Meltem Oral

“Özgürleşen toprak mor çiçekler açacak” diyordu, Paris Komünü’nün mücadeleci kadınlarından biri olan Louise Michel, cezaevinde yazdığı şiirde. Michel’in cezaevinden seslenmesine neden olan olaylar 145 sene önce, 1871 yılının Mart ayında başlamıştı. Kış boyunca Almanya tarafından kuşatılmış olan Paris’in, çoğu işçi ve öfkeli olan kadın, erkek ve çocukları savaşta kullanılan topları ele geçirmiş ve Montmartre bölgesinin meydanına dizmişti.

 

Savaş, zamlanan kiralar, ağır çalışma koşulları yüzünden giderek artan bir öfke tüm Paris’in yoksul emekçileri arasında hızla yayılıyordu. Hükümet askerlerinin topları geri almak için gelmesine karşı, komite adına toplara sahip çıkmakla sorumlu olan Louise Michel’le birlikte kitleler meydanda toplanır. Ordunun kitleleri bastırmak üzere Montmartre’ye gelmekte olduğunu duyan ve kalabalığın birkaç yüz kadının öncülüğünde binlerce askerin üzerine doğru yürüyüşünü başlatan Louise Michel; şatoda hizmetçilik yapan bir işçi kadının çocuğudur. Kendi çabalarıyla eğitim almış, imparatorluğa bağlılık yemini etmeyi ve mevcut müfredatı okutmayı reddettiği için resmen öğretmen olamamıştır. Savaş sırasında Paris halkı tarafından oluşturulan ve neredeyse tamamı erkeklerden oluşan Ulusal Muhafızlara katılır. Michel ayrıca Marx’ın da kurucuları arasında olduğu ve yine çoğunluğu erkeklerden oluşan Uluslararası Emekçiler Birliği, diğer adıyla Birinci Enternasyonal’in de üyesidir.

Paris’in kadınlarının öncülük ettiği eylemlerde, askerler generallerin ateş açma emrine reddederek isyana katılır. Askerleri generallerinin emirlerine itaat etmemeye ikna eden yine kadınlardır. Hükümet Paris’i terk edip Versailles’e kaçmak zorunda kalır. Ulusal Muhafızlar’ın komitesi kendisini Paris hükümeti ilan eder. Paris Komünü dünya işçilerinin tarihinin en muazzam deneyimidir. Ordu kaldırılır, eğitimden çalışma koşullarına her konuda alınan kararları işçiler belirler. İşçiler kendi temsilcilerini seçer, seçilenlerin hiçbir ayrıcalığı yoktur ve her an onları görevden uzaklaştırma yetkisi yine işçilerdedir. Ancak ne yazık ki Komün sadece 72 gün ayakta durabilir. Şehri kuşatan Versailles ordusunun saldırıları önlenemez ve ayaklanmaya dahil olan onbinlerce insan kurşuna dizilir. Komün sırasında kadınlardan oluşan bir silahlı birliğe öncülük eden Louise Michel sürgüne gönderilir, defalarca hapse atılır. Tüm ayrıcalıkların kalktığı başka bir dünya için yaşamı boyunca mücadele eden Michel’in 1905’te ölüm döşeğindeyken Rusya’daki devrimin haberini aldığında yatağından kalkıp dans ettiği ve yeniden yatağına uzanarak “tamam, şimdi ölmeye hazırım” dediği söylenir.

Komün’den bu yana 1917’de Rusya’daki devrimde, 1936’da İspanya’da faşizme karşı mücadelede, 1968’de tüm dünyayı kasıp kavuran isyanlarda, Arap devrimlerinde, Gezi direnişinde, Öfkeliler hareketinde kadınlar sadece mücadelenin parçası olmadılar; kadınlar çoğu zaman isyanı başlatan, önderlik eden, barikatlarda kavga eden, ‘ilk cesaret eden’ oldular. Kendilerini yoksulluğa mahkum eden adaletsiz sisteme karşı mücadele ederken cinsiyetçi dayatmaları da bir bir yıktılar. Sadece egemenlerin değil mücadele arkadaşlarının da kendilerini sıkıştırmaya çalıştıkları cinsiyetçi kalıpları evire çevire fırlattılar.

