Onur Öztürk
Berlin Duvarı, kimileri açısından  soğuk savaş olarak adlandırılan dönemin simgesiydi Batı burjuvazisi için  "komünizmin" bütün kötülüklerini temsil ediyordu.. Sosyalistlerin bir bölümü açısından da  Duvarın ardında bir sosyalist cennet vardı.  Ancak duvar 9 Kasım 1989'da  öfkeli kalabalıklar tarafından yıkılıp, Doğu Alman vatandaşlarının birbirlerini ezercesine kitleler halinde Batıya geçmek için yarıştıkları görüntüleri hala hafızalardayken,  insanın aklına şu soru geliyor, insanların kaçmak için birbirini ezdiği rejimler acaba sosyalizm olabilir miydi?

Berlin Sorununun Kökenleri ve Doğu Avrupa Rejimleri
İkinci Dünya Savaşı'nın ortalarına doğru 22 Haziran 1942'de  Almanya'nın Sovyetler Birliği'ne saldırması üzerine  Sovyetler Birliği Müttefiklerin tarafına geçer. Savaş sonunda  Nazi Almanya'sının yenildiği sıralarda  Doğu Avrupa  büyük ölçüde  Sovyetler Birliği'nin denetimi altına girmişti.  Müttefiklerle Sovyetler Birliği arasındaki asıl  anlaşmazlık Almanya ve Berlin meselesi  etrafında  yoğunlaşmaktaydı.   Çünkü, Almanya, Nazilerin tesliminden sonra yönetimi devralan ve ABD, Fransa,  Britanya ve SSCB tarafından  oluşturulan dörtlü komisyon, ülkenin tekrar birleştirilmesi konusunda antlaşmazlığa düştü ve 1949'da batıda  Federal Almanya Cumhuriyeti, doğuda ise Almanya Demokratik Cumhuriyeti olmak üzere iki Almanya kuruldu.  Berlin kenti de tıpkı Almanya'nın genelinde olduğu gibi 1948 ablukasından sonra 1949'dan itibaren, her ne kadar coğrafi olarak Doğu Almanya'nın sınırları içersinde kalsa da Batı ve Doğu olmak üzere ikiye ayrıldı. Aynı tarihlerde  Sovyetler Birliği, Doğu Avrupa'da, Kızıl Ordu aracılığıyla işgal altında tuttuğu  bölgelerde  kendisine yakın rejimler kurmaktaydı.

Doğu Avrupa rejimleri sosyalist miydi?
Gerek Stalinistler,  gerekse Ortodoks Troçkistler  Kızıl Ordu aracılığıyla kurulan Doğu Avrupa rejimlerini analiz etme konusunda büyük yanılgılara düşmüşlerdir. Stalinistler Doğu Avrupa rejimlerini sosyalizm olarak selamlarken,  Ortodoks troçkistler ise, 1930'larda Troçki'nin Sovyetler Birliği için önerdiği  "yozlaşmış işçi devleti" tezini bu ülkelere yakıştırmaya kalkıştılar. Fakat gerçek, bütün bu teorilerin ötesindeydi.   Bir kere, Sovyetler Birliği'nin Doğu Avrupa'da kendine yakın rejimler  kurmasının nedeni "sosyalizmi dünyaya yayma" kaygısı değildi. Zaten Stalinist bürokrasinin 1920'lerin ortasından itibaren bütün ipleri eline geçirip,  "tek ülkede sosyalizm tezini" kendi resmi görüşü haline getirmesi ile birlikte böyle bir kaygıya sahip olmak bir yana , bütün işçi devrimlerini ezme yoluna gitmişti.    İkinci Dünya Savaşı sonrası Avrupa'nın doğusunda kurulan rejimler ise Stalinist bürokrasinin  güvenlik kaygısını gidermeye yönelikti.  Çünkü son iki yüzyıllık tarihte Rusya batıdan sürekli saldırı almıştı. Bu nedenle  "sosyalist Anavatanı" koruyabilmek için bir tampon bölgenin oluşması gerekiyordu.  Özellikle Almanya'nın güçsüz olması  Sovyetler Birliği açısından  hayati öneme sahipti(Doğu Almanya'nın kuruluşunu bu doğrultuda anlamak gerekir.)

