Avi Haligua
Avrupa Parlamentosu seçimleri, işsizlik, ırkçılık ve İslam fobisi
AvAvrupa Parlamentosu (AP) seçimleri bu hafta gerçekleşti. Seçimlere dair genel olarak medyada görebileceklerimiz gayet sınırlı. 27 Avrupa Birliği ülkesinde düzenlenen seçimlerle ilgili haberlerde iki konu öne çıkıyor: Seçimlere katılım % 43 oranında gerçekleşti. Başta merkez sağ olmak üzere sağ partiler ciddi oranda oy kazandı.
Avrupa Halk Partisi adı altında birleşen Hristiyan Demokrat ve muhafazakar partiler 264 sandalye elde ederken, Sosyalistler 185, Liberaller 83, Avrupa Yeşilleri 50 milletvekili çıkarmış durumdalar.


Tarihin en düşük katılım

AP'nin 736 üyesinin belirleneceği seçimlerde 375 milyondan fazla seçmenin oy kullanma hakkı vardı. Ancak genel hissiyat AP’nin işlevsiz olduğu şeklinde olduğundan, kimse pek şaşırmış görünmüyor. Lakin bir önceki seçimlerde katılım oranı da yüzde 45'te kalmıştı. Ancak hemen tüm seçim anketleri milliyetçi-faşizan parti ve adayların önde göründüğünü işaret etmiş olsa da “aşırı sağın yükselişi” tam bir şaşkınlık yarattı. Ekonomik kriz sebebiyle, politikanın yapıldığı şeklinin ‘işlevsiz’ olduğunu düşünen kitlelerin kendini merkez dışında ifade edecekleri gayet açıktı. Krizle birlikte, İngiltere gibi köklü sendikal hareketlerin bulunduğu ülkelerde dahi  ulusal çıkarlardan, İngiliz işçilerden bahseden köklü sendikalar, sendikacılar peydah oldular. Fransa’da ve İtalya gibi ülkelerde ‘kurumsal sol’ çeşitli şekilleriyle geleneksel retorik ve iç tartışmalar içinde kendini tekrar ederken, milliyetçi hareket ve partiler, insanların işlerini kaybetme korkularını ve karanlık gelecek tahayyülerini kullanarak kendilerine daha geniş bir cephe yaratmanın peşindeler.
Kurumlaşmış hareket liderlikleri, geleneksel söylemlerini, ittifaklarını ve eylemliliklerini değiştirmeye gerek görmediler. Çünkü, pek çok insanın ekonomik krizi, kapitalizmin ürettiği bir sorun olarak göreceğini ve kitlelerin ‘solun’ değerini anlayacağını düşündüler. Fransa, Almanya, Polonya, İtalya gibi ülkelerde bunun tam tersinin gerçekleştiği görüldü. Kriz sebebiyle Avrupa çapında güç kazandığı söylenen Sosyalistler, örneğin Fransa'da yüzde 10 oy kaybettiler.
Öte yandan açıkça ırkçı, göçmen karşıtı politikalar güden partiler dokuz ülkede ya yoktan var oldular ya da ciddi oranda oy kazandılar.

Irkçı partiler
Burada iki etmenin öne çıktığını söylemek mümkün. Birincisi, AP’nin yasa koyma gücü olmadığı için fazlaca ciddiye alınmıyor ve bu sebeple seçimlerin daha çok tepki oylarından müteşekkil olması.  Çeşitli sebeplerle Avrupa Birliği’ne ya da çeşitli Birlik politikalarına karşı duyulan tepki ‘bağımsızlık yanlısı’ milliyetçi partilerin işine yarıyor. Bu sebeple, krizi, korkuları körüklemek üzere kullanan, ‘tehlikenin farkında’ olan partiler, en azından elindeki  işinden de olma korkusuyla, kolay çözümlere inanmaya hazır Avrupalıların bir kısmını ikna etmiş görünüyor. Öte yandan, merkez siyaset tarafından benzer bir şekilde ötelenip, dışlanan sol hareket ve partilerin böyle bir kazanım elde edememiş olmaları bir umut yaratma konusunda yetersizliklerini ortaya koyuyor. Krize dair bir çözüm önerisi ve öneriyi gerçekleştirecek bir kuvvet ortaya koyamadıkça Avrupa’da solun hayalleri süslemesi zor görünüyor. Bu durumda, tek de olsa bir kazanım elde etme iddiası olan bazı küçük partiler ciddi oranda ilgi görüyor. Örneğin, 2006’da İsveç’te kurulan ve internetten bedava dosya indirilebilmesini savunan Korsan Partisi (Pirate Party) Avrupa Parlamentosu'nda bir koltuk kazanırken, İngiltere İşçi Partisi “tarihi” bir yenilgi aldı.

 

 

Avrupa Birliği -Türkiye ilişkileri nasıl etkilenecek?
Avrupa parlamentosu seçimlerinde milliyetçi-faşist kampanyaların gözde konusu genellikle Türkiye ve Türkiye’nin AB üyeliği ihtimali üzerinden “yabancılar” sorunuydu.
80ler’den itibaren devrede olan yeni-liberal politikalar sosyal güvenlik ağlarını yok ederken, kazanılmış haklarını teker teker ekonomik büyümeye kurban veren Avrupa işçileri ve her gün azalan zenginlere rağmen fakirlerin hızla artmakta olduğunu fark eden orta sınıflar, ellerindeki işlerden de olmamak için hızla tepki göstermeye başladı.
AB ile genel olarak artan pahalılık ve sermaye yanlısı politikalar, Avrupa Birliği’ne duyulan tepkiyi arttırırken, sağ partiler bu tepki ve endişeleri, hak temelli hukuk standartları getirmeye çalışan politikalara ve ülkedeki yabancılara tahvil etmek konusunda oldukça başarılı oldu.
Türkiye sağ partilerin son seçim kampanyalarında, tarihsel sebeplerle yabancının cismani hali olarak Avrupa’da ırkçılık ve ayrımcılığın temel tepki noktası haline geldi. Bu sebeple krizden bahsetmek yerine Türkiye’nin AB üyeliğinden, yabancı işçilerin ‘kaptığı’ işlerden bahsetmek gayet moda.
Seçim sonuçları, Avrupa Parlamentosu Türkiye’nin AB üyeliğine dair karar yetkisine sahip olmasa da, önümüzdeki dönemde genel olarak parlak görünmeyen AB ile Türkiye ilişkilerinin ciddi bir krizle karşılaşma ihtimalinin yakın olduğunu gösteriyor.

 

FRANSA:
Seçimin ilk önemli çıkışından biri Fransa’da yeni kurulan Anti Kapitalist Parti’den (NPA) geldi . Girdiği ilk seçimlerde yüzde 4.9 oy alan NPA seçimlerde altıncı oldu. NPA’yı kuran Troçkist örgüt Devrimci Komünist Birlik (LCR), 2007 gerçekleşen Fransa başkanlık seçimlerinde %4 oy oranı ile Devrimci Komünist Birlik(LCR) adayı Olivier Besancenot’le yüzde 4 oy almıştı.

İNGİLTERE:
İngiltere’de ise faşist hareket tarihi bir çıkış yaptı.  İngiliz Ulusal Partisi (BNP) 1 milyon oy aldı.