Roni Margulies
Bu hafta dört kez uçak yolculuğu yaptım; Ankara’da Mazlum-Der’in, Nevşehir’de Konyalı Müslüman Sivil Toplum Kuruluşlarının düzenlediği toplantılara katıldım.
Müslüman cenahta neler düşünüldüğünü dinlemenin (ve benim dediklerime gösterilen tepkiyi görmenin) yanı sıra, bir yararı daha oldu bu yolculukların.
Ümit Zileli’nin Cumhurun Trajedisi – Karşıdevrimin Kısa Tarihi kitabını okudum uçaklarda (Cumhuriyet Kitapları, Nisan 2009). Şu karşıdevrimi anlatan bir şeyler okumak istiyordum kaç zamandır. Nihayet okudum. Neymiş, size de anlatayım.
Türkiye tarihi üç döneme ayrılır.
- 1923-1938 Atatürk ve devrimler dönemi;
- 1938-1950 Duraklama ve gerileme dönemi;
- 1950-... Karşıdevrim süreci.
Bu süreç sonucunda, Türkiye bugün “emperyalist efendilerin boyunduruğunda giderek sömürgeleşmesiyle ve ... tam olarak bir ‘dinci-faşizm’ karanlığına teslim olmak tehlikesiyle” karşı karşıya.
Nasıl gelindi peki bu “dehşet tablosu” durumuna?
Halkın salaklığı yüzünden: “Türk halkı ne yazık ki kendisine sunulan gerçek zenginliğin, yani özgürleşmenin, ortaçağ karanlığından kurtulmanın, bağımsızlık denilen hazinenin ve tabii yurttaş olma erdeminin anlamını ve önemini kavrayamadı... Bunun yerine, yukarıdan verilen hakları kullanmak ve giderek eksilmesini, yok olmasını izlemekle yetindiler.”
Buradaki “özgürlük” kavramı ilginç. Yukarıdan verilen hakları kullanma özgürlüğü! Halk bunları kullanmamayı seçerse, verenler zorla kullandırtır. “Özgür olacaksın lan!” şeklinde ifade edilebilecek bir özgürlük!
Örneğin, karşıdevrim 1950 yılında Demokrat Parti’nin %52,7 oy almasıyla başlıyor. Yani halk istediği partiyi seçme özgürlüğünü kullanıyor, ama aksi gibi karşıdevrimci bir partiyi seçiyor! Üstelik, dört yıl sonra aynı partiye bu sefer de %57,5 oy veriyor. Karşıdevrim dört nala ilerlerken, üç yıl sonra halk yine DP’ye %47,9 oy veriyor. Bu kadar karşıdevrimci bir halk dünyanın hiçbir yerinde yoktur herhalde!
“Acaba halkımız ne yapıyordu? Çoğunluk, her zamanki gibi susuyor ve seyrediyordu!.. Halkımızın çok önemli bölümü, sağcı siyasetin merkezdeki, uçtaki ya da dinci renklerine sarılmış, mışıl mışıl uyumayı sürdürüyordu!..”
“Peki ya halkımız, o ne yaptı?.. Önemli bölümü 10 yıl boyunca ne yaptıysa onu yaptı, seyretti!.. Sanki bu ülkede, bu topraklarda yaşamıyormuşçasına, uzaktan baktı, evet yalnızca baktı!..”
Garip bir toplum şeması var burada. Halk uyuyor, zaman zaman uyandığında da uzaktan seyrediyor. Birileri karşıdevrim yapıyor, birileri (“sol”) buna karşı kahramanca direniyor. Her şey halkın dışında, üstünde olup bitiyor. Halkın haberi bile yok, tümüyle edilgen bir koyun sürüsü. Sadece arada bir uyanıp karşıdevrimcilere oy veriyor!
Kemalistlerin sunduğu özgürlüğün önemini kavrayamayan bir halk karşısında ne yapmalı? Mustafa Kemal’in yaptığını yapmalı. Saltanatın kaldırılması mecliste tartışılır ve itirazlar yükselirken, “Mustafa Kemal, baktı ki iş iyice çıkmaza giriyor, söz istedi ve önündeki sıranın üzerine çıkarak, açık, kesin ve yüksek bir sesle şu konuşmayı yaptı: ... Bu, ne olursa olsun yapılacaktır... Burada toplananlar... sorunu doğal bulursa, sanırım ki uygun olur. Yoksa yine gerçek, yöntemine göre saptanacaktır; ama ihtimal bazı kafalar kesilecektir!..”
İşte demokrasi, işte karşıdevrimi engellemenin yolu: Ya özgür olacaksın ya kafanı keseriz!
Şener Eruygur da böyle düşünüyor olabilir mi acaba?