Tıpkı Sovyetler Birliği gibi Doğu Avrupa'da da işçi sınıfı iktidarda değildi. Yönetimde bürokrasi egemendi, üretim araçları bu sınıfın kontrolündeydi. üretim insanların ihtiyaçları için değil bürokrasinin ihtiyaçları  doğrultusunda yapılıyordu. İşçiler ve emekçiler üzerinde yoğun bir sömürü vardı.  Yalnız, Sovyetler Birliği'nden farklı olarak bu ülkelerin bazılarında özel üretim araçları üzerinde özel mülkiyet tamamen kaldırılmamış, 10 işçi çalıştıran işletmelerde özel kapitalist girişimler korunmuştu.

Yoğun sömürü karşısında, geçmişten miras kalan güçlü bir sınıf hareketine sahip bu ülkelerde işçilerin tepkisi gecikmeyecekti.  İlk ayaklanma  Doğu Almanya'da 1953'te patlak verdi.  Ayaklanmanın bastırılması sonucu.  50 kişi hayatını kaybetti. Ardından Macaristan2da 1957'de, Çekoslovakya'da da 1968'de işçi sınıfının yoğun katılımıyla ayaklanmalar çıktı ve ayaklanmaların hepsi  Kızıl Ordu tarafından bastırıldı.  Bu arada  1950'lerin sonunda Doğu Berlin'den Batıya kaçışlar hızlanmaktaydı. 1960 yılına gelindiğinde Batıya geçenlerin sayısı binlerle ifade edilir olmuştu.  Bunun üzerine Doğu Alman yönetimi 13 Ağustos 19612den itibaren ünlü duvarı inşa etmeye başlayacaktı ve 1989 yılına kadar o duvarı aşmaya çalışan yüzlerce  kişi bunun bedelini canıyla ödeyecekti.

Duvarın Yıkıntıları
Doğu Avrupa'da devlet kapitalisti rejimlerin yıkılışı sürecinde işçi hareketlerinin de belirleyici olduğunu söyleyebiliriz.   1980 yılında  Polonya'da  Lech Walesa  liderliğinde   Dayanışma sendikası tersanelerde yaygın grevler başlatmış, bunun üzerine Jaruzevski yönetimi bir yıl sonra sıkıyönetim ilan etmiş ve işçileri tutuklamayı başlamıştı (Aynı tarihlerde  Türkiye'de de Kenan Evren yönetiminde askeri rejim DİSK başta olmak üzere  işçilerin örgütlerini  kapatmış ve öncü işçileri gözaltına almıştı.) 1989 ise Polonya'da Çavuşesku'nun devrilmesinde maden işçilerinin katkısı büyük olmuştu.

Doğu Avrupa rejimlerinin çöküşü sonrası piyasa kapitalizmine geçiş büyük bir yıkım yarattı.  Yoksulluk,  işsizlik, mafyalaşma, ve ırkçılık bu sonuçlardan birkaçıydı.  Eski resmi komünist sosyalist partiler ise reformist sosyal demokrat partilere dönüştü. Doğu Almanya'da ise  Eski Sosyalist Birlik Partisi , Demokratik Sosyalizm Partisi adını aldı ve Birleşik Almanya'da 2000'lere kadar girdiği seçimlerde % 4 ve 5 oranında oy aldı. 2004 yılında ise Sosyal Demokrat Parti'nin soluyla birleşerek Sol Parti'yi oluşturdu ve son seçimlerde Sol Parti % 12.5 oranında oy aldı.

Bugün çok daha net ortaya çıkıyor ki,  halklar ve işçiler arasına kalın duvarlar,  çitler ve mayınlı araziler koyan rejimlerin sosyalizm olarak nitelendirilmesi mümkün değildir. Tersine  devrimci sosyalistlerin  amacı, sınıfsız, sömürüsüz ve sınırsız/çitlerin olmadığı bir dünya kurmaktır. O nedenle  bürokratik devlet kapitalizmi rejimler tarihin çöplüğünde yerlerini almıştır.