Ozan Tekin
Onlar için ölüm, ırkçılık, açlık ve ayrımcılıkla dolu bir dünya
“Mülteci” kavramı, uluslararası hukukta vatandaşı olduğu ülke dışında yaşayıp ırkı, dini, siyasi düşüncesi veya belirli bir toplumsal gruba mensubiyeti sebebiyle baskıya uğrayacağından korktuğu için ülkesine dönemeyen veya dönmek istemeyen kişiler için kullanılır. Mültecilerin hakları, 1951 tarihli Cenevre Sözleşmesi ile düzenlenmiş ve 1967 Protokolü ile geliştirilmiştir. Ancak dünyanın dört bir yanında mülteciler, sığınmacılar ve kaçak göçmenler, esas olarak bütün temel haklarından mahrum bir şekilde, kötü koşullarda yaşamaktadırlar.
l 2008 yılının sonunda, dünya çapında yerinden edilmiş insan sayısı 42 milyonu buldu. Doğal felaketler sebebiyle göç edenleri de eklediğimizde, bu sayı 67 milyona çıkıyor. Bunların 15.2 milyonunu mülteciler, 827 binini davası devam eden sığınmacılar oluşturuyor. Mülteci sayısı, dokuz senelik bir düşüşten sonra 2008’de tekrar arttı.

l Toplamda sadece 25 milyon kişi BM Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK)’nin koruması altında bulunuyor.
l Mültecilerin yarısı kentlerde, üçte biri ise kamplarda barınıyor.
l Gelişmekte olan ülkeler, toplam mülteci sayısının beşte dördüne ev sahipliği yapıyor. 1.8 milyon mülteci barındıran Pakistan, 1.1 milyon mülteci barındıran Suriye ve 980 bin mülteciye ev sahipliği yapan İran, bu konuda başı çeken ülkeler.
 l BMMYK’nin koruması altındaki mültecilerin yarısı Iraklı ve Afganistanlı. 2.8 milyon Afgan, dünyanın 69 değişik ülkesinde yaşıyor. 1.9 milyon Iraklı ise genelde komşu ülkelerde barınıyor.
Tarih boyunca insanlar farklı sebeplerle bir yerden bir yere göç ettiler. Ancak baskın üretim tipi kapitalizm olduğundan beri, göçlerin sebepleri emek gücünün dolaşımıyla ilgili hâle geldi. Bu sistem, önce, insanları kırsal alanlardan şehirlere iş bulabilmek için akın etmeye zorladı. Daha sonra ise sebep olduğu yoksulluk, açlık, savaşlar ve iklim tahribatı sonucu göçleri yoğunlaştırdı. BMMYK’nin araştırmasına göre, 2007 yılında ülke içi göçe zorlanan insanların 26 milyonunun gerekçesi savaş ve çatışmalar, 25 milyonunun gerekçesi ise doğal felaketlerdi. BMYKK koruması altındaki 10.5 milyon mültecinin yarısını savaştan kaçan Irak ve Afganistalı insanlar oluşturuyor.
Göçmenler, kapitalizmde ucuz emek gücünün kaynaklarından bir tanesidir. Hayatlarını devam ettirebilmek ya da daha iyi koşullarda yaşayabilmek için başka bir ülkeye göç eden insanlar, her an sınır dışı edilme korkusuyla yaşarlar. Bu da onların en düşük ücretlerle çalışmalarına ve en yoğun sömürüye maruz kalmalarına sebep olur. Zaten egemen sınıf, bir “emek pazarı” oluşturarak bütün emekçileri rekabet etmeye zorlar, ırkçılık ve milliyetçilik gibi zehirleri kullanarak da işçi sınıfını bölmeye çalışır. Ne zaman bir ekonomik kriz patlak verse, işsizliğin ve düşük ücretlerin sorumlusu olarak göçmen işçiler gösterilir. Bundan birkaç ay evel, İngiltere İşçi Partisi lideri başbakan Gordon Brown, 2008’de başlayan ekonomik kriz sebebiyle oluşan işsizliğe karşı “İngiliz çalışanlar için İngiliz işleri yaratmanın zamanı geldi” diyerek ırkçılığa başvurmuştu. Hatta bu slogan, inşaat sektörü çalışanlarının bir grevinin sloganı hâline dahi gelmişti.
Ancak işçi sınıfının haklarında ve yaşam koşullarında gerçek bir iyileşme, ancak bütün işçilerin birlikte mücadelesiyle kazanılabilir. Göçmen işçiler var olan kaynakları tüketmezler; aksine, üretime katıldıkları için zenginlik yaratırlar. Egemen sınıf ücretleri düşürmek için göçmenleri kullandığında, göçe karşı değil, işçilerin hakları ve itibarı için mücadele etmek gerekir.

 

Türkiye’de de mülteciler kötü durumda
Türkiye, 1951 Cenevre Sözleşmesi ve 1967 Protokolü’ne ülke sınırlaması şartıyla imza koymuştur ve buna göre, neredeyse tamamı Avrupa dışından gelen sığınmacıları mülteci olarak kabul etmemektedir.
1951 Sözleşmesi’nin mülteci ve sığınmacıların iltica ve sığınma hakkını düzenleyen hükümleri uyarınca, ülkeye kaçak yollardan girenlerin, devletlerin koruması altında bulunmaları gerekmektedir. İnsan Hakları Araştırmaları Derneği’nin 2008 yılına ait raporunda belirttiği gibi, “Türkiye, sözleşmeye taraf bir ülke olarak yasadışı yollardan ülkeye giriş yapan yabancı uyruklu kişilerin iltica başvurusu hakkını tanımaktadır. Mülteci ve sığınmacıların genel olarak yasadışı yollardan ülkeye giriş yapıyor olmaları ve durumlarını gösteren herhangi bir belgeye sahip bulunmamaları, sığınma prosedüründen yararlanmalarına engel değildir. Dolayısıyla sığınma hakkı ve başvurusu ile ilgili tüm bilgilerin uluslararası standartlara göre kendilerine verilmesi gerekmektedir.” Oysa, her ay üçbinden fazla sığınmacının ülke içinde yakalandığı ve büyük çoğunluğunun sığınma hakkı tanınmadan sınırdışı edildiği tahmin edilmektedir. BMMYK’nin verilerine göre, 2008 yılında başvuruda bulunanlardan 322 tanesi sığınmacı kabul edilip koruma altına alınırken, iltica talebinde bulunanların 12750 tanesinin başvurusu çeşitli gerekçelerle bekletilmektedir. Ayrıca, sığınmacıların alıkonulduğu misafirhanelerde kötü muameleye maruz kaldıkları, çok sayıda kişinin yetersiz sağlık koşullarında tutuldukları öne sürülmektedir. İnsan hakları savunucularının tüm taleplerine rağmen, bu misafirhanelerin bazıları sivil toplum örgütlerinin denetimine açılmamaktadır.