teğet geçiyor.” Recep Tayyip Erdoğan krizle ilgili son konuşmasında, Türkiye’de, dünyadaki örneklerini gördüğümüz gibi batan bankalar ya da iflasını isteyen büyük şirketler olmadığını söyleyerek, krizin teğet geçtiği teorisini sözümona güçlendiren veriler sundu.
Bunun, katıksız bir sermaye bakış açısı olduğu çok açık. Krizin etkisini, sadece büyük şirketlerin batıp batmamasıyla açıklamak, bankalar batmıyorsa krizin etkisini küçümsemek milyonlarca yoksulun hükümetin görüş alanında olmadığını kanıtlar sadece.
Üstelik krizin bir başka göstergesi olan sanayi üretiminde düşüş eğilimi de “teğet geçme” teorisini yalanlıyor. Sanayi üretimi 2008 yılından beri düzenli bir şekilde düşüyor, üretim her ay bir önceki aydan daha düşük oldu. Ocak 2008’e göre Ocak 2009’da sanayi üretimi yüzde 21.3’lük bir düşüş yaşadı. Şubat ayında ise sanayi üretiminde yaşanan düşüş yüzde 23.7 oranıyla tam bir rekor kırdı.
Bu rekor, patronlar açısından işten işçi çıkartmak için bulunmaz bir bahane yaratıyor. Hükümet krize karşı tedbir paketleri açıklarken patronların sigorta primlerini yüzde 25 oranında düşürmek gibi, sermayeyi kollayan öneriler üretiyor. Devlet Bakanı Mehmet Şimşek, ''Bu hazineye 5 milyara mal oldu, ama şirketlerimiz daha rekabetçi oldu. İnşallah istihdam artacak'' diyerek ortada dönen dolabı istemeden ağzından kaçırdı. Hazine, milyonlarca işçiden kesilen paraların toplamı demek. Patronların yükünü azaltmanın Hazine’ye yük getirmesi, krizin yükünün sadece işsizlikle değil, tedbir paketleriyle de emekçilere yüklenmesi anlamına geliyor.
Üstelik Marks’ın vurguladığı gibi, işsizlik, işten çıkartılan her bir işçinin çalışanlar üzerinde yarattığı basınçla, ücretlerin düşmesi yönünde kuvvetli bir eğilim yaratıyor.
Kriz teğet geçmiyor, işçileri ve yoksulları paramparça ederek geçiyor. Krizin etkilerine karşı, işçilerin ve yoksulların büyük bir savunma ve mücadele cephesi kurması gerekiyor. Emek örgütleri bir dizi talebe sahip:
Açlık sınırında yaşayan insanlara yurttaşlık ücreti ödenmeli, temel tüketim, gıda maddeleri ve ilaçta KDV kaldırılmalı, işsizlerin sağlık giderleri kamu tarafından karşılanmalı, işsizlik fonunun süresi ve kapsamı genişletilmeli, ücret farkı olmadan çalışma saatleri günde 7 saate indirilmeli.
Bu talebe, zenginlerin vergilendirilmesi talebi de eklendiğinde önemli bir hamle yapılmış olacak.
Bu talepler işçi sınıfının grev hakkı ve toplu pazarlık haklarında basınç oluşturan yasakların kaldırılması talepleriyle birleştirildiğinde, krize teğet yaşayanları politik bir krize sokacak yaygın ve kazanmak için bir mücadele adımı atılabilir.