Kadınların tepesini attırmayın

Son günlerde kadınları yine çok öfkelendiriyorlar. En son kürtajı yasaklamaya çalıştıklarında günlerce sokakları boş bırakmayan onbinlerce kadın yasağı hükümetin başına çalmıştı. Şimdi annelik vatani görevdir dedikçe, uygulamada kürtajı yasaklayınca, hak olan süreyi kısaltınca, Davutoğlu kendisini herkesin babası ilan edince tersini yaptıklarını sansalar da öfkeyi iyice kızıştırıyorlar. Yatıp kalkıp ‘kadınlar doğursun’ diyen, meydanları kadınlara kapamaya çalışan, ‘kadına şiddet insanlık ayıbıdır’ derken kadınları yerde sürükleyip ‘git evinde yat’ diyen hükümet yılgınlığa, karamsarlığa, yenilgici ruh haline kapılmadan, inatla mücadele eden kadınlarla başa çıkamaz.

Kadına şiddet uygulayanlar ‘iyi hal’ indirimi verilip ödüllendirilirken, şiddete karşı kendini savunan kadınların ağırlaştırılmış müebbetle yargılandığı adaletsizliğe karşı direnen Çilem Doğan’ın, dört duvar arasından bizlere seslenişi, sistemin, devletin, hükümetin kadınlarla başının fena halde dertte olduğunu gösteriyor.

Meydanları kimseye vermeyiz

“Gençliğimizden, güzelliğimizden, umudumuzdan, cesaretimizden, direncimizden, kadınlığımızdan kucaklıyorum sizleri. Acısı acısına, yarası yarasına, sesi sesine denk düşer evvelden birbirini hiç tanımadan tanışır. Gönül isterdi ki 8 Mart Dünya Kadınlar Günü'nde hep birlikte meydanlarda olmak. Olmadı ve ben o gün dışarıda olmayacağım için üzgünüm. Biliyorum bir Çilem Doğan içeride tutsak ise de milyonlarca Çilem Doğan dışarıda mücadele ediyor. Aklım, beynim, mücadelem yüreğim hep sizlerle olacak değerli kadın arkadaşlarım. 8 Mart dünya kadınlar gününüz kutlu olsun mücadelemiz diri olsun.

Zulmün olduğu yerde direniş ve meşru müdafaa haktır. Bunu zenginlerin ve erkeklerin hukuk kitapları varsın böyle yazsın. Uyan erkek egemen sistem uyan. Her gün 3 kadın katlediliyor. Katledilmek kaderimiz değil, öz savunma haktır. Kahkaha atmayı hor görenlere kırmızı ruju farklı anlayanlara, mini eteği tecavüz etmek için gerekçe gösterenlere konuşurken ağzımıza sözcükleri tıkayanlara, kadını erkeğin kölesi haline getirmeye çalışanlara, gece, geç saatte sokakta olmamızı bağnaz zihniyeti ile hor görenlere karşı en güçlü sesimizle haykıracağız.

‘İsyandayız’

Değerli yoldaşlarım yılgınlık, umutsuzluk, çaresizlik bizim söylemlerimizde yok. Bizler direnenleriz, yaşamak için dünyayı değiştirenleriz. Kadınlarımız meydanlarda, meydanlar da kendi yaşam hakkımız, kimseye vermeyiz. Yani yaşamak için kimsenin baskısını tanımayız. Birbirimizin gözyaşlarını sildiğimiz sürece varolcağız. Söz veriyorum başımı önüme eğmeyeceğim. Dört duvarlar korkutmayacak beni yalnız olmadığımı biliyorum. Alemlerine meze olmayacak körpe bedenleri ile kuzular çocuk gelinler bir avuç su gibisiniz benim için susuzluğun ortasında.

Mücadeleniz onurumdur, duruşumdur. Tüm kadınlar adına ve tüm kadınlar için karanlık günlerin geride kalması; Diyarbakır Surlarının aydınlanacağı gibi aydınlık günlerin doğacağı inancı ile hepinizi kocaman yüreğimle öpüyorum.”