Yeni kitabı Zombi Kapitalizm'de, ancak Marksist fikirler ile kapitalizmin nasıl işlediğini anlayabileceğimizi vurgulayan Chris Harman, küresel kapitalizmin krizini anlatıyor.
Yeni kitabınız ekonomik kriz hakkında ve ismi Zombi Kapitalizm. Zombi Kapitalizm ne demek?
Bazı yorumcular Zombi Banka diye bir kavram ortaya attı. Bu terim, bankacılık sistemi sekteye uğradığında etraftaki her şeyin bunun kötü etkilerinden zarar gördüğünü anlatan bir benzetmeydi. Zombi bankalar değersizdirler ve ayakta kalmalarının tek sebebi devletin onları desteklemesidir. Ölüler, canlılar üzerinde kötü etkilere sahiptir. Bense bütün bir sistemi "zombi kapitalizm" olarak adlandırmakta sakınca görmüyorum.
Yeni kitabım Karl Marx'ın krizlerin niçin bulaşıcı hastalıklar gibi kolayca yayıldığını anlatan teorilerine odaklanıyor. Marx'ın anlattığı kapitalizmde de ölüler yaşayanlar üzerinde, geçmiş bugün üzerinde hakimiyet kurmaktadır. İnsanların kendi emekleriyle ürettikleri ürünlerin, kendi hayatları ve ardlarından gelenlerin hayatları üzerine tahakküm kurduğunu anlatır.
İşçilerin, ne üretecekleri, nasıl üretecekleri, ne kadar üretecekleri ya da ürettikleri şeylerle ne yapılacağı konusunda herhangi bir kontrolü yoktur. Kendi ürettikleri, kendi emekleriyle ve güçleriyle yarattıkları şeyler onlara birer yabancı gibi görünmeye başlar.
Bence bugünlerde Zombi Kapitalizm terimini kullanmak çok doğru. Sanayi kapitalizmi 250 yıl önce ilk ortaya çıktığında tüm dünyayı ele geçirecek olağanüstü dinamik bir sistem gibi görünüyordu. Ancak bu dinamiklik sık sık krizlerle karşılaştı. Sistem 1970lerin ortasından beri her seferinde yükselişleri daha derin düşüşlerin takip ettiği bir krizler döneminden geçiyor.
Kapitalistler tüm paralarını üretime yatırmak istemiyor, çünkü yatırdıkları para karşılığında aldıkları kâr oranları düşmekte. Onlar da işçilerin maaşlarından keserek kârları muhafaza etmeye çalışıyor. Bu durum, borçlanma ve kredi alma oranlarını artırıyor. Ancak bankalar ve finans kuruluşları hiçbir zaman geri alamayacakları kadar borç vermiş durumda.
İşte bu durum iki sene önce kredi krizini başlattı ve işte şimdi bir ekonomik kriz yaşıyoruz.

Bu krize ne sebep oldu?

Birçok ana akım iktisatçı size krizin bir finansman sorunundan kaynaklandığını anlatacaktır. Mesele aslında bu değil. Bu sorun, sadece sistemin içerisinde bulunan çok daha ciddi bir problemin dışarıya yansıması.
Marx, krizleri kapitalizmin bir özelliği olarak tanımlar. Sistemi ilerleten şey rekabettir. Ancak bütün kapitalistler pazardan en büyük payı kapma telaşı içerisinde olduklarından daima tüketilebilecek olandan daha fazlasının üretilme tehlikesi bulunmaktadır.
Bu eğilimi engellemenin iki yolu vardır. İlki, işçilerin üretilen ürünlerin bir kısmını maaşlarıyla satın almalarıdır. İkincisi, kapitalistlerin yeni fabrikalara yatırım yapması ve buradaki üretimi sürdürmek için demir, çelik, yağ, elektrik gibi maddeleri satın almalarıdır. Eğer bu iki talep kaynağından biri problemliyse ekonomi krize sürüklenir.
Fazla üretim sistem üzerinde hasarlar bırakır. Eğer ürünler satılamazsa fabrika para kaybına uğrar ve işçi çıkartır. Bu da işten çıkarılan ve dolayısıyla maaş alamayan işçilerin artık diğer fabrikalarca üretilen ürünleri satın alamaması anlamına gelir. Bunun üzerine o fabrikalar da işçilerini işten çıkarır ve böylece problem gittikçe derinleşir.

Son krizde hükümetler büyük miktarda paraları sisteme soktu. Bunun ne gibi etkileri olacak?


Hiç kimse bilmiyor. Şirketler ve bankalar rakipleri karşısında güçsüz görünmemek için borçlu oldukları miktarları gizli tutuyor. Bir yandan da hisse senedi değerlerini yüksek tutmak için kâr oranlarını olduğundan çok daha yüksek gösteriyorlar. Durum böyle olunca, kimse ne gerçek kârları, ne gerçek zararları, ne de sistemin aslında ne durumda olduğunu biliyor.
Hükümetler açılan gediği doldurmak için yığınla para harcıyor, ancak kimse gediğin ne kadar geniş olduğunu bilmiyor. Çok uzak olmayan bir zamanda harcadıkları parayı geri almak isteyecekler, ancak bu parayı alacakları kişiler bankacılar değil sıradan insanlar olacak.
Bu durumda bazı ülkeler diğerlerinden daha avantajlı. Sözgelimi, ABD dünyanın en büyük ekonomisi ve gerçeğin ortaya çıkacağı büyük anı herkesten daha fazla erteleyebilir. Ancak Letonya gibi Doğu Avrupa ülkeleri çok zor durumda.
Britanya çok kötü sayılmayacak bir durumda, hâlâ dünyanın   büyük ekonomilerinden biri. Bir çok ana akım iktisatçı Britanya hükümetinin bankaları kurtarmak için harcadığı parayı geri almak istiyorsa, yüksek vergiler koymak ve kamu hizmetlerinde özelleştirmelere başvurmak zorunda kalacağını kabul edecektir.
Muhafazakâr Parti ve İşçi Partisi kamu hizmetlerine yapılan harcamaların azaltılması gerektiği fikrinde birleşiyor. İşçi Partisi bir yandan bu kesintileri yapmak istiyor, bir yandan da bunun suçunu Muhafazakârların üzerine yıkmaya çabalıyor.

Peki bu ekonomik krizin neoliberalizm ideolojisi ve son 30 yıldır dünyaya egemen olan serbest pazar politikaları üzerine ne gibi etkileri oldu?


Yeni-liberalizm temelde işçilere yapılan saldırıları meşru kılmak üzere ortaya çıkarılan bir ideoloji. Serbest pazara hükümetlerin herhangi bir müdahalede bulunmadıkları anlatılır, ama bir yandan da sürekli olarak büyük şirketlere destek olunur. Tabii bu kapalı kapılar arkasında gerçekleşir. Bugün yaşananlardaki tek fark, bunun gün ışığında herkesin gözü önünde gerçekleşiyor olması.
Bugün krizlerin kapitalizmin kendisinden kaynaklandığını anlatmak 1970'lere göre nispeten daha kolay. O günlerde suç, işçi sendikalarına veya petrol şeyhlerine atılırdı. Günümüzde ise, çok daha fazla sayıda insan temel problemin bankalar olduğunu görebiliyor.
Bu, insanların sistem karşıtı fikirleri otomatik olarak benimseyecekleri anlamına gelmiyor elbet. Hergün sağ görüşlü gazetelerde göçmen işçilere ya da mültecilere "hırsızlar" denilerek saldırıldığını görebiliyoruz.
'Patronlarla işçilerin çıkarlarının bir olduğu' fikri hâlâ ortalarda. Bu fikri savunanlar yıllar boyunca ekonomik büyümeden hepimizin ortaklaşa faydalandığını ve bu sebeple düşüşten de hep beraber acı çekiyor olmamızda bir yanlış olmadığını anlatıyor.
Bu fikre inanan BALPA (Britanya Havayolları Pilotları Sendikası), üyesi olan pilotlara, çalıştıkları şirkete "yardım etmek" için maddi yardımda bulunmayı ve daha uzun saatler karşılık beklemeden çalışmayı önerdi.
Ancak gerçekte sıradan insanların ekonomik büyümeden herhangi bir çıkarı bulunmaz. Çoğu insan sadece geçimini sürdürmek için dahi kredi almakta, borçlanmaktadır. Kriz ortaya çıkar çıkmaz insanlara hepimizin bu krizden sorumlu olduğumuz anlatılır ve tasarruf yapmaları beklenir. Bu durum, zaten kötü koşullarda yaşayan insanların öfkelenmesine sebep olur.
Sosyalistlerin bu durumdaki görevi sistem karşıtı argümanları ortaya atmak ve işçilerin birleşmelerini sağlamaktır. İşçiler bir direnişin içerisinde bulunduklarında ve toplumun sınıflara bölünmüş olduğunu netlikle görmeye başladıklarında bu fikirleri dinlemeye her zamankinden daha fazla açık olacaktır.
Kapitalizmin doğurduğu problemler toplumda Marksist fikirlere ve akademik dünyada Marksist iktisat kuramına olan ilgiyi artırdı. Financial Times ve Economist gibi ana akım ekonomi dergileri serbest piyasa ekonomisi ile ilgili kehanetleri bir kenara bırakıp devlet müdahelesinin avukatı olarak gördükleri John Maynard Keynes hakkında konuşmaya başladılar.
Tabii bu esnada Marx'tan bahsetmeden de edemediler. Eğer kapitalizmin dinamiklerini anlamak istiyorsanız, eninde sonunda dönüp Marx'a bakmak zorundasınız.

Peki krizden çıkılıyor mu?

Son birkaç haftadır birçok yorumcu ekonominin kendi kendisini onarmaya başladığını anlatmaya başladı. Bu, gerçekten hiçbir şey anlamadıklarını gösteriyor.
Hisse senetlerinin değeri önce %50'lik düşüşlerin ardından geçen dört ay içerisinde %20 yükseldi. Yine de eskiden oldukları hallerinden hâlâ çok uzaklar. Yine de eğer bütün derdiniz borsada kumar oynamak ve ufak kazançlar edinmekse, artık daha güvenli bir limana sahipsiniz.
Bazılarıysa 'enflasyon sınırı'na ulaşıldığını söylüyor. Bunun anlamı, gerilemenin durmadığı, ancak artık ilk baştaki kadar dramatik bir düşüşün de yaşanmıyor olduğu.
Nihayetinde sisteme yüklenen bunca paranın krizi sona erdirip erdiremeyeceğini bilemiyorlar. Ekonomi toparlanmaya başlasa bile, sıradan insanların bunu anlaması çok uzun sürecek. Mesela işsizlik oranlarının düşmesi çok zaman alacak.
Yöneticilerimiz krizin kökeninde yatan sorunu çözmüyor. Grip olduğunuzda ağrı kesici alırsanız, başağrınızı birkaç saatliğine durdurursunuz ancak kısa süre sonra başınız yeniden ağrımaya başlar.
Patronlar bu krizden çıkış yolları bulsalar dahi, daha derin krizler için yeni önkoşulları yaratmak zorunda kalacaklar.

(Berk Efe Altınal,
İngilizce’den çevirdi)